Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dönemin başbakanı olarak yolsuzluklardan bunalıp, buhrandan buhrana gark olurken, gündemi değiştirmenin ince hesaplarına da samimi ve pek müdekkik bir alaka gösteriyordu.
Muhterem Hocaefendi, en ‘hit’ konusuydu. Evlenmediği halde çocuk sahibi olmamasını, kendisine değer atfettiği için gönderdiği tesbihleri ağzına dolamıştı. Eline ne geçirirse atan, ağzına ne gelirse söyleyen, izanı ve insafı körelmiş bir siyasetçiye dönüşüyordu, Erdoğan. Bu, ne sevdiğimiz, yıllarca desteklediğimiz Erdoğan’ın üslubuydu, ne de kendimizi zorlasak ta tahayyül edebileceğimiz bir seviyeydi.
İpin ucu kaçtı. Mart ayı başlarında Isparta’da yaptığı mitingine Hocaefendi’nin müteveffa II. John Paul’le görüşmesini malzeme yaptı. ‘Maşallah Papa’yla el ele kol kola fotoğrafları var biliyorsunuz.’ Dönemin Başbakanı, Hocaefendi’yi itibarsızlaştırmak için Papa ile tarihi ziyaretini Hizmet’in ‘çürümüşlüğüne’ hüccet gösteriyordu.
‘Allah imhal eder, ihmal etmez’ derler. Yani kuluna mühlet verir, nefsini terbiye etsin, hatasını fark etsin diye. Erdoğan, müteveffa Papa’yı diline dolamasının üzerinden 9 ay geçtikten sonra yeni Papa’yı ehemmiyeti biraz da Ak Saray’ın meşruiyetini artırmak için abartılarak Türkiye’de ağırladı. Çok da iyi etti.
‘Maşallah Papa’yla el ele, kol kola fotoğrafları’ sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada ilgi gördü. Bu fotoğraflardan herkesin mutlu olması gerekiyor. Sadece bir ayrıntıyı atlamadan. Erdoğan, Papa’yı Batı aleminin temsilcisi konumuna oturttuktan sonra ‘çifte standartlardan’ şikayet ediyor. Şöyle diyor:
“İşte bu çifte standartlı tutum, bu adaletsiz yaklaşım sadece İslam dünyasındaki kitlelerin ruhunda değil, adalete gönül veren tüm insanların ruhunda tamiri zor tahribatlar açıyor.” Bütün ruhumuzla katıldığımız bir tespit: Çifte standartlı tutum her değeri, her kutsalı tahrip ediyor. Başkası görüştüğünde ‘ihanete’ delil teşkil eden bir makamı, siz ağırladığınızda şahsınızın büyüklüğüne yormamalı.
Hocaefendi, 1998’deki ziyareti için müteveffa Papa’ya yazdığı mektupta, Katolik dünyanın liderine ‘Pek muhterem Papa cenapları’ diye hitap ettikten sonra dinlerarası diyaloğun ehemmiyetine işareten “İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinlerarası diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.” teklifini getiriyor.
Erdoğan, Hocaefendi’nin Vatikan ziyaretinden 16 yıl sonra Ankara’yı ziyaret eden yeni Papa’ya gönderdiği davet mektubuna ‘Kutsiyetpenahları Papa Fransuva’ hitabıyla başlıyor. “Günümüzde farklı dinlerin mensupları arasında diyaloğa ve karşılıklı anlayışa her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.” diye devam ediyor. Basın toplantısında da “Farklı düşündüğümüz hemen hemen hiçbir konu yok.” diyor. Memnun olunması gereken tam bir uyum, tam bir ‘el ele, kol kola’ durumunun altını çiziyor Cumhurbaşkanı.
Hocaefendi’yi izansızca tenkid edip de, yaptıklarını birebir taklit edenlerin sayısı az değil. 1994’te demokrasiden dönüş yok dediğinde bizim mahallede büyük bir vaveyla kopmuştu. Bugün iktidarın en üstünden altlarına kadar kendilerine yer tutmuş birçok AKP’li o dönemde demokrasiyle ilgili veciz ifadelerini kamuoyuyla samimane paylaşıyordu. 28 Şubat’tan sonra demokratlaşmaya başladılar sanmıştık, 17 Aralık’tan bu yana hızla asıllarına rücu ediyorlar.
Hocaefendi, Avrupa Birliği’nin sadece ve sadece Türkiye’nin menfaatlerine olduğunu, ülkenin süreci kullanarak kemikleşmiş sorunlarını çözebileceğini söylediğinde, bugün iktidarda olanlar AB’yi ‘Hıristiyan Kulübü’, ‘Türkiye’yi iliklerine kadar sömürecek habis bir topluluk’ olarak görüyordu. Daha sonra AKP’nin AB tercihindeki en etkili kişi olarak anılan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 1995’te Meclis’te Gümrük Birliği’ne ilişkin yaptığı konuşma AB’ye ilişkin kanaatleri açısından ibretamiz. 28 Şubat’tan sonra AB’yi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni keşfedenler, iktidara geldikten sonra Brüksel’e dört elleriyle sarıldı. 2011’deki seçimlerde yüzde 50’yi alıp, asker ve yargı vesayetini gerilettikten sonra ‘Kopenhag Kriterleri de neymiş’ demeye başladılar.
Erdoğan doğru söylüyor, çifte standart tahrip gücü yüksek ahlaki bir düşkünlük. Tutarlılık da her babayiğidin harcı değil.