Aslında vifak ve ittifakın önemini Risale-i Nur ekolünden gelen ve Hizmet Hareketi’nin ferdi olan herkes çok iyi bilir, fakat sürecin tahrip edici dalgalarından az da olsa bazı insanların menfi anlamda etkilediğine şahit oluyoruz. Dolayısıyla, bu üzücü tablo karşısında bu yazıyı kaleme alma mecburiyetini hissettim.
Öncelikle şunu belirtmek isterim, Hizmet hareketinin bir kenarında bulunduğum otuz sekiz yıl içinde, hizmet gönüllülerinin bir çok sıkıntılar yaşadığına, o ulvi mefkureye ulaşmak için kandan, irinden deryaları geçtiğine şahit olmuşumdur. Fakat her dönem önlerine çıkan türlü türlü badilere rağmen, bu davaya gönül veren insanlar dimdik durmuş, tüm saldırılara karşı vifak, ittifak ve iştişare zırhlarını kullanarak Hizmet kalesini savunmuşlar ve Hizmetin sapasağlam ayakta durmasını sağlamışlardır.
Evet, Bediuzzaman hazretlerinin ifade ettiği ‘şahsi manevi’ düsturunu kendilerine prensip edinen Hizmet gönüllüleri, her türlü bela ve musibetlere göğüs germiş ve ötelere kadar uzanan vizyonlarını dünyanın her köşesine taşımayı başarmışlardır. Bu başarının bir sırrı da, koca Akif’in “girmeden tefrika bir millete, düşman giremez, toplu vurdukça yürekler, onu top güllesi sindiremez”, mısralarında gizlidir.
Geçmişte çok defa ‘kemmiyet artınca keyfiyet düşer’ prensipi herşey için geçerli midir, diye düşünmüşümdür. Genelde bu prensip toplulukları için bile geçerlidir, fakat tarihte bu presipe uymayan bir toplum vardır, o da Allah Resulünün etrafında halkalanan Ashab-ı Kiram efendilerimizdir. Allah’ın büyük bir lutfü olacak ki, ben sahabe benzeri bir yapılanmaya bu hizmet içerisinde şahit oldum. Yıllar önce Türkiye’de gezdiğim beldelerde de, yurdışında bulunduğum ortamlarda, hizmet insanının birlik ve beraberlik içinde, istişareyle hareket ettiğini, hedefe kilitlenmiş bir halde yürüdüğünü, uhuvete zarar verecek nifak ve ihtilaftan, yol arkadaşlarını rencide edecek tavırlardan, mümkün mertebe uzak durduğunu gördüm.
Bugün yaşadığımız zorlu süreç her ne kadar keyfiyette ufak bir azalmaya, bazı ham ruhların sağa sola savrulmalarına neden olsa da, hatta bazılarının Hizmetin en temel prensiplerinden biri olan vazifeli arkadaşlarla istişareyi çiğneyerek kendi yollarını çizmelerine sebeb olmuş olsa da, ben bu Hizmet’te sahabe ruhunun muhafaza edilebileceğine inanıyorum ve çoğunluk itibarıyla hizmet insanının bunu korumaya titizlikle gayret ettiğini görüyorum.
Evet, çetin bir süreç yaşıyoruz, fakat bir büyüğümüzün deyimiyle, şer fırtanısı kayadan ancak toz kaldırır. Lakin, kalkan toza da dikkat etmek lazım, çünkü toz etrafa çabuk yayılır ve Nedim Şener gibi Ergenekon artığı üç kuruşluk adamlara malzeme olur. Dolayısıyla, istişaresiz atılan her adım, şahsi maneviye zarar verir ve sebeb olanlar ahirette bunun hesabını vermekde ciddi anlamda zorlanır. Hele hele, bazı kardeşlerimizin bu dava uğruna hicret ederken hayatlarını kaybettiklerini, zindanlarda çürüdüklerini, ailelerinden koparılıp müthiş sıkıntılar içinde yaşadıklarını düşünürsek, hizmetin birliğini zedeleyeceğimizin her tavrımızın öteki tarafta karşımıza hesabını veremeyeceğimiz büyüklükte bir günah olarak dikileceğini aklımızdan çıkarmamamız gerek.
