Bu haftaki yazımızda da Taha Akyol’la devam edeceğiz. Şöyle ki: Taha bey, 16.07.2021 tarihinde Erdoğan’a ait, ‘Dinimizi sömürdüler, aldandık’ cümlesini başlık yapmış. Bu başlığın altını doldurmak için şöyle devam ediyor: “FETÖ’nün görünen yüzü; kendini eğitim ve sosyal yardıma adamış, medeni tavırlı bir dindarlar hareketiydi.” Bununla Hizmet Hareketinin iki yüzlü bir münafık olduğunu ima etmeye çalışıyor. Dolayısıyla 15 Temmuz darbe girişimi için; “Ordu içindeki gizli FETÖ teşkilatı darbe teşebbüsünde bulundu. Darbeler tarihimizde en kanlısının 15 Temmuz olması nasıl bir güç hırsı ve gözü dönmüşlük olduğunun bir dışavurumudur” diyor.
Taha Bey, ‘15 Temmuz’ geçeli 6 yıl oldu. Bu sahte darbe bahanesiyle -sizin tabirinizle- “FETÖ” ile iltisaklı denilerek onca asker görevinden al aşağı edildi ve hapse atıldı. Bunlar hak arama yoluna başvurarak mahkemelere çıktılar. Oralarda bir sürü tanıklık yaptılar. İltisaklı denerek yargılanan insanların “FETÖ” bağlantısının nasıl tespit edildiği bu işin fişlemesini yapanlara soruldu. O tutanakları bir avukat kimliğinizle hiç okuma zahmetinde bulundunuz mu? Yazılarınızdan anlaşıldığı kadarıyla hiçbirinin kapağını kaldırmamışsınız. Belki size bir fikir verir düşüncesiyle ağırlıklı olarak askeri hakimlerin yargılandığı Ankara 17, 23 ve 25. Ağır Ceza Mahkemesi tutanaklarından birkaç tane örnek verebilirim.
Bunlardan biri 8 Ağustos 2016 tarihinde Yasin Aslan verdiği ifadede şöyle diyor: “…ben doğrudan doğruya şu şahıs bu örgütün mensubudur diyemiyorum. Çünkü TSK içinde bir kimsenin örgüt üyesi olduğunu anlamak çok zordur. Şikâyet hakkıma gösterdikleri reaksiyon sebebiyle bazı kişiler hakkında bu yapılanmanın üyesi oldukları kanaatine vardım.” Bir başka isim ise Mehmet Çelik. O da tanık ifadesinde listeleri duyum üzerine yaptıklarını, somut bilgiye sahip olmadıklarını söylüyor.
Kenan Kenan’ın ifadesinde ise şöyle bir bölüm var: “Herkes benim bu yapıyla mücadele ettiğimi bildiği için bana bu yapıyla ilgili bilgiler geliyordu. Böylece bende ciddi bir bilgi birikimi oluştu. Özellikle general bazında, hakimler bazında. Ben de bu bilgileri devletin ilgili birimleriyle paylaştım ve şunlar bu yapı ile ilgili olduğu konuşuluyor dedim. Tabi ki elimde bilgi belge yok. Kimse kimlik kartı ile dolaşmıyor. Bende bildiklerimi tabi kanat olarak ve duyum olarak ilettim. Elimizde ispat bilgisi yok dolayısıyla Fetö’cü diyemem ceza hukuku anlamında.”
Mahkeme tutanaklarına yansıyan cevaplardan en ilginç olanı şüphesiz Metin Ulukanlıgil’e ait olanı. Zira o diyor ki; “Delil göster denildiğinde bir şey diyemezsiniz. Yani şimdi bende şöyle bakıyorum; birtakım şeyleri hissederek söylüyorum”.
Evet Taha bey, binlerce insanın hayatını karartan sürecin alt yapısı böyle hazırlanmış. Elde delil, bilgi ya da tanık ifadesi olmadan duyumlar üzerine ve en önemlisi ‘hissederek’ listeler yapılmış. Sizin gibi aklı başında bir adam şöyle bir soru sorması gerekmez mi? General komutası dışındaki askerler hariç, 358 generalden 240’ı nasıl ‘Cemaat’ ile iltisaklı olabilir? Sizin mantığınız bunu kabul ediyor mu? Cemaat’in asker içinde bu kadar adamı var idiyse bu darbe nasıl başarısız olur? Bu işte ‘bir çapanoğlu var’ bu darbe meselesine bir de tersinden bakmak gerek’ demeniz gerekmez mi? Sonuçları itibariyle bu darbe “Allah’ın lütfu” diyenlerin işine yaradığını görmek için Allah aşkına üstün bir zekaya ihtiyaç var mı? Ne diyeyim? Allah hepinize akıl, fikir ve iz‘an versin!
Meseleyi uzattığımın farkındayım. Şimdi sadede gelelim. 2013 yılında Milliyet gazetesinde Hocaefendi ile ilgili kaleme aldığınız bir yazının giriş paragrafında şöyle yazmışsınız: “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil ile Cemal Uşşak ve Erkam Tufan beni bir kahvaltıya davet ettiler. Bana, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yeni çıkan “Kalbin Solukları” adlı kitabını armağan ettiler. 570 sayfalık kitabı baştan sona okudum. Bir cümleyle özetlemem gerekirse, ‘iman’ kavramını ‘hizmet, şefkat, merhamet’ ve ‘insan sevgisi’ gibi kavramlarla bütünleştirerek anlatan bir eser. Eski ilmihal ve vaaz kitapları kasvetlidir, hatta hiddetlidir. Hocaefendi’nin kitabı ise, aksine hem okurunda ‘huzur’ duygusu, hem iyilik için çaba heyecanı uyandırıyor. Bu kavramlar kitabın bölüm başlıkları zaten. Binlerce insana nasıl bir enerji verdiğini, Afrika’dan Asya çöllerine kadar gönüllü okullar zincirinin nasıl oluştuğunu, bu kitaptaki ruhtan anlamak mümkün.”
Şimdi Taha Bey, sizin kaleme aldığınız yazıdan yola çıkarak ‘iman’ kavramını tüm dünya insanlığına ‘hizmet’ götürme adına statik yapan, karıncayı bile incitmeme ‘şefkat ve merhamet’ anlayışını kendi müntesiplerine aşılayan Hocaefendi’nin darbeye izin verdiğini mi iddia ediyorsunuz? “Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül” diyerek ‘insan sevgisini’ hayat tarzı haline getiren bir insan için “darbeler tarihimizde en kanlısının 15 Temmuz olması” ifadenizle ‘elinize silah alın ve önünüze çıkanı vurun’ dediğini mi söylemek istiyorsunuz? Eğer böyle düşünüyorsanız bende o zaman sizin için cahil desem diplomanıza ve yazdığınız onca kitaba, ahmak desem beyefendiliğinize ayıp olmaz mı? Omurgasız desem sizin kişiliğinize hakaret olmaz mı? Daha çok şey denebilir de bu kadar yeter.