Allah Resulü (sav) Sevr mağarasından yola çıkmadan önce dönüp Kabe’ye son bir defa bakıyor ve yaşlı gözlerle “senden çıkmaya mecbur edilmiş olmasaydım, seni asla terk etmezdim” diyor.
Aradan 14 asır geçmiş ve Kabe bugün yapayalnız. Adeta, “sizler akın akın gelip benim etrafımda pervaneler gibi dönüyordunuz ama bana olan sevginizde samimi değildiniz” dermiş gibi.
Allah’ın evleri bütün dünyada toplu ibadete kapanmış durumda. Camiler sanki “sizler fiziki anlamda omuza omuza dizilip safları sık tutuyordunuz ama manevi alemde birliğiniz yoktu, işte Rabbim de sizin aranıza böyle mesafeler koydu” dermiş gibi.
Aslında yeryüzü olduğu gibi Allah’ın mescididir, dolayısıyla inananlar için evler de birer ibadethanedir ama bu bizim meseleyi hafife almamız için bir neden olamaz. Belki de kapatılan mescitlerimiz için bizim de “mecbur bırakılmasaydım seni asla terk etmezdim” dememiz gerekiyor.
Dünya çok enteresan bir süreç yaşıyor. Tarihte Müslümanların baskı altında kaldığı ve zulüm gördüğü dönemler olmuş, fakat Allah’ın evlerinin toplu halde ibadete kapandığı bir dönem yaşanmamıştır. Yoksa dünya bizler için bir zindana mı dönüşüyor? Bu benzetme bana Allah Resulün ’ün bir hadis-i şerifini hatırlattı.
Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav) “dünya mü ‘minin zindanıdır…”, buyuruyor. Bu rivayet, gerçekten dünyanın Müslümanlar için hiçbir kıymeti olmadığını, geçici bir zindan hükmünde olduğunu, dolayısıyla dünyaya hiçbir değer verilmemesi gerektiğini mi ifade ediyor?
Hadis-i şerifin kastettiği asıl mananın bu olmadığını, Medine’de gayri Müslim bir adam ile zengin bir sahabe arasında geçen ilginç diyalogdan anlıyoruz. Rivayette bahsi geçen adam, sahabe-i kiram efendimize “sizin peygamberiniz bu dünyanın sizin için bir zindan, bizim için de bir cennet hükmünde olduğunu söylüyor, halbuki sen zengin bir adamsın, ben ise yokluk içinde yaşayan bir fakirim”, diyor. Sahabe, bu hadisin bir kıyas olduğunu ve mü’minler için bu dünyanın gidecekleri yere nispeten bir zindan olduğunu, inanmayanlar için de, gidecekleri yere kıyasen bir cennet olduğunu anlatıyor.
Yani, burada esas mesele dünyada yaşanan fakirlik ve zenginlik, zindan ve cennet hayatı değil, insan oğlunun son olarak varacağı ahiret yurdudur.
Evet, insanlar uzay boşluğunda yüzüp giden şu dünya gemisine, belirli bir süre seyahat etmeleri için, sırayla bindiriliyor ve süreleri dolduğunda da, amellerine göre layık oldukları limanda indiriliyorlar. Dolayısıyla, varılacak olan o son durağın ehemmiyetine binaen, bu gemide yapılan yolculuk büyük önem taşıyor.
Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, dünya hayatı ml’minler için ebedi bir hayatın kazanılacağı kısa ama önemli bir yolculuktan ibarettir. Dolayısıyla dünya hayatı bazı yönleriyle çok değerlidir. Bediüzzaman hazretleri bu konuyu enfes bir yorumla anlatır.
Der ki, dünyanın üç yüzü vardır, biri yaratıcısına, biri ahirete, biri de kendine bakar.
Yaratıcısına bakan yüzü şudur ki, kainat, Sani-i zül Celal’in isim ve sıfatlarını tecelli ettirerek, sanatını akıl sahiplerine sergilediği muazzam bir galeridir. Burada akıl sahipleri sözcüğü kasıtlı olarak kullanılıyor, çünkü sanatın değerini ancak akıl sahipleri bilir. Örneğin, dünyanın her hangi bir yerinde açılan bir resim sergisinin duvarlarında asılı olan muhteşem tabloları hayranlıkla inceleyen sanat sever insanlardan başka bir canlı türüne rastlamanız mümkün değildir. Veya yeryüzünde yaşayan sekiz milyon canlı türünden, insan hariç, hiçbir canlının bulutsuz bir yaz gecesinde Samanyolu galaksisini seyrederek şiir yazdığını göremezsiniz.
