Hepinizin dikkatini çekmiştir. Mevcud iktidarın probaganda mekanizmaları sayesinde, devlet, millet, hükümet kavramları toplumun belirli bir kesimi tarafından biribirine karıştırılıp, adeta hepsi aynı şeylermiş gibi yansıtılıyor. Özelikle sokak röportajlarında sıkça rastladığımız yandaş argümanlardan biri de, siyasi iktidarı eleştirmek, devleti, vatanı, milleti eleştirmektir. Dolayısıyla, hükümeti eleştiren Türkiye’yi eleştiriyordur ve vatan hainidir.
Bu çarpık anlayışa göre, bir vatandaş geçim sıkıntısı altında kıvranıyorsa, çoluk çocuğuna ekmek götürebilmek için 12 saat hamballık yapıp, neticesinde hakkettiği ücreti bile alamıyorsa, veya iş bulamadığı için pazar yerlerini dolaşıp, artan sebze ve meyveleri toplamaya çalışıyorsa, bu ülkenin bir vatandaşı olarak şikayet etmeye hakkı yoktur. Çünkü önemli olan devletin bekasıdır ve bu bekayı sağlayacak olan tek güç siyasi iktidardır.
Yandaşların bu argümanlarına karşılık veren muhalifler de, devlet ve hükümet kavramlarının farklı şeyler olduğunu ve eleştirilenin devlet değil, hükümet olduğunu vurguluyorlar. Aslında, bu açıklamalarıyla devletin kutsiyetine de işaret ediyorlar ve eleştirilemeyeceğini dile getirmiş oluyorlar. Görülen o ki, bu konuda muhalif kesim de, devlet kavramıyla statükoculuğu karıştırıyor.
Devlet kutsal değildir… Devletler milletler tarafından oluşturulur, dolayısıyla hoş görünün, birlik beraberliğin, saygının, sevginin, anlayışın olmadığı bir yerde, devletten söz edilemez.
Aslında devletleri ayakta tutan ve kalıcı yapan en önemli faktör adalettir. Adaleti olmayan bir devlet, yıkılmaya mahkumdur. Hz Ali döneminde, halifeye devletin dini var mıdır, diye soruyorlar. Hz Ali, devletin dini adalettir, buyuruyor. Yani, hukuksuz bir devlette, inanç hürriyetinden, insan haklarından bahsetmek de mümkün değildir.
Şimdi gelelim siyasi iktidarlara, yani hükümetlere. Siyasi iktidarlar için beka kavramı hiç bir zaman söz konusu olamaz. Şayet öyle bir şey olsaydı, dünya Sultan Süleyman’a kalırdı.
En güçlü iktidarlar bile, bir meyvenin zamanla yeşerip, kızarıp, olgunlaştıktan sonra dalından düşüp çürüdüğü gibi, yıkılıp gitmeye mahkumdur. Hele hele zalim ve adaletsizlerse, bu yıkılış daha hızlı olur ve tarihin çöplüğüne utanç verici bir anı olarak atılırlar.
Bu konuda Hitler, Mussolini, Stalin gibi bir çok iktidar sahipleri ve akibetleri örnek verilebilir. Bugün, aşırı ırkçı küçük bir kesim dışında hiç bir Alman’ın Hitler’den övgüyle bahsettiğine rastlayamazsınız.
Unutmamak lazım ki, bugün dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan Almanya, Hitler’in yaktığı, yıktığı Almanya’nın küllerinden doğmuştur. Bu başarı, Alman halkının başarısıdır. Dolayısıyla, siyasi iktidarlar devletin devamlılık garantörleri değildir, tam aksine, bu iktidarlardan bazıları, devletlerin yıkılmalarına neden olan baş aktörlerdir.
Buna göre, devletine, ordusuna, halkına, vatanına, milletine zarar veren siyasi iktidarları eleştirmek, demokratik yöntemlerle gitmelerini sağlamak, vatan hainliği değil, tam aksine, vatan severliktir.
