Maori. İlk defa duydum. Avustralyalıların Aborjin, Amerikalıların Kızılderilileri aklınıza gelsin. Yeni Zelanda adasının yerli halkı. Bugün itibariyle nüfusun %17’sini oluşturuyormuş. Köken olarak kaynakların verdiği bilgilere göre Polinezyalı. Polinezyalılar Avustralya, Yeni Zelanda, Tayvan, Samoa, Tahiti, Hawai ve Paskalya Adası gibi geniş bir alana yerleşmişler.
Yeni Zelanda’nın kuruluş belgesi olan Te Tiriti o Waitangi
yani Waitangi Antlaşması ile Maori ile İngiliz Kraliyeti arasında bir ortaklık antlaşması ile resmi olarak iki toplumlu bir ülke haline gelmiş Yeni Zelanda. Kültürlerini korumada oldukça hassaslar. Öyle ki Maori kültürüne ait motifler hayatın her yerinde. Hatta Yeni Zelanda’da kurulan şirketlere o kültüre ait bir motifi ister logosunda ister yönetim binalarında kullanmaları konusunda çok ciddi teşvik varmış. Söz konusu motifler hem geleneksel hem de modern dönemleri kapsıyor.
Dini inançları var. Dağlar, taşlar, denizler vb. Hemen her şeyin ruhu olduğuna inanıyorlar. Tesadüfü kabullenmiyorlar. Yüce bir Yaratıcıya inanıyorlar ve inandıkları yaratıcı görebildiğim ve okuduğum kadarıyla İslam’ın Allah inancı ile örtüşen bir çok ortak paydaya sahip. İhtimal bu inanç benzerliği ya da yakınlığından hareketle Maoriler arasında Müslüman olan insanlar da varmış. Ben bunlardan birisi ile tanıştım. İsmi Matthew.
Oradaki arkadaşlarımız bir vesile ile yaşadıkları şehre yakın bir yerde mükim olan Maorilerle tanışmışlar. Önümüzdeki günlerde ortaklaşa 4 günlüğüne yatılı bir program yapacaklar onların aynı zamanda kutsallık atfettikleri mekanlarında. Hem bizi tanıştırmak hem de yatılı program yapacakları mekânı görmek için bir grup arkadaşımız, yanımızda eş ve çocuklarımız ile oraya gittik. Toplam 21 kişiydik. Yarı resmi bir karşılama töreni yaptılar bize. Ama sözünü ettiğim programda tam resmi karşılama yapılacak, geleneksel Maori giysilerini giyecekler. Kendileri söylediler bunu. Kahvaltı ikram ettiler bize. Gerek kahvaltı öncesi yapılan konuşmalar gerekse sonrasında yapılan dualar zihnimde “bir ruhta iki cesed iki cesedde bir ruh” deyimini çağrıştırdı.
Bakın Maori liderinin konuşmasından birkaç cümle: “Bir tek Yaratıcıya inanıyoruz. O’ndan geldik O’na döneceğiz. Hoş geldiniz. Kutsal dağın yamaçlarına hoş geldiniz. Kutsal nehre hoş geldiniz. Aramıza hoş geldiniz. Hikayemizi paylaşacağımız, dostluğumuzu pekiştireceğimiz beraberliğe hoş geldiniz. Annelerimizi, yaşlılarımızı, ölmüşlerimizi saygıyla anıyoruz. Bizim bu kutsal mekânda olmamızı sağlayan dedelerimizi saygıyla anıyoruz. Bu ekinleri bize sunan Yaratıcıyı da saygıyla anıyoruz. Bizi ziyaret ettiğiniz için size teşekkür ediyoruz. Birlikteliğimize de Yaratıcıyı şahit tutuyoruz.” Maori inançları konusunda derinlemesine bir araştırma yapmak lazım. Belki yapılmıştır da ama İslam’ın tevhid akidesine aykırı bir cümleyi ne konuşmalarında ne de dualarında duydum.
