Yazı yazmak.
İki kelimeden ibaret olan bu işi yapmak dışarıdan göründüğü kadar kolay değil.
Sizlerin bir çırpıda okuduğu bir köşe yazısı için bazen tabir yerindeyse dokuz doğuruyoruz.
Yazdığımız yazıyı eskilerin ifadesiyle ‘efradını câmi, ağyarını mâni’ ifade etmek baya efor gerektiriyor.
Gene de kusursuz bir şey ortaya koymak çoğu zaman mümkün olmuyor.
ZAMAN ailesinin değerli okuyucuları, bugünden itibaren şayet güç yetirebilirsek sizin misafiriniz olacağız.
Bu niyetle, klasik ve yangın ifadeyle, Vira Bismillah diyerek ve hasbihal etmek üzere fikir alış verişinde bulunacağız.
Yazıların içeriği genel itibariyle, “iyi günlerin dostlarını”, geçmişte dediklerini, bugünse inkâr ederek, savruldukları hazin durumlara dikkat çekmeye çalışacağım.
Hem de kendi yazıları ve söylemleriyle…
İlk olarak Taha Akyol’la başlamak istiyorum.
1946 doğumlu Taha Akyol’u kendimi bildim bileli sever ve takdir ederim.
Entelektüel birikimiyle, beyefendiliğiyle, insana huzur veren duruşuyla ve daha ne derseniz.. ona hepsi yakışır.
75 yaşında ve Türkiye şartlarına göre nerdeyse yolun sonuna gelmiş duayen bir gazeteci.
15 Temmuz sahte darbe girişimiyle ilgili yazdığı yazıları öyle inandığı, öyle düşündüğü ve Erdoğan’ın günah keçisi ilan ettiği Hizmet Hareketi’nin suçlu olduğunu kabul ettiği için yazdığına inanmadım. İnanmadığım içinde bugüne kadar yazdığı o deli saçması yazılarından dolayı da sadece kendisine acıdım.
Evet onun gibi duayen bir gazeteciye karşı, yazdığı deli saçmalıklarından dolayı ‘bu sana yakışmıyor’ diyemedim. Artık bir çift sözüm var kendisine.
Diyorum ki bu 15 Temmuz sahte darbe konusunda bir şekilde ama öyle ama böyle ikna edildi.
Malum, kendisi Hukukçu.
İhtilal hukuku üzerine kitap yazdı.
Şimdi merak ettiğim için şunu sormak istiyorum.
Taha Bey, sizin okuduğunuz Fakültede “Sübliminal mesaj” diye bir suç terimi var mıydı?
Ayrıca sizin döneminizde kimin veya kimlerin terörist kavramı içerisinde mütalaa edilebileceği henüz belirlenmemiş miydi?
“Suçluluğu kanıtlanıncaya kadar herkes masumdur” karinesini bilmediğini sakın söyleme.
Çünkü onu sokaktaki vatandaş da biliyor.
Ayrıca bu tür sorularla edepten payesi olan sizin gibi bir insanı üstü kapalı cehaletle suçlamak istemem.
Sayın Taha Bey, sizin bu saçmalıklara prim vermenizi hala aklım almıyor.
Bu konuda bari bir Ahmet Altan’a sorsaydınız.
Kendisi, “Sübliminal mesaj” suçlamasıyla üç kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılandı.
Tarihe not düştüğü “Ahmaklığın Adaleti” savunmasını Hindistan’dan Norveç’e, Almanya’dan İngiltere’ye, Fransa’dan Brezilya’ya, İtalya’dan Amerika’ya kadar dünyanın bütün büyük gazeteleri bu davaya geniş yer verdiler…
Birleşmiş Milletler’den Avrupa Konseyi’ne, Avrupa Parlamentosu’ndan Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı’na kadar birçok uluslararası kuruluş yakından izledi.
Hiç düşünmediniz mi bu kadar uluslararası kuruluş bu mahkemeyi niye takip ediyor?
Yoksa bütün dünyanın aklı tutuldu da bir tek siz ve sizin gibiler mi aklını kaybetmedi?
