TSK’dan ihraç edilen Deniz Kurmay Binbaşı İsmail Gülmez: 15 Temmuz’da bazı gemilere açık denize çıkma emrini veren Balyoz’dan hüküm giymiş bir albaydı. O da 15 Temmuz sonrası, terfi etti, amiral oldu. Onların verdikleri meşru emirlere itaat edenler darbeci oldu, ihraç edildi.
SELAHATTİN SEVİ-KRONOS
II. BÖLÜM
Dün başladığımız ve “Ulusalcı askerler TSK’ya tuzak kurdu” başlığı ile verdiğimiz söyleşiye devam ediyoruz.
15 Temmuz’da muvazzaf bir rütbeli asker olarak görevinin başında olan, sonrasında ise TSK’dan ihraç edilen Deniz Kurmay Binbaşı İsmail Gülmez, ordu içindeki Ulusalcı-NATO’cu savaşını, ‘darbe girişimi’ gecesi yaşananları, üst düzey komutanların kendi silah arkadaşlarına neden ve nasıl işkence talimatı verdiğini anlatmıştı
İhraç Binbaşı İsmail Gülmez Kronos’un sorularını yanıtlamaya devam ediyor:
15 Temmuz gecesi siz neredeydiniz? Darbe girişimi söylentileri çıktığınızda ne düşündünüz?
Darbe girişimi söylentileri çıktığında, normal bir darbede olmayacak şeylerin olması, köprünün canlı yayında kapatılması, Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın televizyonlara çıkıp konuşabilmesi bana şüpheli gelmişti. O gece kendi aramızda konuşurken “Bu devirde darbe mi olur? Bir şeyler dönüyor, ama bakalım” dediğimi hatırlıyorum.
O gece gemiyle Gölcük’e geri dönüyorduk. Gebze civarına geldiğimizde saat 21.30 civarı başımızda bulunan komodor bize “Gölcük’te terör saldırısı ihbarı alındığından, geri dönün; Marmara’ya intikal edin” emrini verdi. Önceden bahsetmiştim MİT’ten gelen istihbarat ikazları sayesinde terör saldırısı olma ihtimalini yüksek görüyorduk zaten. O yüzden bu ihbara şaşırmadık ve verilen emri uygulamada tereddüt etmedik, çünkü bu tip saldırılara karşı gemiler için en korunaklı yer açık denizdir; biz de açık denize çıkıyorduk. Daha sonra televizyonlarda darbe girişimi söylentileri çıktığında da üzerimize alınmadık.
TERÖR ALARMI VERENLER AMİRAL ODU, MEŞRU EMİRLERE UYANLAR İHRAÇ EDİLDİ
Neden peki? Neden darbe söylentileri çıktığında üzerinize alınmadınız?
Çünkü biz terör saldırısından korunmak için denize çıkmıştık. Meğerse tuzağı kuranların amaçları, terör saldırısı deyip bizi seyre çıkarmak ve sonra darbeye destek olmak için denize çıktınız demekmiş. Zaten, Gölcük’te SABKOR Turuncu ilan eden, yani terör alarmını veren de Balyoz davası hükümlüsü bir tuğamiraldi. Yalçın Payal. Hala tuğamiral olarak görevde. Bizim gemiye ve diğer bazı gemilere açık denize çıkma emrini veren de Balyoz’dan hüküm giymiş bir albaydı. Levent Kerim Uça. O da 15 Temmuz sonrası, terfi etti, amiral oldu, son şurada emekli oldu. Onların verdikleri meşru emirlere itaat edenler darbeci oldu, ihraç edildi.
Bulunduğunuz gemide bir kriz ya da çatışma yaşandı mı, gemi komutanı neler yaptı?
Bizim gemide kriz durumu yaşanmadı. Gemi Komutanımız süreci soğukkanlılıkla yönetti. Dediğim gibi Balyoz davasından hükümlü amiral tarafından Gölcük’te SABKOR Turuncu ilan edildi, yani terör saldırısı yüksek ihtimal. Yine Balyoz hükümlüsü albay tarafından bize açık denize çıkma emri verildi. Biz de MİT’ten aylar öncesinden gelen mesajların etkisiyle zihnen hazırlandığımız için gayet normal karşıladığımız bu emirleri uyguladık. Biliyorsunuz, 15 Temmuz öncesi yaklaşık bir yıldır, askeri birlikler, polis karakolları, askeri servis araçları dahil pek çok hedefe terör saldırısı olmuştu. Yani terör saldırısı bekliyorduk. Bu arada, Sıkıyönetim Emri bize gelmemişti. Bizim gemide İntranet dediğimiz askeri internet sağlayan cihaz bozuktu. Bu mesaj da telsiz devreleri üzerinden değil de intranet üzerinden gönderildiği için biz almadık. Birliğin başında bulunan, bize açık denize çıkma emri veren Balyoz hükümlüsü albay, başka bir gemide, o mesajı aldı ve durumun da ne olduğunu, daha doğrusu ne gösterilmek istendiğini biliyor, ama bize herhangi bir emir vermedi.
AÇIK DENİZE ÇIKMA EMRİNİ VEREN BALYOZ HÜKÜMLÜSÜ ALBAY BİZE BİLGİ VERMEDİ
Size açık denize çıkma emri veren Balyoz hükümlüsü albay neden daha sonra bilgi vermedi?
Çünkü o gemiler tuzağa düşürülecek. Bu arada, Gölcük’te konuşlu 13 gemi o gün seyirdeydi, gemisi kalkarken yetişemeyen tek komutan Casusluk ve Fuhuş davasında adı geçen bir yarbay. Bunlar hep tesadüf tabii (?!) Ayrıca, gemiler üzerinde yetkisi olan Donanma Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Harp Filosu Komutanı gemiler dönsün diye herhangi bir emir vermiyor. Hatta mahkeme tutanaklarında geçen ifadelere göre “Gemiler o gece sözde derdest edilen İskender Yıldırım’ın bilgisi dahilinde kaldırıldı”. Emin Gürses’in AKİT TV’ye verdiği bir röportaj var. 17-25’ten bahsediyor, sonra 15 Temmuz’a geçiyor ve diyor ki: “Onu da milli güçler tetikledi. Üç tane tankı iteledi, sonra yalnız bıraktı.” Aynı o şekilde, “Gemileri limandan iteleyip, sonra bunlar darbe girişiminde bulundu” dediler. Buna rağmen o konuda yetkisiz olan Donanma Kurmay Başkanı, ki o gece terör alarmını vererek gemilerin birliklerine, gemilerine gelmesini sağlayan kişidir, 02.30 civarında intranet üzerinden basit bir chat mesajı göndererek “Gemilerin limana dönmelerini” emretmiş. Hem terör saldırısı ihbarı var diyor, hem de geri dönün diyor. Bu mesaj da intranetimiz olmadığı için bizim gemiye gelmedi. Dahası gelse de bir şey değişmeyecekti. Çünkü o emrin hemen sonrasında limana geri dönen gemilere ateş açılacağı anonsu yapıldı.
