Değerli dostlar, belki bazılarınız sosyal medyada görmüş olabilirsiniz. 17 Mayıs 2025 tarihinde Çağlayan Dergisi “Birlikte Yaşama Kültürü” temasıyla Hollanda’nın Nijmegen şehrinde bir sempozyum düzenledi.
Bir vesileyle bu sempozyumu izleme imkânım oldu. Orada bildiri sunanlardan biri de Hilal Nesin hanımefendi idi. Kendisini ilk defa orada tanıdım. O gün elindeki bildiri metnine bağlı kalmaksızın bizim de ezberlerimizi bozan çok güzel bir sunum yaptı. Sempozyuma ara verildiğinde onun kaleme aldığı “Albatros Fırtınası” isimli kitabı satın alarak kendisine imzalattım.
Sempozyumda yaptığı konuşmayla zihinlerimizdeki konforu alt üst eden Nesin’in bu eserini okudum. Kitabına aldığı hanımefendilerin yürek yakan hikayelerine rağmen dimdik ayakta durmaları bana Doğukan Manço’nun “Öldürmeyen her darbe güç verir bana…” şarkı sözlerini hatırlattı. Siz de şayet bu sözün ete kemiğe bürünmüş halini görmek isterseniz “Albatros Fırtınası” adlı kitabı okumalısınız.
Bilenlerin malumudur. Albatros; okyanuslarda büyük kanatları ve efsanevi yön bulma yeteneğiyle bilinen bir kuş türü. Fırtına ise sadece meteorolojide kullanılan bir hava olayı değil; mecazî olarak sarsıcı, travmatik ve yıkıcı olayları ifade etmede kullanılan bir sözcük. “Albatros Fırtınası” tamlaması ise, Hilal Hanım’ın elinde zulme ve gadre uğrayan kadınların mücadelesini anlatan çarpıcı bir metafora haline gelmiş.
O, bu kitabın ön hazırlığını yaparken toplamda gadre uğramış 300 kadınla görüşmüş. Fakat bunlardan yalnızca 18’inin hikâyesini alabilmiş bu kitaba. Yaşadığımız son süreçte özellikle Hizmet Hareketi mensuplarına, Kürtlere, Alevilere, Ermenilere ve daha birçok muhalif kesime reva görülen zulümleri çok enfes şekilde resmetmiş. İlk ağızdan, doğrudan ve bire bir şahitliklerle senaristlere çok büyük bir malzeme sunmakla kalmamış, ayrıca tarihe de not düşmüş.
Malumunuz eskiden özellikle kadınlara yapılan bu tür onur kırıcı hadiseler ar meselesi kabul edilir ve kolay kolay anlatılmazdı. Bu yüzden olsa gerek zulümler hala varlığını sürdürüyor. Hilal Hanım, “Sen anlatmazsan, kimse anlatmaz.” diyerek görüştüğü hanımefendileri ikna etmiş. Fakat merak ettiğim bir şey var. Hikayesini dinlediği 300 kişinin onca acısını kendisinin nasıl dayanabildiği. Zira kitapta bahsi geçen bayanların acılarını okumak bile insanın nevrini döndürüyor.
Kur’an’la az çok meşguliyeti olanlar bilir. Firavun Hz. Musa’ya iman eden kimseler için “Onun yanında bulunan müminlerin oğullarını öldürün, kızlarını ise hayatta bırakın!” (Mü’min, 40/25) der. Ancak bu süreçte Firavun’un yaptığının ötesinde işkence çeşitleriyle kadınlarımıza, kızlarımıza ve bacılarımıza dokunuldu. Hem de bunu yapanlar işkence yaparken mola esnasında namaz kıldığını iddia eden sözde mümin görünümlü vahşilerdi. O yüzden kitabı okurken kendi kendime dedim ki; Şeytan bile bunların yaptıklarında utanmıştır. Zira bu kadarını onun bile düşünmesi söz konusu olamaz.
