Aynı gün iki manidar olay.
Biri özgürlüğün alabildiğince geniş olduğu demokrat ülkem Avustralya’da yaşandı.
Diğeri ise, bedeviliğin hükümferma olduğu şimdilerde çöle dönen memleketim Anadolu’da meydana geldi.
Her iki olayın ortak tarafı 80’li, 90’lı yaşlarını idrak eden vatandaşların maruz kaldığı muamele.
Önce Avustralya’dan başlayalım.
Olay, geçen gün Güney Avustralya Eyaletine bağlı Adelaide şehrinde yaşandı.
92 yaşında hasta yaşlı bir kadın hastaneye götürülüyor.
Ambulans gecikince hasta, ailesinin özel aracıyla acile kaldırılıyor.
Covid testindeki bazı aksamalardan ve servisteki yoğun trafik nedeniyle hastaya iki saat gecikmeli müdahale ediliyor.
Olay duyarlı vatandaşların tepkisi üzerine, kamuoyuna yansıdı.
Hastanın iki saat bekletilmesi ve yaşanan ihmaller nedeniyle Eyalet Başbakanı Peter Malinauskas aileden özür diledi. Başbakan özründe; “Merhamet sahibi hiçbir insanın duymak istemeyeceği bir olayla karşı karşıya kaldık. Gördükleri muameleden dolayı Bayan Wortley ve ailesinden özür diliyorum.” dedi.
Çiçeği burnunda Başbakan Mart ayındaki seçimlerde iktidar olmuştu.
1.Dünya Savaşı’ndan sonra Avustralya’ya kaçan Litvanya ve Macaristan kökenli mültecilerin torunu.
Evet Başbakan yaşlı hastaya iki saat gecikmeli müdahaleden dolayı özür diliyor.
Hem de; “Ümmete ümit” palavrasıyl yola çıkan lider kılıklı siyasetçilere şu anlamlı cümleyi kurarak; “Merhamet sahibi hiçbir insanın duymak istemeyeceği bir olay.”
Yaşlı hastaya karşı, tüm dünyaya örnek siyasi değil, insani duruş.
PİRİFANİLERİN MARUZ KALDIKLARI MUAMELE
Peki aynı gün Anadolu coğrafyasında neler oldu?
Neler yaşanmadı kı…
Van’ın Edremit ilçesinde 80 yaşındaki Makbule Özer ile 79 yaşındaki eşi Hadi Özer, 4 yıl önce evlerine yapılan polis baskında çocuklarıyla gözaltına alındılar.
Ardından yaşlı çift’e “Örgüte yardım ve yataklık” iddiasıyla dava açılmıştı.
Suçlandıkları “terör eylemi” ne?
‘Kermese börek yapıp örgüte yardım’ etmek(miş)!
Rejimin yerel mahkemesinin Özer çiftine verdiği 2 yıl 6 ay hapis cezası, Yargıtay’ca onandı.
Bu onamanın ardından Özer çifti, cezaevine gönderildi.
Bir ayakları mezarda olan bu yaşlılar, adliye kapısından baston yardımıyla, birbirlerine tutunarak çıktılar.
Rejimin bekçileri bu iki pirifâniyi, bir de karantina hücresinde ağırladılar.
Böyle olurmuş ‘üstün’erin adaleti.
Hukuk değil ölüm fermanına imza atan Saray’ın yargıçları!
Cezanın evde infazı için yapılan başvuru “yasal şartlar oluşmadı” gerekçesiyle reddedilmiş.
Yaşlı Makbule Özer, sadece yaşlı değil aynı zamanda yüzde 52 oranında engeli.
Kişisel ihtiyaçları dahil, aile fertlerinin yardımıyla karşılanıyor.
Ötesi yok artık söylenecek laf yok bu gaddar anlayış karşısında.
Bunlar ne menem şeyler?
Ülkenin sırtından defolup gittiklerinde, soluklandıkları tüm yerleri 77 kez sabunla yıkasak yine de işledikleri cürümleri temizleyemeyiz.
Ne zulümler ve trajediler gördü Van ilimiz.
Minik Muharrem’in cesedini torbada sırtında, karlı dağları aşarak, kilometrelerce taşıyan babanın trajedisi de Van’da yaşanmıştı .
Bu şehir çok mezalim gördü.
Kapağı açılmadık yöntemler deneniyor zulüm adına, insanı insanlığından utandıran uygulamalar.
Baskılar, gözaltılar, tutuklamalar, işsiz, aşsız bırakma, açlığa mahkûm etme.
Bütün kötülükleri bu topraklara taşıyacağız andı içmişler sanki.
7’den 70’e her yaştan insanlarımız acı çekiyor.
Çocuklar, yöresel kıyafet giydikleri için karakola götürülüp, sorgulamaya maruz kalıyor, parmak izleri alınıyor.
Gerekçe ne biliyor musunuz?
Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde Nevruz kutlamasında yöresel kıyafet giyenler, örgütsel kıyafet giymiş ve örgüt propagandası yapmışlarmış.
5 yaşındaki A.B ve E.B. isimli ikizler bu yaşta polisle tanışıyor.
Bir cinnet hali.
Hayvanlara bile nefes aldırılmıyor.
Şanlıurfa’nın Çaylı köyünde bir çiftçinin 17 koyununu gözaltına alıyor diktatör rejim ve polisleri.