HEM ‘GEMİLERE DÖN’ EMRİ VERDİLER HEM DE ‘DÖNEN GEMİLERE ATEŞ AÇILACAK’ ANONSU YAPTILAR
Yani hem gemilere dönün çağrısı yapıldı hem de dönen gemilere ateş açın emri mi verildi?
Evet, Yalçın Payal’ın 02.30’da verdiği bu emirden sadece bir dakika sonra 02.31’de Gölcük İşaret İstasyonu telsiz üzerinden “Gölcük’e dönen gemilere ateş açılacaktır” anonsu yaptı. Bu durumda limana dönemezsiniz. Hatta bir hücumbot komutanı her şeye rağmen limana dönme kararı alıyor, ancak limanda silahlı askerleri görünce, çatışma çıkmaması için açık denize geri dönmek zorunda kalıyor. Sonra bu anonslar sürekli devam ediyor. “Gölcük’e dönen gemilere ateş açılacaktır.” “Gölcük’e dönen gemilere ateş açılacaktır.” Bu anonsları da tuzakçı grup yaptırıyor. “02.30’da yetkisiz kişilerin ağzından gemiler dönsün emrini verenle, 02.31’de dönen gemilere ateş açılacaktır” diyenler aynı grup. Asker oldukları için denizdeki askerlerin nasıl tepki vereceklerini biliyorlar. Hiçbir komutan gemisini ve personelini gereksiz yere tehlikeye atmaz. Limanda bir tehdit varsa, limana girmez. Tuzakçılar da gemilerin denizde kalmasını istiyorlar aslında. Yetkililer sessiz kalırken, yetkisiz kişilerin ağzından hem geri dönün diyorlar hem de geri dönülmemesi için her şeyi yapıyorlar. “Biz emir verdik, dönmediler” demek için böyle yaptıklarını düşünüyorum. Nitekim iddianamelerde, bilirkişi raporlarında sanıklara aynen bu suçlama yöneltildi.
GÖREVE GİTMİYOR ÇÜNKÜ BİLİYOR Kİ GİDENLER DARBECİ İLAN EDİLECEK
Kim veriyor SABKOR Turuncu, yani terör tehdidi ihtimali alarmını?
Tuğamiral olan Yalçın Payal, Gölcük’te SABKOR Turuncu ilan eden, yani halk diliyle terör saldırısı olacağına dair alarmı, ihbarı veren şahıs. Bu alarmı verdikten sonra evinde bekliyor. Uzmanlar, erler, astsubaylar, subaylar gemilerine koşuyor, karada görev yapanlar birliklerine koşuyor. Yalçın Payal evinde bekliyor. Neden görev yerine gitmiyor? Çünkü gidenler darbeci ilan edilecek, bunu biliyor.
Sonrasında o kadar yetkili oramiral, tümamiral varken gemiler üzerinde yetkisiz bir tuğamiral olan Yalçın Payal gemilere dönün diye emir veriyor. O karışıklıkta bu kişinin doğru söylediği nereden anlaşılsın? Zaten chat mesajını herhangi biri de onun adına yazabilir. Chat mesajında gerçekten o kişinin o emri verdiğini bile anlayamazsınız. Chat sadece koordinasyon maksatlı kullanılır. Ki sadece büyük gemilerde olan, o gece imkânı olmasına rağmen, arızalı olması veya eksik personelle seyre çıktıkları için o cihazı açamayan gemileri de hesaba katarsak çoğu gemide olmayan bir sistem üzerinden chat mesajı gönderiyorsunuz. 13 gemiden sadece yanlış hatırlamıyorsam 4’ü bu chat mesajını alıyor. Amaç zaten mesajı almaları değil, tam tersi biz emir verdik diyecek bir argümanları olsun, ama onlar dönmediler diyebilmek.
Bu emri Donanma Harekat Odası’ndaki Vardiya Amiri Ufuk Koç Binbaşı neden tüm gemilere ulaştırmadı. Zaten kritik noktalara hep malum davalarda yargılanan adamlar konmuş, bu binbaşı da öyle. Böyle ciddi durumlarda “Harekat Yıldırım” dediğimiz çok hızlı işlem yapılan telsiz devreleri üzerinden resmi imzalı, yazılı mesaj gönderilir. Ama öyle yapılmadı, en gayri ciddi sistem üzerinde chat mesajı gönderildi. Dediğim gibi “yarım ağızla” geri dönün diyor, hem de “dönen gemilere ateş açılacaktır” anonsu yaptırıyorlar. Maksat dön dedik, dönmediler diyebilmek.
15 TEMMUZ’DA BİR CUNTA DEVLETİN BAŞINA GEÇTİ, İSTEDİĞİNİ HAPSE ATTIRIYOR
Süreci iyi yönettiğini söylediğiniz gemi komutanının ne yapması gerekiyordu ve ne yaptı?
Gemi Komutanımız durumu teyit etmek için Deniz Kuvvetleri Komutanına kadar telefon edip, direkt ona ne yapmamız gerektiğini sormuştu: Ama aldığı cevap: “Beklemede kal!”dı. Emrinde bulunduğumuz Levent Kerim Uça da savcılığa verdiği ifadelere göre ne olduğunu bilmesine rağmen ne bizim gemimize ne de o gece bulunduğu TCG YAVUZ’a bir direktif vermedi. Bilinmezliklerin, karmaşanın, bilgi kirliliğinin, menfi manipülasyonun had safhada olduğu o gecede TCG FATİH olarak tek başına kendi kaderine terk edilmiştik. Daha sonra gemi komutanımız Donanma Komutanı Veysel Kösele ile irtibata geçip, ondan TCG YAVUZ’u takip etme emri aldı. Gemi komutanının kısıtlı imkanlarla oradan buradan bilgi alma çabaları ve sorgulamaları ile Veysel Kösele hiç kimsenin telefonunu açmazken, bizim komutanın telefonunu açması neticesinde tuzağa düşürülen tarafta olmadık. Ama çok da bir şey farketmedi, hemen olmasa da zamanla bizim gemideki personelin de çoğu peyderpey ihraç edildi. 15 Temmuz’da ne yapıp, yapmadığınızın bir önemi yok. 15 Temmuz’la bir cunta devletin başına geçti, şu an istediğini suçlu ilan edip, görevden alıyor, hapse atıyor. 02.30’da gemilere geri dön emri veren ile 02.31’de dönen gemilere ateş açılacaktır emrini vererek, gemilerin aslında istedikleri gibi dönmemelerini sağlayan aynı gruptur, dedim. Gemiler ya dönmeyecek, darbeci ilan edilecek; ya da dönecek limandaki asker tarafından ateş altına alınacaklardı.