Dolayısıyla, Kitab-ı Kainat-ı Kebir dediğimiz bu muazzam sergi, akıl sahipleri için açılmış. Onlardan beklenen, bu muhteşem sanat eserinde Esma-i İlahin’in tecellilerini seyretmek, sanat sahibini tanımak ve muhatap alınmanın önemini idrak etmektir. Evet, insan fıtrat itibariyle tanımadığı birini sevemez. Bu nedenle, “ben Rabbimi seviyorum” diyen birinin, marifetullah vadilerinde dolaşarak, muhabbetullah’a ulaşmış olması gerekir…
Ggerekir ki ifadesinde samimi olsun.
Dünyanın diğer bir yüzü ise ahirete bakar. Dünya, ahirette gerçekleşecek büyük hasadın tohumlarının ekildiği tarladır. Evet, insan ektiğini biçer, dolayısıyla burada Tuba çekirdeği ekenler, ötelerde onun leziz meyvelerini toplarken, zakkum ekenlerin de tek gıdası onun meyveleri olacaktır.
Yukarıda bahsedilen misalden, dünyanın ahirete bakan yüzünün manevi bir tarla olduğu malumdur, fakat insan ve kainatı sadece madde açısından değerlendirenler, bu misali anlamakta zorlanabilirler.
Ah keşke biraz düşünselerdi, belki de insanın sadece amino asit ve proteinlerden oluşan molekül yığını olmadığını anlayacaklardı…
Evet insan bir organik madde yığını değildir, onun özü bilimsel yöntemlerle tespit edilemeyen ulvi değerler, duygular ve latifelerle donatılmıştır. Ve bu latifeler sayesinde, insan fıtrat-ı asliyesine rucü eder ve ahsen-i takvim mertebesine ulaşır.
Tabi yaratılış itibariyle, mertebesi melekler gibi sabit olmayan insan, bu manevi değerleri kin, nefret, haset, kibir, bencillik gibi menfi duygularla törpüleyip, körelttiğinde veya tamamen yok ettiğinde, maazallah esfle sefilin çukuruna da yuvarlanıp gidebilir.
İşte bu vahim akıbetten kurtulmanın yolu dünyayı yukarıda bahsi geçen ilk iki yüzüyle değerlendirmektir. Aksi halde dünya, üçüncü yüzü olan, yani sadece nefsi tatmin etme yeri olarak telakki edilecektir. Bu hataya düşenler ziyadesiyle kendi nefislerine zulmetmiş olacaklardır çünkü ebediyet için yaratılmış olan insan ruhunun, fani şeylerle tatmin olması mümkün değildir.
Konuya bir latifeyle açıklık getirelim, dünyayı sadece üçüncü yüzüyle değerlendiren bir insana yeryüzünün tapusu verilse ve dünyadaki herşey sana ait denilseydi, bu insan 3-5 yıl sonra dünyadan bıkacak ve acaba Mars veya Jüpiter benim olsaydı, nasıl olurdu, mülahazalarına dalacaktır. Dolaysıyla, dünya sofrasında insan nefsini tatmin edip doyuracak hiç birşey yoktur. O, her ne kadar bir yönüyle diğer fani mahlukata benzese de, bir başka yönüyle, Allah’ın ebediyete namzet olarak yarattığı bir cevherdir.
Bu nedenle, insan dünyayı ilk iki yüzüyle değerlendirmeyi başarabilirse, belki cennet hayatının çekirdeği hükmünde olan bir hayatı bu fani alemde yaşayabilir. Sonuç olarak dünya, her ne kadar cennete kıyasen bir zindan hükmünde olsa da, Esma-i İlahinin tecelligahı ve ahiretin tarlası olarak değerlendirilirse, cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüştürülebilir. omeratillaergi@yepyeni.zamanaustralia.com