Alimin ölümü alemi ağlatır, vicdan sahiplerinin yüreğini dağlatır…
Milyonların gönlüne taht kuran, değerli büyüğümüz Fethullah Gülen hocaefendiyi kaybettik. Hocaefendi, ömrünü Allah ve Resulünü anlatmaya, gelecek nesiller için barış ve huzur içinde yaşanan bir dünyanın temellerini atmaya, insanlığı ahirzaman fitnelerine karşı hazırlamaya vakfetmiş İslam büyüklerinden biri olarak tarihin altın sayfalarına geçti. Deliler gibi sevdiği Refik-i Alasına ve Onun Habibine kavuştu. Rabbim onu sonsuz rahmet ve merhametiyle kuşatsın, Firdevs ve Adn cennetlerinde ağarlasın…
Dünyanın dörtbir yanından gelen taziyelerin, üzüntü mesajlarının muhatabı olan Hocaefendi kimdi?
Hocaefendi, daha çocuk yaşlardan itibaren büyük mefkureler peşinde koşan, fikir, vizyon, misyon ve aksiyon insanıydı. Derin ilmini, ötelere kadar uzanan vizyonunu, belki de bir çok insanın ancak yüz yıl sonra anlamaya başlayacağı ender bir İslam alimiydi. Hocaefendi, yarım asır önce, camilerde orucun mekruhları, namazın müstehapları konuşulduğu bir dönemde ortaya çıkmış, cemaatine Allah Resulünün hizmet methodolojisini, sahabenin hayatını, dini ilimlerle beraber fen bilimlerinin önemini anlatmaya başlamıştı. Daha önce cami kürsülerinden duymadıkları bu heyecan verici orijinal tespitleri işiten ve çoğunluğu gençlerden oluşan pırıl pırıl insanlar, kısa zamanda Hocaefendinin etrafında halkalanmış ve bu halka seri bir şekilde büyümeye başlamıştı.
Evet bir cami hocası kürsüde nebülözlerden, galaksilerden, antimaddeden bahsediyordu. Bunlar, belki de, İslam toplumlarının Razi’lerden, Gazali’lerden beri duymaya alışkın olmadığı şeylerdi. Bir cami hocası Müslüman toplumları ulumu diniyeyle beraber ve fünunu medeniyeyi öğrenmeye teşfik ediyor, okullar açmalarını istiyor ve istikbalde müsbet bilimlerle donanımlı imanlı, ahlaklı bireylerden oluşan bir toplum hayal ediyordu. Fakat bunlar sadece bir hayal değildi, çünkü hocaefendi bir aksiyon insanıydı ve planlarını hayata geçirmeliydi. Etrafında ki nurlu halka genişledikçe, dersaneler, yurtlar, okullar açılmaya başladı. Bu mukaddes hizmete gönül veren insanların sayıları arttı ve dünyanın her köşesine ulaşmaya başladı. Okullar, kültür merkezleri, dialog kurumları, insani yardım kuruluşları, medya organları ve benzeri müesseseler kısa bir zamanda binlere ulaştı.
Bu okullarda yetişen gençler dünya fizik, matematemik olimpiyatlarında altın madalyalar almaya başladılar. Hocaefendinin temellerini attığı bu eğitim müesseseleri binlerce öğretmen, müdür, avukat, savcı, yargıç, doktor, mühendis ve akademisyenler yetiştirdi. Her biri vatanına, milletine, insanlığa önemli katkılar sağlayacak bireyler haline geldiler. Sergilerdikleri eşsiz dürstlük, fedakarlık ve samimiyetleriyle gönülleri fethettiler. Gittikleri her yerde sevgiyle ve saygıyla karşılandılar.