Gemilere dön emrini verenler kim, dönen gemilere ateş açılacaktır emrini verenler kim?
02.30’da yetkisiz olmasına rağmen gemilere dön emri veren Yalçın Payal’di. 02.31’de dönen gemilere ateş açılacaktır emrini veren de yine Tuğamiral H.İ. H.İ. şu an Kandıra’da müebbet hapis cezası aldı. Bunlar nasıl aynı grup diyeceksiniz. Şöyle ki: H.İ. diyor ki “Ben emirleri direkt Genelkurmay’dan alıyorum” Yani Ulusalcıların kurduğu tuzakta sözde darbe karşıtı Ulusalcılar ile sözde darbe yapan H.İ.ye limana giren gemilere ateş aç emrini veren, defalarca arayıp vur emrin var, sana karşı gelenleri vur diyerek kışkırtan kim ise, bunlar tuzaktaki karşılıklı hamleleri yapanlar. Aslında bunlar aynı grup. Birbirleriyle anlaşmalı. Her ikisinin de yaptıkları tuzağın işlemesini sağlıyor. Bunun daha pek çok örneği var.
Neden öyleyse Tuğamiral H.İ. müebbet hapis cezası aldı?
Çünkü itirafçı oldu. Darbe demedi ama sıkıyönetim ilan edildi ve ben de buna uydum dedi. Zaten kendisine telefonda verilen emirleri yerine getiriyor. Ama dediğim gibi emirleri Ulusalcılar veriyor, çünkü aldığı emirler darbecileri tuzağa çekmeye de hizmet ediyor. Donanma ile ilgili iddianame genel itibariyle H.İ.nin ifadeleriyle şekillendi. Ama gözaltında birlikte olanlar anlatıyorlar: Kendisine çok baskı yapılmış. Dengesiz hareketleri vardı diyorlar. Kandıra’da onunla aynı koğuşta kalan arkadaşım, artık dayanamadık, bu adamı bizim yanımızdan alın dedik diyor. Yani maalesef adamın akli dengesini bozmuşlar sanırım. Duruşmalara katılan bir arkadaşımın eşi de aynı şeyleri söylüyordu. “O adam normal değil” diyordu. Zaten duruşma tutanaklarını okurken de fark ediyorsunuz. Bir amiral o tarzda konuşmaz. Yani bir seviyesi vardır. Sonra mahkeme başkanının sorduğu bazı sorulara cevap veremiyor “Emniyetteki ifademde ne dediysem, ona katılıyorum” diyor. Emniyetteki ifadesini de hatırlamıyor çünkü. Olayı cemaatle de irtibatlandırmak için 2-3 yıl boyunca peyderpey görüştük dediği sivil şahsı tutukluyorlar. O şahıs mahkemede diyor ki “2-3 yıl görüşmüşüz madem. Adımı, işimi, kod adımı biliyor madem. İfadesinde diyor ki sarı saçlı, mavi gözlüydü. Bana bakın sayın başkanım sarı saçlı, mavi gözlü müyüm diyor. Halbuki adam normal kara saçlı, kara gözlü biri.
“Ben bu sivillerle görüştüm” dediği kişiler görüşmediklerini ispatlamak için H.İ.ye soru sormak istiyorlar. O da emniyetteki ifadesinde ne dediğini hatırlamadığı için TEM’de ne dediysem doğrudur diyor. Sivillerin sorularını cevaplamak istemiyorum diyor.
Duruşmalar başlamadan bir ay öncesinden onu koğuştan hücreye alıyorlarmış. Artık ilaç mı veriyorlar, telkin mi yapıyorlar, tehdit mi ediyorlar. H.İ. üzerinden Donanma’da bir darbe girişimi olmuş izlenimi oluşturuyorlar. O gece defalarca vur emrimiz var, karşı geleni vur diyorlar. Allah’tan kimseyi vurmuyor.
AKINCI ÜSSÜ, HAVA ÜSSÜ, ORADAN GÖLCÜK’TEKİ OLAYLARI YÖNETEMEZSİNİZ
Emirlerin iddia edildiği gibi Akıncı Üssü’nden verilmesi mümkün mü?
H.İ.ye emirleri resmi söyleme göre Akıncı’dan birilerinin, ya da Genelkurmay’dan birilerinin, yani şu an tutuklu herhangi birisinin vermesi mantıklı değil, çünkü bu emirler, o gece gemilerin tuzağa düşmesini, sabaha kadar denizde kalarak, darbeci izlenimi vermelerini sağladı. Mantık olarak mümkün olmadığı gibi askeri planlama açısından da uygun değil. Akıncı’dan gemilerin durumlarını takip edemezsiniz. Akıncı hava üssü çünkü. Yani Akıncı’dan Gölcük’teki olayları yönetemezsiniz. Akıncı ülke çapında yapılacak bir darbeyi yönetmek için de uygun değil zaten. Ancak bir hava harekatı yönetilebilir. O da Hulusi Akar’ın Tayyip Erdoğan’ı almak için helikopterle yaptırdığı fiyasko hava harekâtı olabilir. Ola ki Ulusalcılar bu emirlerin verileceğini önceden bilseler bile zaman olarak bu kadar uyumlu olmazdı. Yani önce Ulusalcı amiral sözde “Dön” emri verirken, sadece bir dakika sonra 02.31’de birilerinin H.İ.ye “dönen gemilere ateş açın” emrini vereceğini bilemezdi. Manipülasyonun da tek bir elden yapılması, emir-komuta birliği olması gerekir. O yüzden gemileri tuzağa düşürecek, sanki iki farklı taraftan verilmiş gibi gösterilen bu emirlerin aslında aynı grup, yani Ulusalcılar tarafından verildiğini, verdirildiğini düşünüyorum.
Yani emirleri aynı kişi vermedi mi? Bu nasıl olabilir?
15 Temmuz’da ses taklidi yapıldığına dair deliller var. Mesela Akıncı üssü komutanı Hakan Evrim kendisinin yerine başka birinin kuleyi arayarak talimat verdiğini ispatlıyor. Hem de 11 defa yanlış hatırlamıyorsam, kuleyi aradığı iddia edilen zamanlarda elinde telefon olmadığına dair kamera kaydını göstererek. Ben aramadığıma göre kuleyi başka bir Hakan Evrim aradı diyor.
