Günümüzde sıkça kullanılan “her şerde bir hayır vardır” tabirinin İslam teolojisindeki yeri nedir? Gerçekten her şerde bir hayır olabilir mi?
Aslında bu tabir İslam akidesi açısından ciddi teolojik problemler içermektedir. Her şerde hayır vardır tabirindeki birinci problem her şerrin aslında hayır olduğunu ve dünyada şer olmadığını iddia etmektir ki, bu, Allahın (cc) Kur’anda insanları sürekli şerden uzak durmaları için uyarması ile tezattır. Dolayısıyla, her şerde hayır var ifadesi teolojik perspektiften doğru değildir. Mesela, adam içki içiyor, kumar oynuyor ama bunda da bir hayır var demek caiz değildir. Şer kelimesi İslam itikatında yapılmaması gereken kötü amel, hayırlı olmayan iş manaları taşır, dolayısıyla hayırlı olmayan işlerde hayır var denilmez.
Bununla beraber, Müslümanlar olarak her birimiz ‘Amentü Billahiyi’ okurken, hayrihi ve şerrihi min Allahi Teala diyoruz, yani hayrın da, şerrin de Allah tarafından yaratıldığını ikrar ve tasdik ediyoruz. Fakat, imanın şartlarından olan bu temel prensip bile bazen yanlış anlaşılabiliyor. Aslında bu itikadi prensip, insan fiileri de dahil, kainat’ta meydana gelen her şeyin Allah tarafında yaratıldığını ifade ediyor. Fakat bir şeyi yaratmakla, onu emretmek farklı şeylerdir. Allah şerri emretmez ama insan iradesine ve kesbine bağlı olarak yaratır. Bunun çok ehemniyetli iki nedeni vardır, birincisi, dünyanın bir diyar-ı imtihan olması ve bu imtihanın gerçekleşmesi için de hayır ve şerrin vucüd bulması gerekliliğidir. İkincisi ise, imtihan için insan iradesinin iptal edilmemesi gerekliliğidir. Bu konuda Bediuzzaman hazretlerinin enfes bir yorumu vardır, buyurur ki halk-ı şer, şer değil, kesb-i şer, şerdir, yani şerrin yaratılması şer değil, şerrin talep edilip, işlenmesi şerdir. Evet, bu prensip insan fiillerinin hepsi için geçerlidir, yani insan iradey-i cüz’iyesiyle bir fiili işlemeyi talep eder, kesb eder, Cenab-ı Allah da külli iradesiyle ve kudretiyle, o fiili yaratır. Burada talep edilen fiil hayır da olsa, şer de olsa yaratılır ve sorumlusu fiili yaratan değil, iradesiyle talep edip, işleyendir.
Ehl-i Sünnet vel-Cemaat uleması meseleyi Cenab-ı Allahın selbi ve subuti sıfatları açısından değerlendirmiş, kader ve irade tartışmasında Mutezilenin “kul fiillerinin yaratıcısıdır” iddiasını da, Cebriyenin “kullar rüzgarda savrulan yapraklar gibidir” yorumunu da reddetmiş ve orta yolu seçerek, kul iradesiyle talep ve kesb eder, Allah yaratır, demiştir. Dolayısıyla, insan fiilleri de dahil, Allah yaratmadıkça dünyada yaprak bile kıpırdayamaz. Buna göre kainatta meydana gelen her hadisenin gerçek faiili Allah’tır, sadece insan fiilerinin meydana gelmesinde insanın da bir rolü vardır, bu rol bir eğilim, talep ve kesb’ten ibarettir. Fakat burada çok önemli bir hususu unutmamak gerekir. İnsan, o yok denilecek kadar zayıf olan cüz-i iradesiyle çok büyük hasarlar ve zararlar açabilir. Kibrit küçüktür ama koskoca bir sarayı yakıp yerle bir edebilir. İşte insanın bu küçük iradesi de tarih boyunca çok büyük felaketlere neden olmuştur, bugün de olmaya devam etmektedir.
Şimdi dönelim başlığımıza, ‘her şerde hayır var mıdır’? Hayır, her şerde hayır yoktur ve her şerde hayır aramak İslam itikadına uygun değildir. Şer, adından da anlaşıldığı gibi şerdir, hayrın zıddıtır. Şayet şer derken, insan iradesi dışında meydana gelen bela ve musibetler kastediliyorsa, bunlar zaten hakikat nazarında şer değildir, her birinin arkasında bir takdir, hikmet-i İlahi vardır. Ancak musibet ve hastalıklar, arkalarında bir hikmet vardır diye talep edilmez, istenmez, fakat gelirlerse de tedbir, sabır ve dua ile mukabelede bulunmak lazımdır.
Bununla beraber, binlerce insanın ölümüne neden olan Coronavirüs gibi salgınlar için, bunda da bir hayır vardır, barlar ve kumarhanelerin kapanmasına vesile oldu gibi yorumlar yapmak da doğru değildir çünkü birileri de çıkar, Camiler de kapandı der. Dolayısla insanların hayatını tehdit eden bir virüs için sevimli tablolar çizmek, hoş geldin minik misafir gibi tabirler kullanmak, teşbih veya metafor da olsa hoş değildir. COVID-19 ne sevimlidir, ne de misafirdir. Bu virüs insan vucüduna giren işgalci bir mikroorganizmadır. Tek hedefi akciğer hücrelerini işgal edip, genetik materyalı kullanarak kendini kopyalıp, çoğalmaktır. Neticesinde de ardında ölü bir hücre bırakır.
Dolayısıyla bu virüsün sevimli bir yönü yok, bu nedenle her sorumlu Müslüman bu hastalığa karşı savaşmak ve topluma yayılmasını önlemek için gerekli tedbirleri almalı, sosyal mesafe kurallarına uymalı, sebeblere riayet etmelidir. Yapılan bu fiili dualara da, kavli duayla destek vermeli ve neticesini Allah’a havale etmelidir. Zaten Allah Resulü de bir beldede salgın hastalık zuhur ettiğinde oraya gidilmemesini, şayet hastalık bulunduğunuz beldede zuhur ettiyse, oranın terk edilmemesini tavsiye etmiştir.
Bizler pandemiklerin arkasında yatan hikmeti veya maksadı bilemeyiz: İlahi ikaz mıdır? Zulm ile abad olan insanlığa bir mücazat mıdır? Belki de tüm insanlık olarak, biz ne yaptık da başımıza böyle bir bela musallat edildi, mülahazasında bulunabiliriz.
Bilimsel sebebi ne olursa olsun, bu tip genel musibetlerde insanoğlunun muhakkak bir payı vardır. Kuran-ı muciz’ul beyan “başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir”, buyuruyor (Şura 30). Sonuç olarak, bu virüsün yenilmemesi gereken hayvanlardan mı, mikrobiolojinin tabiattaki organizmaların genetik yapılarına fazla müdahele etmelerinden mi yoksa hergün gelişen teknolojinin yeryüzüne yaydığı radyasyondan mı etkilenerek mutasyon geçirdiğini bilemiyoruz, fakat irademizi kullanarak gerekli tedbirleri almamız gayet mümkün. En doğrusunu Allah bilir. omeratillaergi@yepyeni.zamanaustralia.com