Kitapta acılar ayrı, hikayeler ayrı, yaşananlar ayrı olsa da her kesimden insanın hikâyesine yer verilmiş. Sözlü tacizler, fiili tecavüzler, gözle görünür işkenceler, baskılar ve neticesinde yaşanılan göç. Zorunlu gidişin yıktığı bu şefkat kahramanı kadınlarımız, her ne kadar gittikleri yerlerde tekrar toparlansalar da hala üzerlerinde yaşadıkları travmanın etkisi var. Ancak travma yaşatılanlar sadece bunlarla sınırlı kalsaydı keşke… Belki de sizler bu kitabı okuduğunuz günlerde arkası kesilmeyen fırtınaya yeni kadınlar, kızlar ve çocuklar eklenmiş olacak…
Kitapta hepinizin yakından bildiği bir örnek var. Ahmet Burhan Ataç ve annesi Zekiye Ataç’ın arşı titreten çığlıkları. Sanırım hatırladınız…
Burhan, henüz 8 yaşındaydı. Anne-babası birlikte tutuklandıktan sonra kemik kanserine yakalanmıştı. Sonra annesi salıverildi. Birçoğumuz onu, sosyal medyada yayınlanan “Babama sarılmak ve iyileşmek istiyorum” videosuyla tanıdık. Kalemi kırılası Hakimler, annesinin yurt dışı çıkış yasağını kaldırmadığı için Almanya’daki tedavisi tamamlanamadı ve göz göre göre ölüme gitti. Babası Harun ise cenazeye getirildiğinde ellerindeki kelepçeler yüzünden oğlunun mezarına bir kürek toprak bile atamadı.
Bir annenin evladına sarılmasına bile izin vermeyen bir zihniyeti bu kitapta okumak utanç verici olsa da gelecek nesillere aktarılması için mutlaka okunmalı. Bürokratik kadroların kalpsizliği ve devletin asık suratı… Kemik kanseri olan ve annenin gözü önünde eriyip giden bir can…
İşte, bu ve benzeri 18 hikâyeyi okurken “Yazıklar olsun” demekten kendinizi alamayacaksınız. Kitapta sadece Ataç ailesinin mensup olduğu Hizmet Hareketine bağlı insanlardan bahsedilmiyor. Tam aksine farklı inanç, etnik ya da ideolojiye sahip kimliklere de yer verilmiş. Fakat hepsinin ortak noktası ise aynı devlet mantalitesiyle önce muhalif olmakla suçlanmış ve sonra da tenkile tabi tutulmuş olmaları…
Evet, Hilal Hanım’ın kaleme aldığı “Albatros Fırtınası”, sadece bilgisayarın tuşlarıyla yazılan bir kitap değil, tam aksine kalpten gelen samimi duyguların kâğıda döküldüğü bir eser olmuş. Kendisi hem bir hanımefendi hem de bir anne olması hasebiyle yürek sızısını dile getirmiş. Bu yüzden okurken acının size dokunduğunu hissediyorsunuz. Demem o ki, bu kitap, sadece tarihe düşülen bir not değil tam aksine, insanlığın duyarsız vicdanına seslenen bir belge niteliğinde.
Hilal Hanım bu işi göğüslemekle zora talip olmuş ve onu da başarmış. Sûreten medeni görünen insanlık vicdanına yazılı bir belge sunduğu için kendisine çok teşekkür ediyorum. Ayrıca mazlumların, mağdurların, masumların sesi olduğu için de…
Son olarak hiç vakit kaybetmeden kitabı alıp okumanızı tavsiye ediyorum. Ancak okuduğunuzda ümitsizliğe düşmek yerine filizleri budanmış üzüm bağı gibi yeni filizler vermeye bakmalısınız. Manço’nun şarkı sözlerinde dediği gibi “Öldürmeyen her darbe güç verir bana…” deyip yola devam etmeliyiz/etmelisiniz.