Benzer şekilde şu anki Jandarma Genel Komutanı Arif Çetin de Meclis Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadesinde o gece bir binbaşının sesinin kopyalanmış olabileceğinden, daha önce de elektrik kesintisi yaşandığından, bir siber saldırı olabileceğinden bahsediyor.
‘ERDOĞAN ALMANYA’YA KAÇTI’ İDDİASINI, ASKERLERİ KIŞKIRTMAK İÇİN ULUSALCILAR ORTAYA ATTI
Tuğamiral H.İ.ye “dönen gemilere ateş açın” emrini kim vermiş olabilir?
H.İ. “Direkt genelkurmaydan emir alıyorum” diyor ve bana emirleri defalarca kez beni arayarak N.E. iletti diyor. Ve bu arada bu iki amiralin araları bozuk. 1,5 yıldır konuşmuyorlar. O gece bir defa yüz yüze geliyorlar yine konuşmuyorlar. Ama resmi söyleme göre defalarca kez telefon görüşmesi yapıp N.E. Genelkurmay’ın emirlerini H.İ.ye iletiyor. Diyor ki “Donanma Komutanı bir deniz aracı vasıtasıyla Gölcük’e gelecek, tutukla”. Bunun üzerine H.İ. limana silahlı asker koyuyor. Bir ara bir hücumbot yanaşmaya çalışıyor, onun da amacı denizde olduğu için darbeci ilan edilmekten kurtulmak. Ama limanda sözde bir başka darbeci H.İ.’de Donanma Komutanı bu hücumbotla geliyor sanıyor. Hücumbot limana yanaşmaya kalksa H.İ. ateş açtıracak, çatışmadan kaçınarak limandan uzaklaşsa darbeci ilan edilecek. Hücumbotun limana yanaşmaya çalıştığı saat 05.10. Halbuki Donanma Komutanı 02.24’ten beri Marmara’da denizde, TCG YAVUZ’da, enterne edilmiş durumda. Dolayısıyla nasıl oluyorsa sözde darbeci TCG YAVUZ ile darbeci H.İ. arasında irtibat yok. Halbuki sözde ikisine de emirleri A.B. ve N.E. veriyor, bu ikisi o gece aynı mahaldeler. Sonra o hücumbot limandan ayrılıyor, H.İ.’ye yine N.E.’den telefon geliyor. Erdoğan, Almanya’ya kaçtı diyor. Saat kaç? 05.10’dan sonra. 05.30 civarı diyelim. Halbuki Erdoğan 03.34’te Atatürk havalimanına iniyor. TV’ye bağlanıyor. Yani tüm Türkiye biliyor Erdoğan’ın Almanya’ya kaçmadığını. N.E.’de biliyor. Çünkü ifadesinde var. Televizyon açık ve olayları takip ediyorlar. Erdoğan’ın Facetime’dan TV’ye bağlandığını, Atatürk Havaalanına indiğini biliyorlar. Yani Erdoğan Almanya’ya kaçtı bilgisini ve “Donanma Komutanı bir deniz aracıyla Gölcük’e gelecek, tutukla” emrini N.E. değil, H.İ.yi kışkırtmaya çalışan, olayları manipüle eden Ulusalcılar veriyor.
TÜMAMİRAL H.İ’YE DARBE İZLENİMİ VERECEK SANSASYONEL EMİRLER VERDİLER
Emri Ulusalcılar verdiyse Tuğamiral H.İ. neden N.E’yi suçluyor?
Bu iki amiral, H.İ. ve N.E. 1,5 yıldır görüşmüyorlar. Aralarında bir husumet olmuş ve konuşmuyorlar. O gece ile ilgili N.E. diyor ki “Bırakın (Donanma Komutanını tutukla), (Karşı Çıkanları Vur), (Erdoğan Almanya’ya kaçtı)” demeyi, ben H.İ.yi hiç aramadım diyor. Kesin bir dille reddediyor. Ve ben Garnizon işlerini bilmem, bilgim olmayan konularda, benden daha kıdemli olan bir amirale talimat vermem de mantıklı değil diyor. Benim çıkarımım şu H.İ.yi N.E. adına başkası arıyor. Ses kopyalama tekniğiyle onun sesini kopyalamış olabilir. H.İ.yi kışkırtacak, darbe yapıyor izlenimi verecek, sansasyonel emirler veriyorlar. H.İ. de bunları uyguluyor.
Teknik olarak bu mümkün mü? Mümkünse bunu kim yapmış olabilir?
Çok eskiden, 1980’lerde bile mümkün olan şeyler. Kim yapmış olabilir? Bunun için o gece Donanma’daki, Marmara’daki durumu izleyebileceğiniz bir yerde olmanız lazım. İ.İ. adlı bir gemi komutanı var. İfadesinde Aksaz’da olayları yönlendiren bir hücre kurulduğunu söylüyor. Başında Aksaz’daki ve Mersin’deki gemileri seyre çıkardığı halde soruşturma açılmayan Aykar Tekin’in bulunduğu bu hücrede Albay Özden Yazıcıoğlu, Yarbay Ali Tuna Baysal ve Binbaşı Berke Uraz da görev yapmışlar. Bunlar da hep malum davalarda yargılanan isimler. Ali Tuna Baysal ilginç. Normalde bu şahıs 2016’ya kadar TCG BÜYÜKADA Korveti komutanı. Kurmay değil ve fırkateynlerde görev yapmamış. Fırkateynlere de o gemilerde 2’nci Komutanlık yapmış kurmay subaylar komutan yapılıyor normal şartlarda. Ve 2016’da 15 Temmuz’dan önce, Komutanlık stajı dediğimiz eğitimi de almış, komutan olmaya hazır fırkateyn 2’nci komutanları varken, birden Ali Tuna Baysal, Gölcük’te bulunan TCG BÜYÜKADA’dan Aksaz’daki TCG GÖKÇEADA’ya komutan oluyor. Ve TCG GÖKÇEADA’da, 15 Temmuz’da Aykar Tekin komutasında bir hücre kurularak olaylar manipüle ediliyor. Yani herşey çoktan beri planlı. Darbeyi haber aldık da (?), önlemedik (?), yararlandık (?) bile değil. Darbe diye bir şey yok, kontrollü darbe de yok. Kurgu var. Gemiler seyre kaldırılıyor, ancak bunlar hiç soruşturulmuyor. Seçilmiş kişiler tutuklanıp sanık yapılıyor, esas olayı yönlendirenlere dokunulmuyor. Yusuf Kaplan’ın Habertürk’te dediği gibi hükümetle Ulusalcılar (onun deyimiyle Kemalistler) önceden anlaşmışlar. Herkes rolünü oynuyor. Güneyde Aksaz’da böyle bir hücre varken, çok daha göz önünde olan Kuzeyde, Marmara’da böyle bir hücre olmaması biraz garip olmaz mıydı?
