İran’ın
gençlerinde dinsizlik oranı şu an yüzde otuz altının üzerinde. Çok ilginç
Türkiye’de İmam Hatip okullarında beş vakit namaz kılma oranı yüzde on
civarında. Bu rakamlar dinin ne kadar zayıfladığının ve gelecekte de daha da
zayıf olacağının açık alameti. Çünkü liderler hele Diyanet Reisi yalan söyler,
iftira atarsa halkın çoğu da yalancı olur.
Doç.Dr. Salih Yücel
Diyanet ile ilgili geçen
hafta yazdığım düşüncelerimi, bu hafta da devam paylaşmaya devam ediyorum. Cumhuriyet tarihi
boyunca bütün siyasiler önce medyayı sonra da dini kontrol altına alarak dinin
istediği gibi değil, kendi siyasi görüşlerine göre bir din ve bunu uygulayacak
bir ‘Diyanet istemişlerdir’. Ayrıca kendi görüşleri doğrultusunda olmayanların
dine hizmetini istemez, bir nevi, dini inhisar altına almak isterler.CHP
geçmişte dinde reform yapmak istedi. İlk yaptıkları iş Diyaneti kendi emelleri
doğrultusunda kullanmak oldu. Bir derece de başarılı oldular. Mesela
Bediüzzaman’ın Ulemai Su (kötü alim) diye tabir ettiği bir Diyanet Başkanı’ndan
fetva aldılar. Ezanı Türkçeleştirdikten sonra namazı da Türkçe kıldırmak
için Göztepe’de bir cami seçildi. İmam namazı Türkçe kıldırdı.
Selam verip arkasına dönünce camide ne cemaat kalmış ne de müezzin. Bunun
üzerine Türkçe namaz projesi rafa kaldırılmış. Benzer anlayışla, 28 Şubatçılar
da, Amerika’daki bir camiye heykel bile koydular.
Bediüzzaman hakkında
yalan ve iftira uyduranların bir kısmı da Diyanette çalışan aynı ekolden gelen
Ulemayı Su’dur. Fakat Üstad isim vermeden lahikalarda değinir. Mesela bir
Diyanet İşleri Reisi “Said Nursi’nin kapısını çalan, ona çarpılıyor” diyerek
onun hürriyetinin elinden almasına bir nevi destek oluyor. Cumhuriyetin
kuruluşundan bu yana en çok rahmetle anılan ve yazdığı Büyük İslam İlmihali ve
Istılahı Fıkhiyye Kamusu ile en etkili olan merhum Ömer Nasuhi Bilmen olup en
kısa müddet (bir yıldan daha az) Diyanet İşleri Başkanlığı yapmıştır. Onu
halkın gözünde alim yapan ve etkili kılan 1960’ta ihtilal yapan cuntanın dinde
reform isteğine karşı hapsi göze alarak “Bozulmayan bir dinde reform mu olur’’
diye redederek istifa etmiş ve makam uğruna dinini satmamıştır. Kendisi alim ve
de gözü yaşlı idi. Eşi onun bir gün
Süleymaniye Camii’ne liyakatli bir imam bulamadığı için hüngür hüngür ağladığını
anlatır. Aynı şekilde asrımızın Fahrettin Razi’si denilen İbn Ashur, Tunus’un
diktatöru Habib Burgiba’nın reform istegine karşı dik durmuş ve Arap aleminde
baştacı edilmiştir.
DİYANET’İN REİSİ
İFTİRA ATARSA, HALKIN ÇOĞU DA YALANCI OLUR
Günümüzde ki idareciler
geçmişte Diyanet’in bugünkü haline en çok karşı çıkanlardı, fakat bu
görüşlerinde yüz seksen derece dönüş yaptılar. Diyaneti kendi siyasi emelleri
doğrultusunda kullanmada CHP’yi fersah, fersah geride bıraktılar.