Bu nedenle, kendini bu hizmetin bir gönüllüsü olarak gören tüm arkadaşlara acizane bir tavsiyem olacak. Bulunduğunuz belde neresi olursa olsun, böyle büyük bir camiada elbette bazı sıkıntılar olacak, herkes meselelere sizin baktığınız açıdan bakmayacak, hatta bazen hangi makamda olursa olsun hata yapan insanlar olacaktır. Bir gerçeği akıldan çıkarmamak lazım ki, Peygamberlik müessesesi Hz Muhammed (sav) ile son bulmuştur. Bugün dünyada hiç kimse ismet sıfatını taşımıyor, hiç kimse hatadan muaf değil. Hepimiz aciz kullarız, dolayısıyla, bize tevdi edilen makamlar hata yapmayacağımız anlamına gelmez. Bu nedenle, bir vücudun uzuvları mesabesinde olan kardeşlerimizi tenkit edip, tüm vücuda zarar vermek yerine, tedavi yöntemine başvurup, her meleselemizi Peygamber terbiyesiyle, yani istişare yoluyla çözmemiz gerekir.
Evet, Allah Resulü Hudeybiye gibi çok sıkıntılı bir süreçte bile, analarımızdan Ümmü Seleme ile istişare ederek, şura müessesesinin önemini vurgulamıştır.
Bundan daha bariz bir örnek ise Uhud vakasıdır.
Allah Resulü Uhud savaşından bir gün önce bir rüya görür. Rüyasında zırhını giymiş bir durumdayken, kılıcının ağzında bir gedik açıldığını ve boğazlanmış bir sığır arkasında bir koç durduğunu görür. Bu rüyayı bizzat kendisi tabir eder ve şöyle buyurur: “zırh Medine’de savunma harbi yapmaya, açılan gedik zarara uğrayacağımıza, boğazlanmış sığır ise şehitler vereceğimize işarettir”.
Buna rağmen, Bedir’e katılamayan genç sahabeler istişare esnasında Uhud’a gidip, meydan muharebesi yapmada ısrar ederler. Allah Resulü istişarenin hakkını vererek, Uhud’a yürüme kararı alır. Zırhını giyip, kılıcını kuşandıktan sonra, genç sahabeler hatalarını anlamışlardır ve “ya Resulallah sizin buyurduğunuz gibi olsun”, derler. Fakat Allah Resulü, “bir Peygamber kılıç kuşanıp, zırh giydikten sonra, bir daha çıkarmaz”, buyurup yola çıkma kararı alır.
Düşünebiliyor musunuz, Peygamber kendi kararının doğru karar olduğunu bildiği halde, istişarenin kararına saygı gereği Uhud’a gitmiş ve bu savaşta 70 sahabe şehit verilmişti. Buradan alınıcak ders, sizin kararınızın en doğru karar olduğunu düşünseniz bile, istişarenin hakkını verin, çıkan karara uyun ve saygılı olun. Evet bu karar isabetli olursa, Allah iki kat mükafıtını verecektir, şayet isabetli olmasza, istişarenin yüzü suyu hürmetine, heyeti yine de mükafatlandıracaktır inşallah.
Değerli okurlarım, büyük davalara gönül veren insanların gönülleri de büyük olur. Bu yiğitler şahsi manevinin korunması için, gerektiğinde şahsi hislerinden ve görüşlerinden de feragat ederler. Dolayısıyla, nifak ve ihtilafı değil, vifak ve ittifakı tercih ederler. Hatayı başkalarında aramadan önce kendilerinde ararlar ve bir insanın hatasız olduğunu düşünmesinden daha büyük bir hata olmadığını bilirler.
Bu süreçte bilerek veya bilmeyerek istişare halkasından kopan tüm kardeşlerimize bir çağrı yapalım, zararın neresinden dönerseniz kârdır, vifak ve ittifakta hayır vardır.