Umut Hilmioğlu
olanlar, 28 Şubat’tan da 12 Eylül’den de beter. Zulüm çağ atladı, zalim kıtalar
dolaşıyor. Halka zulüm 28 Şubat’a rahmet okutuyor. Zulmün bu derecesi gayri
iradi olarak “Keşke 28 Şubat bin yıl sürseydi’ de, ülkemiz bugünkü zulme,
bugünkü despotluğa gelmeseydi”
dedirtiyor.
despotlar gördü. İnsanlar çok işkenceler çekti. Ama dünyanın neresinde Türkiye’deki
gibi zulmü sistemleştiren, vatandaşına işkence eden, necis yedirten, asit
kuyularına atan, insanlık suçu işkencenin her türünü ‘Vatan hizmeti’ adı
altında insanlarına reva gören bir devlet anlayışı vardır?
Devlet
baba sürekli dövüyor çocuklarını. Zulmün ulaştığı noktayı dikkate alırsak, bu
babanın temsil ettiği devlet “Ensest Devlet” olmalı. Kendi halkını tüketen bir
baba başka nasıl tanımlanabilir ki?
Doğum odasının kapısında bekleyip, lohusa kadına gaddarlığın,
mekkarlığın sembolü olan kelepçe takan bir zihniyet var mıdır dünyada?
Vatandaşına
her türlü işkenceyi reva gören, jop muamelesini yapan, şeref ve hasiyetten yoksun, her türlü
ahlaksız uygulama yapmayı kendine hak gören bir düzen var mıdır başka
yerlerde?
Bizde olduğu
kesin halk bunu biliyor, iliklerine
kadar yaşıyor, hissediyor.Bu ahlaksız
anlayış bugün değil, dün de vardı, yarında olacağa benziyor.Çünkü bu
ülkede belli zümrelerin suç işleyip asla ceza görmemesi sıradanlaştı. Bugüne
kadar haksızlığın, işkencenin cezalandırıldığına dair tek bir örnek görmedim.Sokrates, “Cezasız kalmış
haksızlık, bütün kötülüklerin
hem en büyüğü, hem de ilkidir” der.
28 Şubat sürecinin yıl dönümündeyiz.
Dün bu hukuksuzlukların
hesabı sorulsaydı, sorulabilseydi, yapılan zulümler cezasız kalmasıydı, bugün
adaleti kaybetmezdik.
Dün ile bugün arasındaki
denklemde bilinmeyen, bulunsa, yapılan yapanın yanına kar kalmasaydı bugünler
daha huzurlu ve güvenli olabilirdi.1989 yılında
Şırnak’ın Cizre ilçesinde Yeşilyurt köyünde masum insanları dışkı yediren cellatlara hesap sorulsaydı,
bugün Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Koruköy’de masum insanlara, 70 yaşındaki Abdi Aykut’a insanlık dışı
muamelede bulunulmazdı.
Dün 1980’nin
işkencecilerinden hesap sorulsaydı, 28 Şubat’ın despot sürecini yaşamazdık.28 Şubat’ın
ikna odalarının mimarları sigaya çekilseydi, bugün Zonguldak, Kırşehir, Denizli, Uşak, Manisa’da 15 Temmuz bahanesiyle, hasta, yaşlı ve lohusa kadınlar,zindanlarda işkenceler görmezdi.
Yüzsüz, ahlaksız ve karaktersiz İslamcıların,aylardır cezaevinde
inim inlim inleyen 10 bin başörtülünün, sırf burs verdiği,
kermes düzenlediği için karşı
karşıya kaldığı gaddarlığı görmeyip, 28 Şubat’taki başörtü zulmünü anlatıp siyasete malzeme
yapmaları samimiyet sımavını geçemediklerini göstermektedir.
Bugün dünün
‘mağdur’ları işbaşında, ama…
Peki, şimdi ne oluyor? Durum nedir?
Olay Nazi Zulmüne maruz kalan Yahudilerin
benzeri zulümleri Filistinlilere yaşatmasının bir örneği.
Fişleme, cadı avı, ayrıştırma var mı, var…
Sermayenin rengi ya da renk tonu soruluyor mu,
soruluyor…
Hukukun, anayasanın da üzerinde bir ‘kırmızı
kitap’ kondu mu; kondu…
Ne yani bu meşum süreç bitmemiş miydi?
