Aslında başlıktaki soruyu ülke nereye sürükleniyor şeklinde sormak daha uygun olacak.
Her ne kadar, yandaş medya gece gündüz ısrarla ülkede pembe bir tablo varmış görüntüsünü vermeye çabalasada, artık mızrak çuvala sığmıyor. Toplumun her kesiminden yetti artık çığlıkları yükselmeye başlamış durumda. Sokak röportajları insanların bir değişiklik istediğini, aç karınlarını artık iktidar yalanlarının doyurmadığını gösteriyor.
Bir taraftan hukuksuzluk, zulüm, yolsuzluk, adam kayırma, haksız kazanç, suç, yalan ve iftira tavan yapmış durumda, diğer taraftan ekonomi, adalet, eğitim, demokrasi, hürriyet, dış politika, insan hakları ve güven taban yapmış durumda.
Aslında iktidarı bu gidişatın tek sorumlusu olarak görmek çok da mantıklı bir yorum olmayacaktır, çünkü ülkenin bu duruma gelmesinde, iktidar ve muhalefet destekçileriyle beraber herkesin bir payı var. Ülkede hukuksuzluklar ilk baş gösterdiğinde, insan hakları ihlal edilirken, medya organları basılıp kapatılırken, masum insanlar çocuklarıyla beraber kanunda yer almayan uydurma nedenlerle cezaevlerine gönderilirken, malları ve mülklerine ganimet gibi çökülürken ses çıkarmayanların, bugün gelinen durumdan şikayet etmeye hiç ama hiç hakları yok.
Maalesef, bu süreç bize birazda bu toplumun çapını ve kalitesini göstermiş oldu. Komşularına, arkabalarına, kardeşlerine, arkadaşlarına, yurtdaşlarına ve dindaşlarına yapılan zulüm karşısında gıkını bile çıkar(a)mayanlar, ceplerine dokunulduğunda avazı çıktığı kadar bağırmaya başladılar. Demekki ceplerine giren para kardeşlikten daha değerliymiş.
Bu süreç bizlere bir şey daha öğretti, Türkiye’de bir iktidar sorunu değil, zihniyet sorunu var. Ve bu sorun neredeyse toplumun her kesiminde mevcut. Atatürkçü ve Kemalist kesimden tutun, milliyetçi ve muhafazakar kesime kadar, temelde zihniyet aynı. Haksızlık ve zulüm bizim mahalleden birine yapılmadıkça, benim nazarımda haksızlık ve zulüm değildir, kafası. Ve genelde bu kafa yapısı toplumun büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Irkçı, faşist, vicdansız, çağı yakalayamamış, çürümeye yüz tutmuş, kokumuş bir kafa yapısı.
İnsanı insan olarak değil, idelojik kimliği ile değerlendiren, kendi mahallesiden olmayana mahallesindeki sokak kedileri kadar değer vermeyen, vicdan fukarası yığınlar.
Vicdanları artık o kadar çürümüş ki, insanları helikopterden atmışlar, bana ne adamlar Kürtmüş…
Gözaltında alınan senarist bir bayanın ayağına asit sürmüşler, bana ne, cemaatçiymiş…
3 yaşında yavrular Ege’de, Meriç’te boğulmuş, iyi olmuş, büyüseydiler f..öcü olacaklardı…
Gazeteciler cezaevlerinde çürüyor, muhakkak bir suçları vardır…diyebilen bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Ne yazık ki bu zihniyet toplumun büyük kesiminde mecvut. Farklı gibi gözüken mahallelerin sadece renkleri ve retorikleri değişik, fakat zihniyet aynı.
Tabi, yaşanan bu süreçte iktidarın sebeb olduğu tahribatı da görmemezlikten gelemeyiz. Kanaatim o ki, AKP iktidarının ülkeye verdiği hasarı tamir etmek için bugün harekete geçilse, en az çeyrek asır gerekecektir. Toplumda oluşturulan kutuplaşma, adavet, duyarsızlık ve bencilliğin onarılması ancak yeni bir nesil ile sağlanabilir.
Demokrasi, insan hakları ve adalet anlayışında dünya standartlarını yakalamış, insanları kendi mahallesinden oldukları için değil, sadece insan oldukları için seven, ayrım yapmadan herkesin hakkını savunan, ırkçılık illetinden arınmış, vicdan sahibi yepyeni bir nesil.
Gerçi bir zamanlar özlemi duyulan bu nesli yetiştirmek için canı ve malıyla küheylanlar gibi koşturan insanlar vardı. Maalesef bu insanlar bu topluma bir kaç boy büyük geldi. Kıskançlık ve hased, özellikle muhafazakar kesimden bazı grupları yiyip bitiriyordu. Bunun farkına varan vesayet yılladır planladıkları ve gerçekleştiremedikleri hayellerini, bu kesimden buldukları bir tetikçi namzetinin eliyle hayata geçirdiler. Yetişen fidanları söktüler, tarlaları yaktılar ve mahsülleri talan ettiler.
Esasen bütün bu olanlarda en büyük suç muhafazakar kesimindi. İş ehil olmayana verilirse, neticeleri vahim olur. Halbuki, Allah Resulü işi ehline verin dememişmiydi?
Osman bin Talha Kureyş tarafından Kabe’ye kayyım tayin edilmişti. Mekke fethi sonrası bir köşeye oturmuş çocuk gibi ağlıyordu. Bunu gören Allah Resulü “ey Ebu Talha, atalarınızdan kalma olan emaneti sizde payidar ve baki olmak üzere alınız. Bunu zalim olmaksınızın hiçbir kimse sizden alamaz” diyordu.
Allah Resulü bu ahlakını Kur’andan almaktaydı, çünkü Kur’an “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletli davranmanızı emreder”, buyuruyordu. Demek ki ehil olmak ile adaletli olmak arasında direk bir bağlantı var.
Meseleye İslami ölçüler açısından bakıldığında işin ehli, maharetli, diplomalı, dürüst, ahlak ve takva sahibi insanlardır. Fakat bu özellikler bazen bir insanda bulunmayabilir. Bu durumlarda marifet ve ehliyet sahibi, dürüst ve adil insanlar tercih edilmelidir. Örneğin, bir köye bile muhtar seçerken, camiye imam tayin edilmediğini hatırlamak ve işi ehline vermek gerekir.
Özelikle, devlet yönetmek gibi ciddi sorumluluk gerektiren makamlara insan seçerken, aranacak özelliklerin başında, ehliyet, marifet, dürüstlük, ahlak ve adalet gözetilmelidir, çünkü bu insanlar ülkenin kaderinin belirlenmesinde büyük rol oynayacaklardır.
Evet, iş ehline verilmezse, o kişilerin sebeb açtığı zararın ceremesini sadece kendileri değil, herkes çeker. Hele bir de ehil olmayan kişi devlet başkanı yapılmışsa, ülkenin başına yıllar boyu çekeceği belalar ve musibetler yağar.
Velhasıl, iş ehline verilmezse hırsız devlete sultan olur, arsız hazineye defterdar olur, yolsuz maliyeye nazır olur, soysuz sadrazama kethüda olur….