NE KADAR HAİNCE BİR PLAN YAPTIKLARINI GÖRÜYOR MUSUNUZ?
Peki Marmara Denizi’nde ne tür manipülasyonlar yapıldı 15 Temmuz gecesi?
Karamürsel Eğitim Merkezi Komutanı Özdem KOÇER, o gece fırkateyn komutanlarını arayarak, Deniz Kuvvetleri Komutanından emir aldığını söyleyerek, olaylara müdahale etmeye çalışıyor. Deniz Kuvvetleri Komutanı gemilere hiçbir emir vermiyor. Hatta bizim gemi komutanı kendisine Emir Subayının ısrarla görüştürmemek istemesine rağmen zor da olsa ulaşıyor ama ona hiçbir şey yapma, beklemede kal diyor. Özdem Koçer ise bizim komutanı arayıp “Gemiler geri dönsün” diyor. Gemiler dönünce de limanda ateşe maruz kalacaklar. Ne kadar haince bir plan yaptıklarını görüyor musunuz?
Tüm bu planları, harekatı kim nereden yönetti sizce?
Bana göre Karamürsel Eğitim Merkezi Komutanlığında veya Yıldızlar Eğitim Merkezi Komutanlığında Marmara’daki ve Gölcük’teki olayları yönlendirmek için bir hücre kurulmuş olabilir. GÖZCÜ dediğimiz bir program var. Bu program kullanılarak TSK yerel ağı üzerinde herhangi bir bilgisayara gemilerin anlık pozisyonları aktarılabilir. Normalde bu birlikler eğitim birlikleri, gemileri takip etmezler, o gece için GÖZCÜ programı kurulu bir bilgisayardan denizlerdeki gemilerin anlık durumlarını takip etmiş olabilirler. KGKM ve GKM dediğimiz komutanlıklar vardır. Bunların o gece hangi bilgisayar IP’lerine taktik resim dediğimiz gemilerin mevkilerini gönderdikleri tespit edilirse bu hücre açığa çıkacaktır. Bu hücreden olaylar manipüle edilmiş olabilir. Eski fırkateyn komutanı Tuğamiral Özdem KOÇER (Şu an görevde Tümamiral), Yıldızlar Eğitim Merkezi’nde çalışan ve Donanma’yı arayıp manipülasyon yapan İsmail Can, Adil Beşorak gibi Ulusalcı subaylar, yine aynı birlikte çalışan eski hücumbot komutanı Yücel DARCAN, o gece görev yerleri olan Harp Akademileri Komutanlığına çağrılmalarına rağmen gitmeyen ve Gölcük’te oldukları bilinen Balyozcu Aydın Sezenoğlu ve Doğu Perinçek’in elini omzuna atıp, dikkatli olun dediği, birlikte fotoğraf çekindiği Balyozcu Erdinç Altıner gibi kendileri de gemi komutanlığı yapmış olduğu için gemilerin hangi durumda nasıl hareket edeceklerini çok iyi bilen, harekâtçı, olaylara vakıf, uyanık kişilerden Karamürsel’de veya Yıldızlar’da bir hücre kurmuş olabilir. Aydın Sezenoğlu zaten daha sonra 02.30’da gemilere verilen “Gölcük’e geri dönün” emrinin yem olduğunu söyledi. Yani olayların içyüzüne vakıf. Muhtemelen bu Ulusalcı subaylar hem karada Donanma yerleşkesinde hem de denizde olan olayları yönlendirmiş olabilir. Ses taklidi yaparak H.İ.ye, N.E.den geliyormuş gibi telefon açarak manipülatif, olayın darbe gibi görünmesini, hatta kan akmasını sağlayacak direktifler vermiş olabilirler. Bunlar günümüz teknolojisiyle çok kolay şeyler. Dediğim gibi, internette yazıyor, 1980’lerde bile mümkün olan şeyler.
GEMİMİZİ ‘DONANMA KOMUTANI KURTARAN KAHRAMAN GEMİ’ İLAN ETTİLER…
Sizin görev yaptığınız geminin pozisyonu neydi? Darbeci olmakla mı suçlandınız?
Bizim gemi ile ilgili 19 Temmuz 2016’da bazı gazetelerde “Donanma Komutanını kurtaran kahraman gemi” şeklinde haberler çıktı. Önceden bahsettiğim Rus gemisini traklatmayan, Casusluk Davasında adı geçen İskender Yıldırım bile bizim gemiye gelip o geceki duruşumuzdan dolayı teşekkür etti. “Bu darbe girişimi Donanma’da engellendiyse bu konuda en önemli pay TCG FATİH Komutanı’na aittir” dedi. Yani Komutanın o geceki girişimleri sayesinde biz sözde darbeye karşı duran bir pozisyonda yer aldık. Dolayısıyla sözde darbe girişimi ile ilgili adli bir durum yaşamadım. Ama yaklaşık bir ay sonra açığa alındım. Hem darbede kahraman ilan ediliyorsunuz hem de bir ay sonra açığa alınıyorsunuz.
15 Temmuz ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili nasıl bir yasal süreciniz oldu?
15 Temmuz’dan yaklaşık bir ay sonra 12 Ağustos 2016’da sorgusuz, sualsiz, gerekçesiz, savunmam alınmadan açığa alındım. Açığa alınma sebebi tebliğ edilmedi. Bir belge ile Balyoz hükümlüsü bir albay bana açığa alındığımı tebliğ etti. Aydın Sezenoğlu. Tebliğ ettiği belgeye açığa alındığım sürece evimden ayrılmamın yasak olduğunu belirten bir ifadeyi de kendisi eklemiş. Aynı gün başka bir gemide açığa alınan bir silah arkadaşıma da yine Balyoz hükümlüsü komodoru, bugün, yarın seni gözaltına almaya gelirler demeyi de ihmal etmemiş. O komodor kim biliyor musunuz: “Perinçek’le hapis çıkışı fotoğraf çektiren, Perinçek’in yanında mahcup bir edayla duran, Perinçek’in omzuna vurup, “Dikkatli olun” dediği Balyoz hükümlüsü Erdinç Altıner.” İkisi de Gölcük’teki manipülasyon hücresinde görev almış olabilecek albaylar.