Ben de bir dua yaptım orada. Türkçesini paylaşayım isterseniz burada. “Allah’ım! Bugün burada, farklı topraklardan ve kültürlerden gelen insanlar olarak bir araya geldik. Senin sınırsız gökyüzünün altında minnettar kalpler bir arada atıyor. Bize bahşettiğin nimetler için, güneşin sıcaklığı, rüzgârın yumuşak fısıltıları için, hayatlarımızı zenginleştiren çeşitliliğin güzelliği için Sana teşekkür ediyoruz. Birlikteliğin gücünü kabul ediyoruz, tüm farklılıkları aşan birliğinin gücüyle bizi sevgi ve anlayışla birbirine bağlı tek bir topluluk olarak birleştir. Birbirimizi takdir etme yolculuğumuzda bize rehberlik et, eşsiz hikayelerimizden ve bakış açılarımızdan karşılıklı paylaşımlar yapabilmek için bize bilgelik bahşet. Maori kardeşlerimizin yüzlerinde Senin ilahi varlığını görmek için, hayatlarımızı kutsayan dostluk ve kardeşlik armağanlarının farkına varmak için bize yardımcı ol. Kalplerimiz şükranla dolup taşsın ve minnettarlık ve birliktelik ruhuyla ellerimiz başkalarını kucaklamak için açık olsun. Allah hepimizi dünyada ve ahirette korusun. Amin.”
Neden bizi kutsal mekanlarında misafir ediyorlar? Çok basit bir gerekçeleri var ki o basit gerekçe aslında hayatın özü. Birlikte yaşıyoruz, birbirimizi tanımak, birbirimize saygı göstermek ve birbirimizle paylaşmak zorundayız. Bu kadar. Keşke bu kadar basitçe ifade edilen ve hayatın özünü oluşturan bu yaklaşım insanoğlunun hayatına hâkim olsa. Keşke! Baksanıza şu an Filistin ve İsrail topraklarında cereyan savaşa. Her iki taraftan da binlerce sivilin olduğu, milyonlarca insanın göç etmek zorunda kaldığı bir sürece girdi dünya. Öncesinde de Rusya-Ukrayna savaşında görmüştük aynı manzarayı ve hala görüyoruz. Dejavu yaşıyoruz. Hem de insanlık tarihinin başladığı ilk günden beri. Habil ve Kabil’den bu yana. Neyimizi paylaşamıyoruz bilmiyorum ama paylaşamıyoruz işte.
Birkaç cümle de Yeni Zelanda için edeyim. Klişe bir deyim var. “Yeni Zelanda’da 5 milyon insan 60 milyon hayvan yaşar.” Gerçekten de öyle. Yer gök hayvan sanki. Ülke içinde Auckland’a 4 saat süren mekanlara kara yolculukları yaptık. Her taraf yemyeşil ve bu yemyeşil araziler gözünüz alabildiğince küçük ve büyükbaş hayvanlarla dolu. Ülkenin en önemli gelir kaynaklarından biri hayvancılık. Et, süt ürünleri ihracatı çok yaygın. Müslüman ülkelere ihracatı hatırı sayılır ölçüde. Helal sertifikası veren tek kurum var; FİANZ. Açılımı Federation of Islamic Associations of New Zealand. Bu kurum sanırım devletin de kontrolü ve yönlendirmesi içinde helal kesime ciddi riayet ediyormuş. Hatta ülke genelindeki kesimlerin % 95’inin helal olduğunu söylediler arkadaşlarımız. Tahmin edileceği gibi hem ticari kaygılarla o pazarı kaybetmemek hem de farklı dinlere saygıları icabı yapıyorlar bunu. Mezbahanelerde çalışma saatlerine denk gelen namaz vakitlerinde ezan okunuyor ve Müslüman kasapların namaz kılması için mola veriliyormuş çalışmaya.TR724.COM