Milletvekilli feryat ediyor; “Çaylı Köyü’nde hemşerimizin 17 koyunu, askerler tarafından gözaltına alındı.
Koyunlar, Gümüşsu merkezindeki ‘Hayvan cezaevine’ hapsettiler.”
Tımarhane denince Bakırköy akla gelirdi.
Şimdi memleket tımarhane ne acı ki…
19 ay önce felç geçiren ve yüzde 89 engelli olan Şerife Sulukan Edirne’de tutuklandı.
Gözaltına alınan Sulukan, banyo dahil kişisel hiçbir ihtiyacını tek başına karşılayamıyor.
Eşi de KHKlı olan Şerife hanım, şimdi demir parmaklıklar ardında.
9 aylık hamile Ceyda Nur Eroğlu gibi yüzlerce masum,
Bylock kullandığı için rejimin zindanlarında.
Ne içerde ne dışarda nefes yok yani.
Ne Insana ne hayvana.
BAŞÖRTÜLÜ BACILARA, ŞİDDET, ZULÜM VE ÖLÜM
Başörtülü, çarşaflı bacılar şimdi polis şiddetine maruz.
Eli coplu gözü kararmışlar, büyük bir hınçla bacıları dayaktan geçiriyor.
“Başörtülü bacıları” bayraklaştırıp iktidar olanlaronların gözyaşına bakmıyorlar artık.
Kutsalları yok bunları, her şeyleri yalan…
Şu Furkan Vakfı mensuplarının yaşadıkları polis şiddetinden bahsediyorum.
Alpaslan Kuytul’u Adana’da tutukladılar.
Ağrı’nın Patnos ilçesindeki cezaevine gönderdiler.
Tıpkı Selahattin Demirtaş gibi…
Diyarbakır’dan Edirne’ye.
Tam deccalca bir yaklaşım.
Sadece iktidar ortağı tek değil günahlarının da şeriki Devlet Bahçeli, Furkan Vakfı’nın mensuplarına, bu alçak zulmü yapanların polislerin alnından öpmüştü.
KABATAŞ YALANCILARI
Gezi olaylarında uydurdukları Kabataş yalanı hala kuyruğundan asılı meydanlarda duruyor.
Günlerce ‘Başörtülü bacımıza…’ diye başlayan duygu sömürüsü, ajitasyon dolu yalan ve iftiralarla aslında kirletilmişti tüm değerler.
Başörtüsü serbest ya, gerisi “teferruat”!
Her şey, iktidarı ve pastayı kaybetmemek(tir).
Onun için her türlü şeytani plan ve tuzak mübah.
Din ve tarih gibi ne varsa kullanıp attılar.
Hırsızlık, yolsuzluk, zulüm, terör gemi azıya alsa da boş yeler.
Dünyada ve ülkedeki bütün şeytani oluşumlar en yakın arkadaşları ve işbirliğini yaptılar, yapmaya devam ediyorlar. Gençler inançlarını sorgulamaya başladı.
‘Bunlar Müslümansa biz değiliz’ diyor insanlar…
Ateizm ve deizm hiç olmadığı kadar yaygınlaştı bu toplumda.
Siyasal İslam’ın, inanç, adalet, hak ve hukuktaki vahit tablosu, ne yazık ki böyle.
KÜLTÜREL ŞİZOFRENİ VE İRANLI YAZARIN TESPİTİ
İranlı Yazar’ın tespitiyle bitirelim.
“Yaralı Bilinç” isimli kitabında çarpıcı bir olaya dile getirerek, ‘geleneksel toplumlarda kültürel Şizofreni’yi dile getiren
Yazar Daryush Shayegan, adeta günümüz Türkiye’sine ışık tutmuş.
İslam Devrimi‘nden sonra sürgün hayatı yaşayan ve yıllarca ülkesinden uzakta kalan genç bir adam İran’a döndüğünde Tahran Havaalanı’ndan evine gitmek için bir taksiye biner
Bir süre yol aldıktan sonra şoförden ilk tütüncüde durmasını ister.
Şoför,
-Tütüncüde ne yapacaksınız beyim? diye sorar.
-Sigara alacağım…
-Sigarayı artık camide satıyorlar beyim.
-Camide mi?
-Yahu cami Allah’ın evidir, oraya ibadet etmeye gidilmez mi?
-Hayır beyim!
-İbadet etmek için artık üniversiteye gidiliyor.
-Peki o zaman öğrenim nerede yapılıyor?
-Öğrenim hapiste yapılıyor.
-Hapiste hırsızlar yok mu?
-Hırsızlar artık hükümette beyim…
Öyle ya…
Hırsızla hükümette ise; siyaset, din, bilim artık anlamsızlaşıyor.
Hukuk rafa kalkıyor, temel hürriyetler bile tartışma konusu oluyor.
Oturdukları koltuklara liyakatle gelmeyenler ülkeyi dirayetle ve adaletle yönetemiyor.
Ne diyelim?
O büyük Zat’ta türlü zulümleri bu coğrafyasında iliklerine kadar yaşamıştı.
Dönemin şeytanları ve şerrlerine maruz kalmamak ve ibadetini huzur içinde yapmak üzere çıktığı Van Kalesi’nden inirken ayakları kayıp düşen Pîr-i Muğân‘ın, ‘Ya Gavs-ı Geylanî’ çığılığıyla sözlerimizi tamamlayalım. Sen mazlumlara yardım et, çığlıklarını duy ve nihayet haklarını al.
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au