PERİNÇEKÇİ BİR ALBAY, ARKADAŞIMA ‘BİR İKİ GÜNE GÖZALTINA ALINACAKSIN’ DEMİŞ
Perinçek’le fotoğrafı olan albay, açığa alınanlara ‘sizi almaya gelirler’ diyor, ilginç…
Evet, ve o albay o gece İstanbul’da birliğine çağrılıyor ama gitmiyor. Gözaltına alınacağını savcı bilir, emniyet sonradan öğrenir. Ama bu Perinçekçi Albay bir iki gün içinde göz altına alınacaksın diyor. 15 Temmuz’da darbe yapıldı. Ama Perinçekçiler ve Erdoğan tarafından. Malum darbe sonrası İdari ve Adli yetkiler de Askeriyeye geçer. Sıkıyönetim mahkemeleri kurulur. 15 Temmuz sonrası da gözaltılar, tutuklamalar Ergenekon Balyoz hükümlüsü askerlerin ve Erdoğan rejiminin savcılara, hakimlere verdikleri direktiflerle yapıldı. Direktiflere uymayan sürüldü, görevden alındı, ihraç edildi.
Sadece açığa alınmadınız ama evden ayrılmanız da mı yasaklandı?
Evet, az önce dediğim gibi, komodor Aydın Sezenoğlu’nun belgeye eklediği açığa alındığımda evden ayrılmamın yasak olduğunu belirten ifade “Ev Hapsi Cezası” anlamına geliyordu. Bununla ilgili ihraç olduktan sonra suç duyurusunda bulundum. Bu ifade bizlere çok acı bir anı yaşattı. Gölcük’e orduevine gelen bir arkadaşım, o dönemde beni ziyaret etti. Ankara’da hakim karı-kocanın ikisinin birlikte gözaltına alındığını, küçük yaştaki çocuklarını önce büyükannelerinin aldığını, ancak daha sonra polislerin gelip “Çocuklar, yurda yerleştirilecek” diyerek ellerinden alarak, bilerek en kötü şartlara sahip bir yurda yerleştirdiklerini anlatmıştı. Bu arkadaşım da çocuk yurdunda büyüdüğü için, “Seni de eşinle birlikte gözaltına alabilirler, bari çocuklarını kurtar, çocuklarını anne-babanlara değil, uzak bir akrabana bırak, o ortama girmesinler” dedi. Hayatımın en kötü günleri o birkaç gündü herhalde. Eşim zaten açığa alındığımdan beri sürekli ağlıyordu. Şimdi bir de çocukların derdi eklendi. Düşündük, taşındık. Tereddüt etsek de çocukları uzak akrabalarımızdan birine bırakmaya karar verdik.
Evden çıkma yasağı varken evden ayrıldınız…
Normalde Aydın Sezenoğlu’nun verdiği kanunsuz Ev Hapsi emrine göre evden ayrılmamam gerekiyordu, ama ayrıldım. Arabayla gece yola çıktık. 2-3 saat gittikten sonra, mola verdiğimiz bir yerde küçük kızım arabada ağladığından bir adam arabaya yaklaştı, arabanın içine baktı, daha sonra uzaklaşıp cep telefonu ile konuşmaya başlayınca biz polise haber verdiğinden şüphelendik. Evden ayrılmam yasak olduğu için endişelendik. Geri dönmeye karar verdik. Sonra da eşim “Ben çocuklarımdan ayrılmam, ne olursa olsun artık” dedi. Artık evde kaderimizi beklemeye başladık. Allah’tan gözaltı gibi bir olay olmadı.
AÇIĞA ALINMA BAHANEMİ GÜÇ BELA ÖĞRENDİM: EŞİMİN 2010’DA GİRDİĞİ KPSS SINAVI
Eşinizle ilgili bir soruşturma var mıydı?
19 Ağustos Cuma akşam Ankara’dan bir sivil memur aramış ve 22 Ağustos Pazartesi günü eşimin 2010 yılında girdiği KPSS sınavıyla ilgili bilgime başvurmak istediklerini söylemişti. Cuma arayıp, Pazartesi çağırmaları da muhtemelen hafta sonu olduğu için bu konuda resmi bir başvuru yapmamı engellemek, mesela notere gidip avukat vekaleti vermemi engellemekti. Açığa alınma bahanem ortaya çıkmıştı. Eşimin 2010’da girdiği KPSS sınavı. Eşim 2007’de KPSS’ye girmiş kazanmış, öğretmen olarak atanmıştı. 2008-2010 arası ABD’ye yüksek lisans için giderken, izin hakkı olmadığı için sözleşmesini feshetti ve 2010’da sınava tekrar girip tekrar kazandı. 2010’daki sınavda kopya çekildiği iddia edilmişti.
Yani siz eşinizle ilgili soruşturma nedeniyle mi açığa alındınız?
Eşim daha önce de KPSS’yi kazandı. Hem de kopya çekildiği sınavla hemen hemen aynı notu alarak. 2007 ile 2010 arasında sadece üç puan fark vardı. Hatta 2010’daki sınavda 5 soruyu sözde kopya çekenler yanlış yapmış diye medyada haber çıkmıştı, eşim o 5 soruyu da doğru yaptı. Ankara’ya bilgi almak için çağırdılar demiştim. Orada neye göre kopya şüphelisi oluyor dedim. Bilgi alma komisyonu başkanı Önder Gürbüz cevap veremedi, “Aslında sizin durumunuzda bir şüphe yokmuş” dedi. Ben de bir yanlışlık oldu, beni göreve geri döndürecekler diye açığa alınma sürem bitince üniformamı giyip saf saf birliğime gittim. Bir de baktım: 15 gün süreyle ikinci kez açığa alınmışım. Meğer KPSS bahaneymiş, bizi sorgusuz, sualsiz açığa aldılar; sözde bir nevi ifademizi alarak yaptıkları işi meşrulaştırmakmış amaçları. Çünkü açığa alma çok büyük bir cezadır ve en ufak bir ceza vermek için bile ceza vereceğiniz kişinin savunmasını almanız gerekir. Meğerse savunma yerine, Bilgi Alma Faaliyeti diyerek bir şekilde ifademizi alıp, yaptıkları düpedüz hukuksuzluğa meşruiyet kazandırmak için bizi çağırmışlar. Bu sefer Deniz Kuvvetleri Komutanlığına dilekçe yazdım.
BENİ 15 TEMMUZ’A SORUŞTURMALARINA DAHİL ETMEYİ BAŞARAMADILAR…
Açığa alınmaya itiraz dilekçeniz işleme konuldu mu?