Şimdi diyeceksiniz ki, gel de sen bunu kafaları yozlaşmış, hayata at gözlüğüyle bakan, ruhunu kayıtsız şartsız teslim etmiş biatçılara anlat…
Burada size bir misal arz edeyim. 90’lı yıllarda İzmir’deydim. İzmirliler iyi bilir, Alsancak’tan Bayraklıya doğru giderken çok kötü kokan bir yer vardı. Hatta oradan arabayla geçerken bile hızla camları kapatırdık. Hatırladığıma göre, deri fabrikalarından körfeze akan atıklar bu müthiş kokuya sebeb oluyordu. İşin enteresan tarafı, bu muhit ve çevresi yerleşim bölgeleriydi. Bu semtlerde insanlar yaşıyordu. Bir gün, orada oturan bir arkadaşa, bu kokuya nasıl dayanıyorsunuz, demiştim. Ne kokusu, diyordu.
O zaman şunu anlamıştım ki, zamanla insan içinde bulunduğu duruma ve şartlara alışıyor, ve yaşadıkları ona doğal hayatın bir parçasıymış gibi geliyor. Yani daha iyisini görmediği için yaşadığı ve şahit olduğu şeylerin normal olduğunu düşünüyor.
Bu durumda olan insanların gerçekleri görebilmeleri için iki çözüm önerebiliriz. Birincisi, onları bulunduğu ortamdan çıkarıp, gerçek dünyanın nasıl olduğunu göstermek. İkincisi, içinde bulundukları durumun kaynağını tespit edip, sorunu kaynağından çözmektir.
Örneğin, bu misalde ki arkadaşı, yaşadığı çevreden çıkarıp, gül bahçeleriye donatılmış bir ortama götürseniz, size, haklıymışınız, bizim oralar gerçekten çok kötü kokuyormuş, diyecektir. Veya, daha kalıcı bir çözüm olan, problemin kaynağını, yani o deri fabrikalarını kapatacaksınız, başka bir bölgeye taşıyacaksınız ve kokuyu önleyeceksiniz.
Şimdi buradan gelelim günümüz Türkiyesine…
Bence, o sokak röportajlarında emekli maaşıyla iyi geçindiğini söyleyen AKP’li dayılara, bir torba kömüre tav olan yığınlara, kafasına çay atılmasından rahatsız olmayan güruha kızmayın…
Çünkü iyisini görmediler ve bilmiyorlar, her şeyi daha kötüsüyle değerlendiriyorlar.
Bu insanlar için iktidarın polis memurlarına küfretmesi, kendi ordusuna ihanet etmesi, halkı tekmelemesi, masum vatandaşları cezaevlerinde çürütmesi, insanları sokaklardan kaçırıp zulmetmesi, devletin zırhlı araçlarılarıyla küçücük çocukları ezmesi, insanları helikopterlerden atması, amca, teyze, hala, dayı, yeğen, kuzen, tüm akrabalarını ve yandaşları devlet kadrolarına yerleştirmesi, hazineden milyarlarca doları katakulli etmesi, gayet normal.
Çünkü normali görmemişler… Yani burunlarının dibinde tüten o pis kokunun farkında bile değiller… Hatta bazıları, mis gibi koktuğunu iddia ediyorlar.
Dolayısıyla, ya bu insanlara normal olanı gösterceksiniz, ya da meseleyi kaynağından çözüp, normal olanı getireceksiniz…
Burada normal olanın ne olduğunu anlatma babında bir misal verip konuyu tamamlayalım.
Avustralyada bir kaç yıl önce büyük yangınlar olmuş, bazı bölgelerde yaşayan insanların evleri ve mülkleri olduğu gibi kül olmuştu. Orman yangılarının çıktığı esnada, başbakan yurdışındaydı. Ve dönüşünü geciktirmişti.
Ülkeye döndüğünde yanan kasabaları ziyaret etmişti. Bir vatandaşın evinin önünde medyaya bilgi verirken, ev sahibi hışımla dışarıya çıkmış ve başbakana, “burası benim evimin önü, defol git, röportajını başka yerde yap!” diye bağırmıştı. Başbakan büyük bir utançla, evin önünü terk etmiş, ve bunu manzarayı tüm haber kanalları yayınlamıştı.
Yani vatandaş, sen benim o makama getirdiğim bir memursun, görevini yapmazsan, gözümde hiç bir değerin yok, diyordu. İşte normal olan bu, Cumhurbaşkanı öyle yaptıysa, bir bildiği vardır, değil… Sorgulamayan toplum, her zaman köle olmaya razı bir toplumdur.
İslamın bize öğrettiği de budur. Allah resulü (sav) “milletin efendisi, ona hizmet edendir” demiyor mu? @ÖmerErgi