Başkan’a Yunus Emre’nin kitaplarını yırtıp atan Molla Kasım ve İmam
Gazzali’nin kitaplarını otuz altı yıl boyunca yasaklayan ve yakan kadı’nın
vazifesini verdiler. Ehli dalaletin mutfağında pişen ve kendilerinin
uyguladıkları ihtilalde bütün camileri de emellerine alet ettiler. Bediüzzaman
“Dini din dışında bir şey için kullanmak onu kalbinden hançerlemek gibidir” der
(Sunuhat s.336). Nitekim bunu yapan İran Mollari’nin camileri boşaldı. Cuma
günü camiye gidenlerin oranı Şah zamanınkinin dörtte biri. Gidenlerin çoğu da gitmek zorunda kalan devlet
memurları. İran’ın gençlerinde dinsizlik oranı şu an yüzde otuz altının
üzerinde. Çok ilginç Türkiye’de İmam Hatip okullarında beş vakit namaz kılma
oranı yüzde on civarında. Bu rakamlar dinin ne kadar zayıfladığının ve
gelecekte de daha da zayıf olacağının açık alameti. Çünkü liderler hele Diyanet
Reisi yalan söyler, iftira atarsa halkın çoğu da yalancı olur.
BU YANLIŞLAR
KARŞISINDA NE YAPILMALI?
Camilerin idaresi
Osmanlı’daki gibi vakıf sistemi uygulanmalı, hakiki âlimlerden oluşan ve
toplumun her kesimini kucaklayan bağımsız bir Din İşleri Şurası kurulmalı ve bu
meclis camilerin idaresi için sadece Kur’an ve Sünnete göre kriterler ortaya
koymalı, gerisine karışmamalılar. Şura’nın başına ise; dünyalığı olmayan, ilmi
ile amil, geceleri kaim, gündüzleri saim, İslam’ın evrensel prensiplerini çok
iyi bilen biri olmalı. Ve bu şahıs, en az Arapça ile İngilizcesi konuşabilen,
Doğu’yu da Batıyı da bilen bir şahsiyet olmalıdır. Şura üyeleri devletten maaş
almamalı, idareden her türlü manada bağımsız olmalıdır. Devlet ise imamlara
maaş yerine camilerin toplum hizmeti projelerine maddeten destek olmalıdır.
Vakıflar Diyanete ayrılan bu bütçe ile, şimdi hizmetin üç dört katını yapar,
çünkü kendi aralarında bir yarış başlar ve kendilerini hem yeniler hem de geliştirirler.
Evet, günümüzde dört büyük imamın yolundan gidip idarecilerin kapısını
aşındırmayan, istiğna prensibine sıkı sıkıya bağlı olan, dinini dünyalığa
satmayan Ömer Nasuhi Bilmen gibi; Diyanet reislerine ihtiyaç var.
Bediüzzaman’a Kemal Paşa bir araba (o gün için Türkiye de belki toplam üç yüz
beşyüz kişide vardı) ve dört milletvekilinin maaşına denk para vererek doğu ve
güney doğuya gezici vaiz olarak tayin etmek ister, fakat o reddeder. Evet tarih
boyunca büyük âlimler istiğna prensibine sımsıkı sarılmışlar. İmam Gazzali
idarecilerden hiç bir şey almamaya yemin etmiştir. Bazı âlimler istiğnayı
vacip, Bediüzzaman ise istiğna prensibini nerede ise farz gibi görmüş, “O
prensibe uymakla mükellefiz”demiştir. Diyanet mensupları başta olmak üzere dine
hizmet etmek isteyenler, bu prensibi tabiatlarının bir parçası haline
getirmeliler.
İşte o zaman Molla
Kasım değil, Yunus, kitap yasaklayan yakan Kadı değil, İmam Gazzali’lerin
yolunda olurlar. Diyanet’in herkesi kucaklayan Yunuslara, Mevlanalara ihtiyacı
var, Molla Kasımlar veya kitap yakan kadılara değil. Ama tarihte her Yunus’un
bir Molla Kasım’ı ve her Gazzali’nin de kitabını yakan bir kadısı olmuştur.
Not: Bir önceki yazımdan dolayı bir dost
arayarak “Diyanet görevlilerinin camilerde çocuklara din dersi verdiklerini ve
Kur’an öğrettiklerini belirtti. Çok doğru bu noktayı belirtmem gerekirdi, kaçırmışım.” yucelsalih@yahoo.com