O zamanki amirim ben dilekçeyi gönderdikten bir süre sonra “Bir daha dilekçe yazma, yukarıda farklı algılanıyor” diye beni tehdit etti, rahatsız olmuşlardı ve amirime kızmışlardı anlaşılan. Çünkü dilekçeyi askeri resmi kanaldan, sıralı komutanlıklar vasıtasıyla göndermiştim. Dilekçede dedim ki: Eşimin KPSS safahatında olağan dışı bir notu yok. Eşime 2010 KPSS ile ilgili veya başka bir konuda ne Millî Eğitim Bakanlığı ne de başka bir kurum nezdinde adli veya idari herhangi bir işlem uygulanmadı. 15 Temmuz darbe girişimine dahlim olmadı (dahil etmeyi başaramadılar). 12 yıllık meslek hayatımda ve öncesinde askeri öğrenci olarak görevimi en iyi şekilde yapmaya çalıştığım amirlerim tarafından takdir edildi, meslek hayatımda şu ana kadar herhangi bir disiplinsizliğim olmadı. Siz beni hangi gerekçeyle açığa aldınız?
Bir cevap alabildiniz mi?
Normalde yasalara göre en geç bir ay içinde cevap vermeleri lazımdı. Üç buçuk ay sonra Deniz Kuvvetlerinden imzasız bir mektup geldi. Mektupta benim soruma cevap yoktu. “İşlemler mevcut KHK’lara göre yürütülmektedir” şeklinde geçiştirilmişti. 15 Temmuz sonrası hukuk rafa kalkmıştı, gücü elinde bulunduran; hak-hukuk dinlemeden kendisi gibi olmayanları, kendisine biat etmeyenleri tasfiye ediyordu. Askeri yargı kaldırılmıştı ve OHAL döneminde yapılan işlemler de idari yargıya kapalıydı. Yapılan hukuksuzluğa karşı yargı yolu ile hakkını arama şansı da yoktu. Bu arada benimle birlikte açığa alınan silah arkadaşlarımdan ihraç edilenler, gözaltına alınanlar olmaya başladı.
Süreç önce açığa alma, sonra gözaltı ve en sonunda itirafçılığa zorlama şeklinde ilerliyordu sanırım.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yaptıkları ihraçları meşru hale getirmek için suç duyurusunda bulunup, ihraç edilenlerin veya edileceklerin gözaltına alınmasını sağlıyor, yani bir nevi “Bakın, boşuna ihraç etmiyoruz. İhraç ettiklerimize yargı da işlem yapıyor” demeye getiriyorlardı. Zaten hiçbir suçu olmayan, ama yapılan ihraçları meşru göstermek için tutuklanan bu insanlar bir iki celse sonra tahliye oluyorlardı. Tam da 17 Aralık 2016 tarihinde benimle birlikte açığa alınan arkadaşlarımdan gözaltına alınanlar oldu. Dirençlerini kırmak ve “Evet biz terör örgütü üyesiydik, şimdi farkına vardık, pişmanız” dedirtmek için, İstanbul’da üç gün su vermemişler, dördüncü gün pis su vermişler. “Neyi itiraf edelim, değiliz kardeşim.”, “Değilseniz bile, öyleyim deyin, ifade verin, bırakalım.” İtirafçı olayı da böyle.
HAPSE GİRDİKLERİ ZAMAN ARAMIZDA PARA TOPLADIĞIMIZ PERİNÇEKÇİ ASKERLER…
Silah arkadaşlarınızın, komşularınızın tepkisi ne oldu yaşadıklarınıza karşı?
Açığa alındığım dönemde askeri lojmanda oturuyorduk. Komşularımız bile, bırakın dışarıda başkası görecek diye çekinmeyi, merdivende karşılaştığımızda bile selam vermekten korkar olmuştu. Gören yüzünü diğer tarafa çeviriyordu. Şu sahneyi hiç unutmuyorum: Gölcük’te görev yapan bir albayla bir markette karşılaşmıştım. “Merhaba, nasılsın, tayinin çıktı mı” dedi. “Açığa alındım efendim” deyince, hiçbir şey söylemeden 180 derece döndü ve gitti. Erdoğan, zamanında hapse girdiklerinde her ay aramızda para toplayıp eşlerine verdiğimiz Perinçekçi askerleri de kullanarak başımıza bu işleri getirmişti. Gözaltına alınmadım, hapse girmedim, orası daha zordur tabii ki ama işkence, hücre olmadıktan sonra bir süre geçince zor da olsa alıştıklarını söylüyorlar. Aylarca gözaltına ne zaman alınacağım korkusuyla, askeri devriye aracının sireni akşam perdeye yansıdığında inzibat aracı bizi gözaltına almaya mı geldi acaba veya her zil çaldığında bizim için mi geldiler düşüncesi, ikimizi de gözaltına alırlarsa çocuklarımız ne yapar diye düşünmek, dost bildiklerinizin sizi gördüklerinde sizden kaçtıkları bir ortamda her gün acı çekerek yaşamak da çok yıpratıcıydı. Yaklaşık 7,5 ay açıkta kaldıktan sonra 29 Nisan 2017’de yayınlanan KHK ile ihraç edildim.
TSK’dan ihraç edilme gerekçeniz neydi, bir açıklama yapıldı mı?
Sorgusuz, sualsiz, sebepsiz, gerekçesiz, hiçbir şey söylemeden ihraç ettiler. Çok sinirlenmiştim. Düşünün yıllardır bu vatan için gerektiğinde canınızı ortaya koyacağınız bir meslektesiniz ve yıllardır devletinize ve milletinize fedakâr bir şekilde hizmet etmişsiniz. Hiç “neyse, olduğu kadar” dememiş, elinizden gelenin en iyisini yapmak için gece-gündüz, hafta içi-hafta sonu demeden çalışmışsınız. Yıllardır çalışmadan-fikir üretmeden birbirlerini kayırarak orduyu parselleyen, milletin temel değerlerine düşman sözde silah arkadaşı sandığınız bir çete 15 Temmuz’da sizi tuzağa çekip sonra da ihraç ediyor.