Hocaefendinin mefkuresi sadece Türkiye’de değil, dünyanın her köşesinde gerçekleşiyordu. Hizmet hareketi artık bir global eğitim ve barış hareketi haline gelmişti. Milyonların gönlüne girmişti. Fakat bu büyüme Hocaefendiyi zerre kadar değiştirmemişti. Bir dönem Kestane Pazarında ki küçük kulübesinde hizmet eden Hocaefendi, daha sonra okulların küçük bir odasında hizmetine devam etmiş, ömrü ahirinde bile, kamp yerinde yine küçük bir odada hizmetini sürdürmüştü. Milyonlarca satan eserlerinden gelen gelirle saraylarda yaşabilirdi, fakat o hiçbir zaman mala mülke tenezzül etmedi, örnek aldığı Allah Resulü ve Bediüzzaman hazretleri gibi sade bir hayatı tercih etti. Öyle ki, bir gün kaşık attığı bir pilavı ağzına götürdükten sonra ağlamaya başlayacak ve “acaba ahiretimi dünyada mı yiyorum” diyerek elinde ki kaşığı bırakacaktı. Evet, binlerce insanın şahitliğiyle, Hocaefendi şu fani dünyadan bir gram lezzet almadan yaşadı. Ne evi oldu, ne ailesi…
Artık o aramızdan ayrıldı, fakat arkasında öyle muhteşem nesiller, eserler ve müesseseler bıraktı ki, şayet dünyanın o kadar ömrü varsa, bin yıl sonra da, onun öğretileri konuşulacak, sevgi ve saygıyla anılacaktır.
Ne yazık ki, bazıları onun kıymetini anlayamadı ve halen anlamamada ısrar ediyorlar. Bir taraftan hem tüm İslam aleminin ulemalarından, hem de doğulu, batılı fikir ve bilim insanlarından taziyeler yağarken, diğer taraftan fasit bir dairenin içine sıkışmış, siyasi naratiflerle beyinleri yıkanmış sabit fikirli insanlardan gelen çirkin tepkilere şahşt oluyoruz. Aslında Türkiyede ki rejim ve yandaşlarının böyle bir tepki vermeleri bizi şaşırtmıyor. Kurdukları hukusuzluk, yolsuzluk ve mafya düzenini korumak için gösterdikleri doğal bir refleks bu. Dolayısıyla, bu negatif ve insanlığa yakışmayan tepkilere çok aldırış etmemek lazım çünkü:
Cahiller ve zalimlar alimi bilmez, kötüler iyileri sevmez, herkes fıtratının gereğini sergiler, yarasalar ışığı sevmez…
Burada asıl önemli konu şu ki, Hizmet hareketi bundan sonra ne olacak? Aslında bunun cevabı basit, Hocaefendi hiçbir zaman kendini bu hizmetin vazgeçilemez bir lideri gibi görmedi. Hizmet hareketinin zatına bağlı olduğunu da hiçbir zaman iddia etmedi. Tam aksine, Hizmet hareketini bir şahsı manevi olarak tanımladı, adeta binlerce aklı, kalbi, gözü, kulağı, eli, kolu olan tek bir vücud olarak tarif etti. Dolayısıyla, Hizmet Hareketini kendi vefatına hazırladı ve sistemini belirli prensipler üzerine kurdu. Bu prensiplere sadık kalacak, istişare yöntemiyle yola devam edecek ve bu nurlu caddede emin adımlarla yürüyücek insanlara teslim etti.
Bu konuda endişemiz yok, çünkü tarihte buna defalarca şahit olduk. 1400 yıl öncesine kadar gidebiliriz. Allah Resulü vefat ettiğinde, Hz Ömer “kim Muhammed öldü derse kellesini alırım” diye bağırırken, Hz Ebubekir, bir kayanın üstüne çıkıp “kim Muhammad’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür, fakat kim Allah’a tapıyorsa, bilsin ki Allah diridir ve ebedidir” diyecekti. Dolayısıyla, Peygamberlerin bile vefat ettiği bir dünya fanidir, böyle bir dünyadan Hocaefendi gibi bir alim de gelip geçecektir ve Rabbine dönecektir.
Burada önemli olan Hocaefendinin bizlere bıraktığı emanete sahip çıkmaktır, sağa sola yalpalamadan, ayağımıza takılan çelmelere dönüp bakmadan, istikrarlı bir şekilde bu nurlu yolda emin adımlarla yürümektir.
Allah bize Hocamınızın emanetine hakkıyla sahip çıkmayı nasip eylesin. Bizleri bu mübarek Hizmet-i Kur’aniyeden ayırmasın.
Hizmet gönüllülerinin, İslam aleminin ve tüm insanlığın başı sağolsun…