Hırsa kapılıp beklentiye girenlerin halini Yusuf Özkan Özburun, “Teselliler Kitabı”nda şöyle anlatıyor:”Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir tür basit tuzak vardır.
Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistancevizinin alt kısmına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı, maymunu cezbeden bir yiyecek konur. Bu yarık, sadece maymunun elini açıkken sokabileceği büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun yiyeceğin kokusunu alır, yiyeceği almak için elini içeri sokar ve kavrar. Fakat yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması imkânsızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, yarıktan dışarı çıkamaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçması mümkün değildir. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece kendi bağımsızlığının gücü esir etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ne ki, zihninde, açgözlülüğü ve hırsı o kadar güçlüdür ki, bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.”
Çeşitli sohbetlerinde M. Fethullah Gülen Hocaefendi de “beklenti” üzerinde dururken şunları ifade etmektedir:
“Bugüne kadar insanlar arasında başarı sağlayanlar, bağırlarında umranlar yükseltenler hep beklentisiz olanlardır. Vazifelerini ücrete bağlayanlar, beklenti içinde duranlar asla başarılı olamamışlardır. Zâhiren başarılı gibi görünseler de, böyle bir virüs insanı bitirir, öldürür. Muvakkat bir hayır ortaya koyabilirler ama bu, kesinlikle kalıcı değildir.”
“Peygamberlik mesleği ‘Sizden bir ücret, bir mükâfat beklemiyorum’ demeyi gerektirir. Bir mükâfat varsa, onu da Cenab-ı Hak, âhirette verecektir. Bu dünya ücret alma yeri değil, hizmet etme yeridir. Beklentisiz ihlâs erlerini görenler, Habî;b-i Neccar gibi ‘Yaptıkları karşılığında sizden bir beklentisi olmayan bu insanlara uyun, peşlerinden gidin.’ diyeceklerdir.”
“Bir mümin tam iman etmiş ve hakiki imanı elde etmişse, insanların kendisine olan teveccühünü hesaba katmayacaktır. Zaten maddî;-manevî; öyle bir ücret beklentisi de olmayacaktır. Şöhret ve halkın teveccühü, zayıf insanları şirazeden çıkarır. Alkışlar, takdirler insanı küstahlaştırır. Efendimiz’in (sas) ifadesiyle, onun boynunu kırar.”
“Mümin, tenkitleri, kendi derdine reçete gibi kabul etmelidir. Üstad Hazretleri, kusurumuzun söylenmesini, boynumuz, koynumuzdaki bir akrebin haber verilmesi gibi anlayıp, böyle bir ikazdan dolayı memnun olmamız gerektiğini ifade ediyor. Hiçbir kusuru kabul etmeme, çok büyük egoizmadır, egosantrizmdir. Böyleleri, en olumsuz, en yanlış söz ve davranışlarından bile takdir beklerler.”
“İnsanlık hakikatlere aç… Kapımıza kadar gelenler, bizde aradıklarını bulmalıdırlar. Bunun için de ‘yaşama’ değil, ‘yaşatma’ gayretleri gerekiyor. Bunun için de Hz. Nuh Aleyhisselam’ın gemisi gibi tsunamiye benzer dev dalgalara dayanacak bir gemi gibi olmalıyız.”
Böyle olmak için de herhâlde, ihlâsın dokuz özelliğini iliklere işleyecek şekilde anlatan Yirmi Birinci Lem’a’yı en az her on beş günde bir mütalaa ve müzâkere ederek, ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmeye çalışmalıyız.