ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Ecnebi
topraklarına düşen ‘Sürgün’ hayatları sizinle paylaşmak istiyorum.
Düşünceleri farklı;
sürgünleri, acı hatıraları ve ayrılık türküleri aynı olan kitlelerden
bahsediyorum.
Hani şu geçmiştekilere
“Komünist”, dünkülere ”Bölücü/Kürtçü” bugünkülere ise; “terörist” diyen, aynı
devletin standart zekalı ve sabit kafalıları var ya…
Şair’e de sanatçıya da,
öğretmene de tek etiket: “Vatan haini”.
Sondan başlayayım…
Binlerce muhacirden biri olan
Yasin Öğretmen’in ter-ü taze hikayesini sizlerle paylaşarak, coğrafyamızın son
bir asırlık trajedisinin değişmezliğine dikkat çekmek istiyorum…
Yasin Karaman’ın hüzünlü hayat
hikayesi, Anadolu’da halen yaşanan ve memleket ötesine taşan binlerce acıdan
biridir.
Yasin’in son yolculuğunda,
annesinin Fransa’daki Aix En Provence Müslüman Mezarlığı’na kadar
taşıdığı ‘Kürtçe ağıt’ adeta memleket evladının bir kaderi gibi.
Yasin Öğretmen, binlerce
eğitimci gibi; üniversiteden mezun olur olmaz Erzincan’dan Hicret yoluna çıkar.
Önce kavurucu sıcakların kıtası Afrika’ya, ardından da Fransa’nın Akdeniz sahil şehri Marsilya’ya uğradıktan
sonra, ebedi yolculuğa devam eder.
Afrika Mali’de öğretmenlik
yaptığı okulu, sıcak yuvası haramiler tarafından gasbedilince çaresiz Fransa’ya
iltica eder.
Hastalanınca, uzun süren
tedaviler başlar.
Amansız hastalık bırakmaz
yakasını ve yorgun bedeni, ruhunun ufkuna yürür.
Bu gencecik fidanı, Yasin’i ve
aynı kaderin izini sürenleri anlatmak niyetim: Sürgünler, acı hatıralar, herc-ü
merçler…
Dünden bugüne zorba
yönetimler, tahakkümler, kadın, erkek, çocuk, bebek demeden muhalifini ezme
hevesleri…
Hükmetme sevdasıyla
kardeşlerini, yavrularını gözlerini kırpmadan boğduranlardan, bugünkü zorbalara
geldik.
Ya benimsin, ya da kara
toprağın zihniyeti…
Yasin Öğretmenleri kavuran
ateş, çok can yaktı, yakmaya devam ediyor.
Zaman zaman, tempo düşüren ama
bitmeyen eziyet, bizim toprakların kaderi sanki.
Zorba zihniyet, önce hedef
belirliyor, hedefini şeytanlaştırıyor.
Sonra da, her türlü kötülüğün
faili haline getiriyor hedeflediklerini.
Türlü komplolarla devre dışı
bırakmaya çalışıyor.
Kardeşlerini katledenler hangi
vicdan rahatlığıyla bunu yaptılarsa, onlar da aynı vicdan rahatlığıyla
yapıyorlar bunları.
Yani dünden bugüne, miras
yaptıkları…
Ha, bir de şöyle oluyor:
Nasılsa, dönem dönem hafif bir merhamete geliyor bu çark, yarım ağızlı özürler
dileniyor, iade-i itibarlardan bahsediliyor. Ama bu durum uzun sürmüyor, tekrar
fabrika ayarlarına dönülüyor ve zulüm çarkı, tekrar dönüyor.
İki ileri, bir geri, sağa sola
çalkalanıp gidiyoruz.
Eller yol bulup medeniyetler
inşa ederken; dünya yıldızı, ülkelerini yeni yıldızlarla süsleme derdindeyken,
biz bu yalpalamayla, bir yere varmaya çalışıyoruz.
Demokrasi, huzur, barış,
esenlik, yüksek milli gelir, refah…
Belki, kim bilir hangi bahara?
Günah defterimiz kabardıkça
kabarıyor, karanlık sayfalara yeni sayfalar ekliyoruz.
27 yaşındaki Yasin Öğretmen,
ne demiş biliyor musunuz?
“Dirimi istemeyen
ülkeme, cesedimi de emanet etmeyin.”
Bu masumlara nasıl bir kin
beslediniz ki, Yasin’i, Yasinleri böylesine kırdınız?
Gözü dünyayı, dünya malını
görmemiş, bütün hayali güzel insanlar yetiştirmek ve onlara güzel bir hayat
sunmak olan bu insanlar kime ne yaptı ki?
Aktörler değişti, uygulamalar
değişmedi. Hep birileri kurban oldu. Ortadan kaldırılması gereken bir hedef
olmaksızın, devamı mümkün görünmeyen bir sistem kurulmuştu tarihi yarımadada.
‘Düşmanım sen benim hızımsın’
diye hamasetle büyütülmüştü bugünkü muktedirler.
Haset, kin üzerinde yükselen
iktidarlar; beri yanda, sürgünler, baba ocağına hasret geçen uzun, upuzun
yıllar ve bir avuç seveninin katılımıyla musalla taşındaki son yolculuklar…
ŞAİR
NAZIM’IN 67 YIL ÖNCE YAŞADIĞI FİLMİN TEKRARI…
Şair Nazım, 10 yılı aşkın bir süre
hapis yattı, o bir komünistti, ortadan kaldırılması gereken bir hedefti.
Çareyi, ülkeyi terk etmekte
buldu.
İstanbul ve ülke özlemi onu
kasıp kavurdu, gurbette can verdi.
Onu bahtiyar kılan memleket
türkülerini, doya doya dinleyemedi.