Kesinlikle bu süreç daha ağır ve Nazi zulmüne
daha yakın.Bu süreçte kadınlara, çocuklu kadınlara,
emziren kadınlara, lohusa kadınlara, öğrencilere burs bulan, kermes yapıp
yardım toplayan kadınlara yapılan zulüm hiç bir dönem yaşanmamıştı.Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz’e 15 Temmuz
darbe tiyatrosu bahane edilerek, cezaevinde inim inim inletilen kadınlardan
gelen dram dolu mektubunu halinde hep beraber okuyalım:
Bebeklerinden koparılmış emzikli anneler…
27
yaşında Akhisar’da yaşayan, yazları köyüne
giden, köyde bağ bahçe ile uğraşan bir kadınım.2 Ocak 2017 günü akşam ezanı vakti
evimin kapısı çalındı. Mahalle muhtarı ve beraberinde 4 polis ile tesettürümün
ve evimin uygunluğu göz önünde bulundurulmadan evime girildi. Malûm sebepten arama yapacaklarmış. Silahlı terör örgütüne üye olmak. Evim arandı,
tek bir silah bile bulunmadı. “Hazırlan, gidiyoruz” dendi. 7 gün tek başıma
nezarette kaldım. Mahkemede bütün sorulara samimi cevap verdiğim halde
tutuklandım. Manisa E-tipi kapalı cezaevine.
Hiçbir suçum yoktu, neden gidiyordum? Cezaevine giderken çok korktum. Acaba kimlerle karşılaşacaktım? Götürdükleri koğuşun 21. kişisi bendim. Beni karşılayanlar herşeylerini
benimle paylaştılar. Bana sahip çıktılar. Bu kadar iyi insanlar neden burada?
Şafak operasyonuyla tutuklanmışlar, 3. aylarındalar. 20 günlük gözaltı sonrası adresleri burası olmuş. Beş emzikli anne; 6, 7,
12, 14 ve 15 aylık bebeklerinden koparılmış anneler…
Bakara
Suresi 233. ayette Cenab-ı Hak ‘’Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını
tam 2 yıl emzirirler” buyurmasına rağmen anneler zorla çocuklarından ayrıldı. Sütlerini sağıp dökmek
zorunda kalmışlar ağlayarak ve bir süre sonra sütleri kesilmiş. Bazıları annelerinin
hemşirelik yaptığını, bazıları oradakilere okuma-yazma öğrettiğini sanıyorlar. Birçoğunun eşleri de tutuklu. Çocuklar, bebekler, dedelere,
ninelere, kardeşlere emanet. Ailesi olmayanlar Çocuk Esirgeme Kurumunda.
Benden 2 gün sonra koğuşa 3 aylık
bebeğiyle Soma’dan bir kadın geldi.
Ondan sonra 58 yaşında yaşlı bir teyze. O da terör örgütü üyesiymiş (!) Daha sonra
bir anne ve 20’li yaşlı kızıyla. 30 metrekare yatakhanede 27 kadın ve bir
bebek. 8 kişilik koğuşta 27-28 kişi yaşamaya çalışıyoruz. Nefes dahi
alamıyoruz. Hele bebeğin durumu hiç iyi değil, ama hâkim hâlâ tutuyor.
Yan
koğuşlara 5 aylık bebeği ile gelen oldu, 25 günlük bebeğini bırakıp gelen
lohusa bir anne de vardı. İslam dininde hiçbir yerde savaşlarda dahi kadın, çocuklara ve yaşlılara bu yapılmadı, gayrimüslimlere de
yapılmadı. Burada herkes ağlıyor; kimisi battaniyenin altında, kimisi seccadede
usulca, sessizce… Down sendromlu kızı olan
da var, 9 aylık bebeği olan da…
Tevekkül
edilmiş burada, Mesnevi’de ‘’Sabretmek ve susmak, rahmeti çeker”
deniyor. Buradakiler bunu düstur edinmiş, susuyorlar, ama siz “Haberimiz yoktu,
görmedik, duymadık” demeyin.
Cezaevinden
yazılan mektup böyle…
İşte
onun için acaba “28 şubat
bin yıl sürseydi” mi diyesim geliyor. Çünkü bu mekkarlık yaşanmazdı…