Bak ne diyor Altan: “Bırakın darbe yapmayı, kendilerini hedef alan zulme itiraz etme imkânına bile sahip olmayan binlerce masum adına da konuşma hakkına sahibim. Çünkü onların uğradıkları haksızlıkları gördüm, taş duvarlar arasında onların kaderini paylaştım.” Allah aşkına siz bu savunmayı okumadınız mı? Veyahut ona “yahu sen o savunmada böyle diyorsun, gerçekten öylemi” diye sormadınız mı?
Yoksa onun da “Fetö” yanlısı olduğunu mu düşünüyorsun.
Veya en az senin kadar entelektüel birikimi olan Ergun Babahan’a da sorabilirdin.
Hadi sözü dolandırmayayım.
Yozgat’tan hemşerin olan ve 17-25 yolsuzluk soruşturmalarına kadar “Ekremci-ğim” diye hitap ederek kendisine saygı duyduğun Ekrem Dumanlı’ya doğrudan “Bu işin aslı nedir” diye sorabilirdin.
Sayın Taha Bey, 2013’ten bu yana adım adım inşa edilen dikta yönetimine karşı bir ‘Emile Zola’ gibi sesinizi yükseltemediniz.
En son parti ve saray fetvacısı Hayrettin Karaman’ın “… bak demedi demeyin, sonra Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz, iktidara zarar verecekse haksızlık ve yanlışlardan şikayetle doğruları söylemek caizdir diyemem” fetvasını gene kıyısında kenarından eleştirdiniz.
Mesela “… yolsuzluk da ayıp, günah ve suç olduğu halde tarifi ve hükmü bakımından hırsızlık değildir, hukuki sonuçları ve cezası farklıdır,” dedi.
Başka; ‘zaruret halinde halkın malını gasp etmek caizdir’ dedi.
Mesela; ‘Ümmetin selameti için haramların helal olabileceğini’’ iddia etti.
Daha başka; ’Suçu sabit olmasa da şüpheliler cezalandırılabilir’ diyebildi.
Sayın Akyol, şimdi size yıllar önce bir sohbet meclisinde kendi ağzınızla ve eşinizin de yanınızda olduğu bir hatıranızı hatırlatacağım. O gün o mecliste size itibar ediliyordu.
Sizde söze şöyle başlamıştınız: “Küçük oğlum için gitmediğimiz psikolog, çalmadığımız kapı kalmadı. Bir gün onlardan biri uzun, ama başarısız bir tedavi surecinden sonra ‘Benden bu kadar!” dedi.
Tam kapıdan çıkıyorduk ki: “Beyefendi son bir şey teklif edeyim size; ama sakın beni yanlış anlamayın. Oğlunuzun yaşadığı bu sıkıntıları çözme adına bir de Hizmet Hareketi ile irtibata geçseniz.
Orada abiler/ablalar diye bilinen ve gençlerle çok kolay iletişime geçebilen, eğitimci insanlar var; onların, bizim çözemediğimiz bu tip vakalara neşter vurabildiğini gördüm.” Doktorun söylediği bu sözü aktardıktan sonra siz, sözünüzü şöyle devam ettirmiştiniz: “Çocuğumuzu tedavi maksadıyla haftalardır eşiğini aşındırdığım Psikiyatristin Hizmet hareketiyle hiçbir ilgisi yoktu; ama etrafta gördüğü ve yaşadığı tecrübelerle bunu söylüyordu. Biz de ona itimat ettik ve kendisine saygı duyduğum bir meslektaşım vasıtasıyla Hizmet hareketiyle irtibata geçtik. Çok şükür çocuğumuzu bu yolla yeniden kazandık” dediniz ve sonra da eşinize dönerek “Öyle değil mi Allah aşkına hanım” deyiverdiniz…
Şimdi size yukarıdaki o ilkeden mülhem ben de şöyle diyeyim. Bundan sonra tüzel bir kişiliği ve en az sizin kadar onur ve haysiyet düşkünü insanları doğrudan hedef alan bir iftirayı araştırma ve karşı tarafı dinleme nezaketini göstermeden mahkûm edici bir dille umarım o iğrenç “Fetö” sakızını bir daha çiğnemezsiniz! Sizden bunu beklemek hakkımız.