Son zamanlarda hizmet hareketi içerisinde, eli kalem tutan bazı arkadaşların cemaatin eksiklerini giderme, gedikleri doldurma, yıkılan duvarları örme, kırılan kalpleri tamir etme ve hizmeti daha güzel yerlere getirmeye çalıştıklarını görüyoruz.
Aslında bu gayretler “niyetler üzüm yemek, bağcı dövmemek” olduğu sürece, toplumun geleceği adına atılan müsbet adımlar olarak değerlendirilebilir. Fakat burada büyük hassasiyetle üzerinde durulması gereken bazı prensipler vardır. Problem çözme bir yetenek meselesidir ve bu misyonu üstlenen insanların bu konuda eğitimli olmaları elzemdir, yoksa problem çözme niyetiyle kullanılan yanlış method ve stratejiler, çözülmesi hedeflenen problemden daha büyük problemlerin oluşmasına neden olabilir. İslam Dini sadece itikat ve ibadetten ibaret bir din değildir. Toplumsal hayatta dengeleri, huzur ve barışı, uyumu ve adaleti tesis ve muhafaza etmek için muamelat, edep ve ahlak kavramlarını da belirli prensiplere bağlamıştır. Dolayısıyla, eleştiri ve problem çözme teşebbüslerinde de İslamın vazettiği ahlak ve edep kurallarını aşmamak gerekir. Örneğin, bir problemi çözme adına insanların ayıplarını araştırma, onları toplumsal platformlarda aşağılama, küçük düşürme, hedef gösterme gibi yollara tevessül etmek, problem çözmekten ziyade, problem üretmektir.
Kur’anı Muzicu’l Beyan, Hucurat S]resi 12. Ayette “Ey iman edenler! Zandan çok kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp, arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir” buyurmaktadır. Bu ayette Allah (cc) üç önemli hususa dikkat çekiyor ve iman edenlerin bu şeylerden kaçınmasını emrediyor. Suizan, tecessüs ve gıybet. Görüldüğü gibi, mesele İslami ölçüler çerçevesinde ele alındığında, eleştiri ve problem çözme teşebbüslerinde yukarıdaki hususları göz önünde bulundurmak gerekir. Aslında her mevzuda olduğu gibi, bu konuda da ders alınacak bir çok örnek Asr-ı Saadette mevcuttur. Mesela, bir gün Hz. Ömer (ra) mescidde vaaz ederken cemaaten bir zat yellenir. Ömer, “bunu yapan derhal kalkıp abdest tazelesin”, der. Bunun üzerine cemaatten biri ayağa kalkar ve “ya Ömer, hep beraber gidip abdest tazelesek”, der. Teklif Hz. Ömerin hoşuna gider ve cemaat hep beraber abdest tazeler.
Diğer bir örnek yine Hz. Ömer ile ilgilidir. Halifeliği döneminde geceleri sıkça sokağa çıkıp, halkın durumunu değelendirmektedir. Bir gece, bir evin önünden geçerken içeriden çalgı sesi gelir. Evin duvarından atlar ve penceresine yönelir. Ev sahibi içki içmekte ve hizmetçisine tef ile şarkı söyletmektedir. Ömer eve pencereden girer ve adamı azarlar. Adam, “ya Ömer ben bir hata yaptım ama sen üç hata yaptın”, der. “Efendimiz (sav) evlere kapılarından giriniz buyurur, sen duvardan atlayıp, camdan girdin. Kuran tecessüsü men eder, sen benim ayıbımı araştırdın. Yine Allah Resulü, insanlarla karşılaştığınızda önce selam verin, buyurur. Sen selam bile vermeden bana saldırdın”, der. Bunun üzerine, o büyük insan tek bir kelime söylemeden orayı terk eder. Bir süre sonra adam mescide gelir ve Hz. Ömer’e yaklaşarak sessizce, “ya Ömer vallahi o günden beri ben bir daha o günahı işlemedim”, der. Hz Ömer’de cevaben, “vallahi bende, hiç kimseye senden söz etmedim”, der. Hadisenin üzerinden 14 asır geçmiştir ve biz halen bu zatın kim olduğunu bilmemekteyiz.
Hataları düzeltmekte veya insanların onurunu kırmadan problem çözmede en güzel örneklerden biri de daha küçücük yaşta olmalarına rağmen, insanlığa müthiş bir edep dersi veren Hasan (ra) ve Hüseyin (ra) efendilerimizin hikayesidir. Mescid’de yanlış abdest alan yaşlı bir adamın yanına giderler ve amca biz kardeşimle hangimizin doğru abdest aldığı konusunda tartışıyoruz, bizi bir izlesen ve hangimizin yanlış aldığını söylesen, diyorlar. Adam izledikten sonra, gülümsüyor ve ikinizinki de doğru ama benimki yanlış, diyor.
Şimdi konumuza dönecek olursak, yukarıda verdiğimiz misaller yanlışların düzeltilmesi, hataların giderilmesi, hasar tespiti yapılıp, bozulan şeylerin onarılmasına gerek yok, hoş görelim gitsin anlamını taşımaz. Yanlışlar elbette düzeltilmeli, tıkanmış ve işlemeyen sistemler varsa değiştirilmelidir. İlaveten yapılan hatalardan dolayı insanlara veya kurumlara zarar geldiyse, sorumluları hesaba çekilmeli, uyarılmalı, vazifeli kişiler ise, duruma göre, ya vazifeden alınmalı veya daha uygun bir yerde istihdam edilmelidirler. Fakat çözümler doğru ortamlarda, istişare yoluyla üretilmeli ve hayata geçirilirken de Kur’an, sünnet ve hizmet düsturlarından taviz verilmemelidir. Buna nedenle, sosyal medya platformları problem çözüm yerleri değildir. Bu süreçte hepimizin şahit olduğu üzere, herkesin, her şeyi ölçüp, biçip tartmadan, vicdanını dinlemeden yorum yaptığı, daha da vahimi, kimin kim olduğunun bilinmediği ortamlarda büyük meselelere çözüm bulunmaz. Kanaatimce, sosyal medya, ihtiyaca binaen kullanılmalı ve bu platformlarda hak, hukuk, adalet savunulmalı. Fitne, fesada kapı açacak, uhuvvete zarar verecek tartışmalardan kesinlikle uzak durulmalıdır.
Derdimiz neyse doğru ortamlarda konuşalım, istişare edelim, esbaba tevessül edip çözüm üretelim. Yoksa, öteki tarafta: kırdığımız kalplerin, bozduğumuz birliğin, davadan soğuttuğumuz insanların hesabını veremeyiz.