Ertesi gün ilk amirim Harp Filosu Kurmay Başkanını aradım. Benim hiçbir bilgim yok dedi. 2’nci amirim Filo Komutanı Tümamiral İskender Yıldırım’ı birkaç defa aradım, açmadı. Donanma Komutanı Veysel Kösele’yi aradım. Emir Subayı Albay Yücel Darcan açtı. Komutan şu an toplantıda, ben ileteyim dedi. Ben anlattım, o not aldı. Geçmiş olsun vs. dedi. Telefon numaramı istedi. Emir subayı olduğu Veysel Kösele gibi Yücel Darcan’ın adı da malum davalarda geçmişti. Sözde geçmiş olsun, çok üzüldüm, komutana toplantıdan çıkınca hemen iletip, sana döneceğiz laflarıyla görüşmeyi sonlandırdı. Yücel Darcan Ulusalcıydı. Eski hücumbot komutanıydı. Ve seyre çıkan hücumbotları manipüle etmek için de bir hücumbotçuya ihtiyaç vardı. Yıldızlar Suüstü Eğitim Merkezi’nde çalışıyordu. Bu sebeplerle bu kişinin de Donanma’da olan olayları manipüle etmiş olabileceğini düşünüyorum. 15 Temmuz’dan sonra da yine gemileri tuzağa çeken, gemilere hiçbir emir vermeyen, Gölcük’te karada olan olaylara ve tek başına elinde tabancayla sözde darbe yapan H.İ.ye müdahale edelim mi diye sorulunca “Sabaha kadar bekleyin” diyen Donanma Komutanı Veysel Kösele, Yücel Darcan’ı emir subayı yaptı. Evet Veysel Kösele, bilerek H.İ.ye müdahale ettirmiyor, sabaha kadar olayın devam etmesini istiyor. Bunu da İskender Yıldırım’ın emriyle sözde darbeci H.İ.nin emir astsubayını tutuklayan Güvenlik Tabur Komutanı vekilinin mahkemedeki ifadesinden öğreniyoruz.
İhraç olduktan sonra yaptığım telefon görüşmelerini anlatıyordum. Yücel Darcan’la konuştuktan sonra Deniz Kuvvetleri Komutanını aradım. Emir subayı ve komutanın özel sekreteriyle konuştum. Özel sekreter, komutanın bu konuda randevu vermediğini, komutan adına ATİİİ şubenin bu konuda benimle görüşebileceğini söyledi. ATİİİ Şubeyi aradım. Deniz Kuvvetleri OHAL döneminde Cihat Yaycı başkanlığında Adli Takip İdari İşlem ve İnceleme (kısaltması ATİİİ) adlı bir şube kurmuş, tasfiye işlemlerini bu birim kanalıyla yapıyordu. Şubedekilerin büyük çoğunluğu daha önce Balyoz, Ergenekon, Amirallere suikast, askeri casusluk, fuhuş ve benzeri davalardan yargılanmış ve hala da yargılanması devam eden kişilerdi. Bir astsubay çıktı telefona. Beni neden ihraç ettiniz dedim. Ben bilmiyorum, dedi. Başka kim var orada, onları verin dedim. Buradakiler de konuşmak istemiyorlar, şube Müdürünü arayabilirsiniz dedi.
İhraç kararınızla ilgili Cihat Yaycı’nın başkanlığındaki ATİİİ’yi mi aradınız?
Evet, ATİİİ Şube Müdürünü aradım.
İyi günler. Ben İsmail GÜLMEZ. Son KHK ile ihraç edildim.
(Bağırarak) Ne var, n’oldu, niye aradın!!!
ATİİİ Şube Müdürünün telefondaki bu sözleri beni şok etmişti. İhraç kararlarına esas teşkil edecek değerlendirmeler bu kişinin başında bulunduğu şube tarafından mı yapılıyordu? Bir iki cümle daha konuştuktan sonra telefonu yüzüme kapattı; sonrasında defalarca geri aramama rağmen telefonu açmadı.
Haksız ve hukuksuz olarak ihraç edildiğime dair OHAL Komisyonuna başvuracaktım, ancak ihraç edilme gerekçemi bile söylememişlerdi. Yani suçlusun diyorlar, suçsuzluğunu ispat et diyorlar, ne suçum var diyorum, söylemiyorlar, çünkü yok. Olsa bir suçum söylemeyi bırakın, bütün medyaya çıkarıp rezil ederler. Ama yok. Neresinden bakarsanız bakın elle tutulur bir tarafı yok yapılanların.
Ben de beni ihraç eden Bülent Bostanoğlu, Cihat Yaycı, Veysel Kösele, İskender Yıldırım ve Aydın Sezenoğlu ile ATİİİ Şube personeli hakkında kanunsuz emir vermek, yasadışı işlem yapmak, ev hapsi mevzusundan dolayı resmî belgede sahtecilik ve eziyet yapmak, suçta ve cezada kanunilik ilkesini çiğnemek ve bu suçlara muvafakat etmek ve rıza göstermek suçlarından Kocaeli Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundum. Bu suç duyurusu şu ana kadar işleme alınmadı. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, MSB, Genelkurmay ve Deniz Kuvvetlerine Anayasanın 36. maddesi “Hak Arama Hürriyeti” kapsamında, etkili bir şekilde hakkımı arayabilmek amacıyla, terör örgütleriyle ilişkili olduğum yönünde hakkımda ithamda bulunulmasına yol açan delil ve gerekçelerin ne olduğunun tarafıma bildirilmesini talep eden dilekçeler yazdım. Bildirmediler.
Ve OHAL Komisyonu’na müracaat ettiniz…
OHAL Komisyonu’na suçsuzluğumu ispat etmek gibi garip bir amaçla başvuracaktım. Normalde bana suç isnat edenler ispat etmeli, suçum olsa emin olun, seve seve ispat ederlerdi. İspat etmeyi bırakın gerekçelerini bile bildirmediler, çünkü hepsi temelsiz. Öncelikle eşimin KPSS sınavını bahane ettiler, ama kendileri bile “Aslında sizde bir şey yokmuş” demekten kendilerini alamadılar. Sonra bu ‘FETÖMETRE’ kriterleri vardı. Onlar üzerinden bana uyanların aslında şeksiz, şüphesiz olduğunu OHAL Komisyonu’na anlattım. Onların bunu kabul etmeyeceğini biliyordum, ama benim amacım zaten beni hukuksuz olarak atan idareden adalet istemek değil, gelecekte hukuk geri geldiğinde onların suçlarını, hukuksuzluklarını artırmaktı.
OHAL Komisyonuna BYLOCK kullanmadığımı; Bank Asya ile irtibatım olmadığını çocuklarımı cemaatin okullarına göndermediğimi anlattım. Aslında suçun şahsiliği gereği hiç bahsetmeme bile gerek yok ama (dedesinin Bank Asya’da hesabı olduğu için bile ihraç edilenleri duyduğumdan söylüyorum) hiçbir akrabamın da bu tür olgularla ilgisi yoktur dedim. Kısacası, medyada ‘FETÖ’ üyeliğine dayanak gösterilen hiçbir olgu ile ilişkim olmadığını, ihraç edilme sebebini sormama rağmen herhangi bir sebep belirtilmediğini söyledim. Bunları anlatmamın sebebi, sudan sebeplerle insanların hayatlarını karartanların yaptıkları görülsün, bilinsin diye. Yoksa, OHAL Komisyonundan veya iktidara bağımlı mahkemelerden bir şey beklemiyorum.
DEVAM EDECEK…