Farklı düşünce takipçisi nice
vatan evladı, Nazım’la aynı kaderi paylaştı.
Yüce menfaatleri için her
urbaya bürünen ceberrut yapı, düşünce farkı gözetmeksizin, iktidarı için
tehlikeli gördüklerini bertaraf etmeye çalıştı ve çalışıyor…
Yetmedi, kamplara böldü
yavrularını.
Bu kamplar; ırklar kampı,
inanç kampı, siyasi taraftarlık kampı olarak şekillendi ve vatan evladı
birbirinin kurdu haline getirildi.
Gidenlerin geride
bıraktıkları, bu yanda onlara hasret ömür sürenler de ayrı bir bahis.
Nazım’ın Piraye’si, Münevver”i ve
Memed’i…
Ahmet Kaya’nın Gülten’i, Melis’i ve Çiğdem’i…
Yasin Öğretmenin kendisi gibi
öğretmen eşi Büşra ve geride bıraktığı evlatları Muhsin’i…
Nazım Hikmet, Memet’ine şu
satırlarla seslenir Varna’dan:
Karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varna’dan,
işitiyor musun? Memet! Memet!
Karadeniz akıyor durmadan,
deli hasret, deli hasret,
oğlum, sana sesleniyorum,
işitiyor musun? Memet! Memet!”
Ahmet Kaya, bir CD hazırlığı
yaptığını, ana dili Kürtçe bir şarkı da okuyacağını söylediğinde linçe maruz
kalmış, hain ilan edilmiş, çar naçar türkülerinin, şarkılarının kaynağı
toprakları terk etmişti. O da Yasin Öğretmen gibi, Paris’te can vermiş, ecnebi
topraklarında toprağın bağrında yatıyor.
Yaşarken ne çok acı
biriktirmişti Ahmet Kaya, içi yanmış, haykırmıştı. Bugün de yüreği yanan geniş
kitleler de onunla aynı acıyı haykırmıştı:
“Başıma
neler geldi sana diyemedim
Beni
kaç kere dövdüler,
Adını
söylemedim of, of, of, of
Yıkılsın
evin.”
Bu haykırış
ve duyulmayan sızlanışlar bugün de devam ediyor, belki de daha büyük…
‘Hoşçakalın gözüm’ isimli
albümünün kayıtlarını yaparken kalbine yenik düşmüş ve aramızdan ayrılmıştı, 18
yıl önce, Yasin Öğretmenin de hayatını kaybettiği yine bir Kasım ayında. Sol
görüşe sahip “Bölücü bir Kürt!” olmasına rağmen, en katı sağcılar ve taassubu
en hassas kitleler bugün, büyük bir hasretle, hüzünle şarkılarında kendilerini
buluyor. Zira şarkıları sınıfsal, etnik, siyasal ve inanç açısından çeşitli
baskılarla dışlanmış ve ezilmiş kitlelerin sesiydi. Karanlık ellerin kurbanı,
meçhulü belli failleri bulunmayan mağdurların aileleri olan ‘Cumartesi
Anneleri‘ne de, 28 Şubat’ın gözü yaşlı, başörtülü, genç hanımlarına da destek
vermişti.
Kaya’nın yıllar önce söylediği
‘Beni bul Anne’ şarkısı Yasin Öğretmenlere, zindanlarda tutsaklara, işkence
görenlere ve dünyanın dört bir yanına dağılmış ve parçalanmış aile fertlerine
de hitaben söylenmişti sanki. Önceki gün oğlunu Fransa’da son yolculuğa
uğurlarken evladının tabutuna sarılıp dizlerinin üstüne yığılıp kalan Yasin
öğretmenin annesi de, bu şarkılarda gezip duran anne gibiydi.
Beni bul Anne!
Dün gece gördüm
düşümde
Seni özledim anne
Elin yine ellerimde
Gözlerin ağlamaklı
Gözyaşlarını sildim anne
Camlar düştü yerlere
Elim elim kan içinde
Yanıma gel yanıma anne
İki yanımda iki polis
Ellerim kelepçede
Beni bul beni bul anne…
YASİNLER,
GÖKHANLAR, HÜSEYİNLER, MALİKLER, AYŞELER VE CEMAL UŞŞAKLAR…
Fazla söze ne hacet, adresi,
kimliği, dini sorulmaz mazlumun. Zira aynı kaderde buluşur onlar, benzerlik arz
eder yaşanılanlar.
Yasin Öğretmen, Erzincan’da
eğitimini tamamlar tamamlamaz, dünyadaki nefreti azaltmak, barış adacıklarında
yeni fidelikler oluşturmak için, önce Afrika Gine’ye daha sonra da Mali’ye
öğretmen olarak hicret eder.
Afrika, Gine, Mali, binbir
zorluklarla inşa edilenler, haramilikler, gasplar…
Pasaportsuz geçen günler,
Çaresiz Fransa seyahati…
Amansız hastalık ve öteye
yolculuk.
Yasinler, Gökhanlar,
Hüseyinler, Haliller, Malikler, Ayşeler ve Cemal Uşşak onlarcası… Emin diyarlar,
emin melikler için göç olup yola dizilenler, bir nefeslik yöre arayanlar, barış
adalarını kurmak için çırpınırken, Ege’de ve Meriç’in derinliklerinde hakka
yürüyenler….
Son söz:
Hayata başka başka
pencerelerden baktılar, düşünceleri, bakışları farklı farklıydı onların…
Lakin boyun bükmediler, bel
bağlamadılar, zora talip oldular, menfaate dudak büktü, oralı olmadılar…
Dertliydi onlar, dert aşığın
mihnetiydi, dert emanetti…e.cansever@zamanaustlaria.com.au