Bir önceki yazımda bahsettiğim iftira kampanyalarının sürdüğü 1999 yılının o sıkıntılı günlerinde yani Sabah gazetesinin o malum dizisinden birkaç gün sonra Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapılmıştı.
Öbür gün yine malum medya Milli Güvenlik Kurulu’nda tam iki buçuk saat M.Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet Hareketi üzerinde durulduğunu, irticanın kökünden bitirileceğini yazıyordu. Mesele manşetlere taşınmıştı. Fakat bize kesin bir bilgi gelmişti; iki buçuk saat değil, iki dakika bile böyle bir şey üzerinde durulmamıştı. Gerçi askerler bu hususta bir dosya sunmuşlardı, ama Başbakan Bülent Ecevit dik durmuş, dosyanın Milli Güvenlik Kurulu ile bir ilgisi olmadığını söyleyerek, kaldırıp bir kenara koymuştu. Biz bu mealde bir haber yaptık. Fikret Bila, işin aslını Başbakan Ecevit’e sordu. O da “evet” dedi. Yani Zaman’ın haberi, bir harman yalanı yakıp bitirmişti…
Bundan birkaç gün sonra Strazburg’a gitmiştim. Döndüğümde yine Sabah gazetesinde bir haber gördüm. Benim, İsmail Büyükçelebi arkadaşımızın isimlerimizi vererek, bir haber yapmıştı. Allah’tan İsmail Hocamız’la bizim odada beraberdik… Haberi yapan gazeteciyi aradım. “Bak biz buradayız… Bu nasıl haber? Arkadaşım, benim bir hafta sonra Hollanda’ya gitmem lâzım. UNESCO’nun Çocuk Hakları Yılı münasebetiyle ‘İslam’da Çocuk Hakları’ konulu bir tebliğ sunacağım. Senin bu yalan haberin yüzünden, bunlar yurtdışına kaçıyorlar diye hakkımda bir yurtdışı yasağı çıkartılırsa ne olacak? Eline medya imkânı geçiren böyle haberler yaparsa ne olur? Birileri de senin hakkında bir iftirada bulunsa evinden dışarı çıkamasan iyi olur mu?” dedim. “Ya bunu İslamcılar bize haber verdi. Biz onların yalancısıyız.” dedi. “Kimmiş onlar?” dedim. “İslamcı yazar İsmail Nacar.” dedi. Bir gazetenin genel yayın yönetmeninin de ismini verdi. Onu aradım, telefonuma çıkmadı. İsmail Nacar’a nasıl ulaşayım. Hemen Samanyolu Televizyonu’nu aradım. Kameranın karşısına geçip, Sabah’ın bu yalan haberi üzerinde durdum. “İşte biz buradayız… Bunu İslamcı yazar İslam Nacar söylemiş. Ömrümde hiç yüz yüze gelmedik. Sadece bazen TV kanallarında görüyorum. Yolda görsem tanımam. Bizim hakkımızda nasıl böyle bir bilgi verebilir?” dedim.
Tabii ilk haberlerde bizim bu sözlerimiz Samanyolu’ndan verilince İsmail Nacar, telefonla aradı. “Valla kardeşim, doğru söylüyorsun, yolda karşılaşsak birbirimizi tanımayız!” dedi. “Peki bu yazılanlar neyin nesi?” dedim. “Bana sordular, ben de bütün İslamî; cemaatlerde bir tedirginlik olduğunu söyledim, o kadar.” dedi. “O zaman, onların yakıştırıp uydurduklarını tekzip et, öyleyse…” dedim. Daha sonra Sabah tarafından öyle bir yalanlamanın neşredildiğini görmedim…
Şimdi eğer kendi gazeteniz ve televizyon kanalınız olmazsa çamur atarlar ve üzerinizde kalır. Koyununuz çalındığı halde, sizi koyun hırsızı yaparlar. İnsanları “semmâûne lil kezib” çok yalan dinleyenler konumuna sokarlar… Sizin de bu yalanları bertaraf etmek bir vazifeniz. Unutmayalım ki, Bediüzzaman Hazretleri’nin de Yirminci Söz’de işaret ettiği gibi âhir zamanın en güçlü silahı, her çeşidi ile belagat ve beyandır yani medyadır. Bu güçle insanlar maalesef güdülmekte ve yedilmektedir. Siz bunun doğrusunu ve müsbetini yapmak zorundasınız…