Dışişleri Bakanı Julie Bishop, Sydney’in prestijli ve önemli kurumlarından Lowy Enstitüsü’nde Avustralya’nın dünyadaki konumunu özetledi. Ülke ekonomisinden, dış politikasına, komşularla ilişkilerden, terörle mücadeleye, demokrasiden hukukun olmazsa olmaz ilkelerine kadar, bir dizi başlığa dikkat çekti. Komşu ülkelerin yardımına koşmada ve insani yardım konusunda ülkesinin üzerine düşeni esirgememeye çalıştığını hatırlatan Bishop, buna en canlı olarak ise; yakın zamanda ada ülkesi Vanuatu’yu vuran Pam Kasırgası sonrasında Avustralya’nın katkısını örnek göstererek Asya ve Pasifik ülkelerinin istikrar ve refahının altını çizdi. Özel teşebbüsün teşvik edilerek ekonomik büyümenin hızlanması ve yaşam standartları kalitesinin yükseltilip, yoksulluğun azaltılmasının hedeflendiğini bir kez daha kaydetti. Dışişleri Bakanı konuşmasında, zaman zaman magazin sayılacak küçük jestleriyle konuşmasını süsledi. Mesela, Singapur’la, Avustralya’nın diplomatik ilişkilerinin 50. Yılı anısına bu ülkeye hediye edilen 4 koalayı zikretmeden geçmedi. Ancak bakanın komşu ülkeler ve bölge ile ilgili çizdiği güzel tabloya Avustralya’nın dış politika da ve ekonomisi açısından önemli ve etkili komşusu Endonezya ile gelinen yeni bir sığınmacı teknesi krizi bu tabloya gölge düşürdü. Yeni diyoruz; çünkü Avustralya’nın en önemli sınır komşusu Endonezya ile krizler bir türlü bitmek bilmiyor. Yakın tarihe baktığımızda Gillard Hükümeti zamanında mezbaha problemi, şimdi ki Abbott Hükümetiyle ise; Endonezya’nın bir önceki Cumhurbaşkanı Susilo Bambang Yudhoyono’nun kendisinin ve bakanların telefonlarının dinlenildiği iddialarının ortaya çıkması ve uyuşturucu kaçakçılığından suçlu bulunan Avustralya vatandaşları Andrew Chan ve Myuran Sukumaran’ın kurşuna dizilmesi, iki ülke ilişkilerini hayli sarstı.
Yeni dönemde ise kriz; bu defa göçmen teknesi yüzünden çıktı. Aslında bu sürpriz bir gelişme değil. Çünkü Abbott Hükümeti’nin izlediği sert göçmen politikası, zaten İnsan Hakları kuruluşları tarafından sürekli eleştiriler alıyor. Son kriz ise içerisinde 65 sığınmacının bulunduğu bir teknenin mürettebatına, tekneyi Endonezya sularına götürmeleri karşılığında, kişi başına 5 bin ABD doları rüşvet ödendiğine dair iddiaların ortaya çıkması ile başladı. Başbakan, konuya netlik kazandırmasa da itiraz da etmedi. Tony Abbott, Avustralya’ya yasa dışı yollardan gelen sığınmacı teknelerini durdurmak için yeni yöntemler geliştirdiklerini ve tekneleri durdurma konusunda kararlı olduklarını söylemekle yetindi. Okyanusun ölümcül yolculuğuna rağmen, gelen sığınmacıların rüşvet sayılan paralar ödenerek tekrar geriye gönderilmesi iddiaları ise, içte ve dışta sert tepkiyle karşılandı.
Sadece uluslararası kuruluşlardan gelen kınamalar değil, gelinen bu durumdan Göçmen Bakanı da nasiplendi. Brisbane’da, Göçmen Müzesi’nde düzenlenen bir programa katılan Federal Göçmen Bakanı Peter Dutton’a, sığınmacıların hayatı tehlikeye atıldığı gerekçesiyle ayakkabı fırlatıldı. David Sprigg isimli vatandaş, her iki ayakkabısını da, hükümetin sığınmacılara karşı uyguladığı politikaları protesto etmek için fırlattığını söyledi. Ayakkabı fırlatma olayı, ABD Başkanı W. Bush George Bush’un Irak’ta, dönemin Başbakanı Nuri El Maliki ile ortak bir basın toplantısı düzenlediği sırada uğradığı ayakkabı saldırısını hatırlattı bizlere.
Aslında uygulamaya konulan sınır güvenliği politikası, Aralık 2013’den bu yana, Kıta Ülkesi’nin kara sularına sadece bir sığınmacı botunun gelmesinin açıklanması açısından başarılı bir tedbir olarak kabul edilebilir. Sevindirici olanı, bu politikalar nedeni ile insanların, ‘Yeni bir umut’ hayaliyle hayatlarını tehlikeye atmamaları ve sığınmacı facialarının artık yaşanmamış olması. Ancak bir de madalyonun öbür yüzü var. Mesela, Myanmar’da zulüm ve ayrımcılıktan kaçan Arakanlı Müslümanların okyanusun ortasında terk edilmesi son derece üzüntü verici bir tablo. Tayland’ın da kabul etmediği Arakanlı Müslümanlara (Rohingyalar) Endonezya ve Malezya sahip çıkarak geçici olarak ülkelerinde kalmalarına izin verdi. Yeni Zelanda’nın da göçmenlere kapılarını açabileceklerini açıklamasına rağmen, Avustralya’nın bu konudaki sert tutumu anlaşılır gibi değil. Bu trajediye rağmen Başbakan Abbott; “Yeni yerleşimcilere Avustralya’nın kapılarının kapalı olduğunu üç defa hayır diyerek vurguladı. Yeni bir hayat isteyenlerin ülkeye teknelerle arka kapıdan değil ön kapıdan resmi kanallarla gelmeleri gerekli” şeklindeki açıklaması ise Avustralya’nın dünyadaki güzel imajının zedelenmesine sebep oldu.
Tony Abbott’ın ve Lowy Enstitüsü’nde ‘Ülkemiz insan hakları, demokrasi ve özgürlüklere bağlı demokratik kurumları ile dünyaya örnek diyen Dış İşleri Bakanı Julie Bishop’ın, okyanusun ortasında kaderine terk edilen Arakanlı Müslümanların içler acısı trajedisine değinmemesi tabi ki gözden kaçmadı. Maalesef, nalıncı keseri gibi bazen insan hakları, demokrasi ve özgürlükler tek taraflı işleyebiliyor. Singapur’a hediye edilen koalalar ve dünya medyasında nasıl yer aldığı ile ilgili bilgilerin teferruatlarıyla dile getirildiği konuşmada, Arakanlı Müslümanların unutulması ise çok düşündürücü ve üzücü… z.polat@zamanaustralia.com.au