İşçi (Labor) Partisi Üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Avustralya Temsilcisi Hakan Gürbüz; “1980’de zulüm yapanlar üniformalıydı, bugünün Türkiye’sinde apoletsiz generaller var. Söze gelince “milli irade” deniliyor ama bir üniversitede rektör seçilirken, yarı yarıya daha az oy alan kişiye rektörlük payesi veriliyor. Darbeden şikâyet edip sonra aynı darbe hukukuyla insanlara saldırmak, hiç ahlaki değil. Bu da yetmiyormuş gibi, çıkıp ‘bizi aldattılar, aldatıldım onun için böyle oldu’ demek kabul edilemez. Kimi kandırıyorsunuz? “dedi.
Avustralya’ya gelmiş her bir vatandaşımızın, ayı ayrı geliş hikâyeleri var. Siz ne zaman geldiniz. Kısa olarak sizi tanıyabilir miyiz?
Ankaralıyım. 1987’den bu yana Avustralya’da yaşıyorum. 1980 ihtilalinden yedi sene sonra geldim. 1980’de yapılan askeri darbenin mağdurlarındanız. O zamanlar 18 yaşındaydım. Babam ‘Barış Davası’ndan yargılandı ve hapis yattı. Bizde aile olarak bu travmayı yaşadık. Geleneksel olarak, CHP’li olan bir aileden geliyorum. Babam Ankara, Çankaya bölgesi İl Genel Meclis Üyesi idi. Hala o günlerin etkisini yaşıyorum. Ben hayata pozitif bakan bir insanım. O olaylar yaşanmasaydı iyi olurdu ama yaşadıklarım benim hayatıma çok şeyler kattı diyebilirim. İdam sehpasında hayata veda edenleri unutamıyorum. Ankara Kimya Meslek eğitimliyim. Yanımızdaki okul, Ankara Yapı Meslek Lisesi’ydi. Darbe sonrası ilk idam edilenler arasında yer alan Erdal Eren’le idam cezası almadan dört gün önce birlikte top oynuyorduk. Yani dört gün evvel top oynadığın bir insanı, 2,5 ay sonra idam sehpasında görüyorsun.
Tıpkı bugünlerde olduğu gibi, o dönemlerde de suçlanan birçok insan, günahsız çıktı. Galiba ders almadık?
Erdal Eren, bir askeri öldürdüğü iddiasıyla idam edildi. Daha sonra o askeri öldürmediği de ortaya çıktı. Sonra karşı görüşten bir genci de idam ettiler, Kırıkkale’de. Nitekim o gencin de kimseyi öldürmediği anlaşıldı. Yani biri sağ, biri soldan. Kırıkkale’deki genç, MHP’liydi. O da gitti maalesef. Bu gençlerin ikisinin de suçsuz olduğu ortaya çıktı. Şimdi Erdal’ı kim geriye getirecek? Peki, nerede bizim hukuk sistemimiz? İşte bizim darbe hukuku dediğimiz olay bu. Bugün yapılanlar da bundan farksız.
Anlattığınız trajik olaylar, 35 yıl önce meydana geldi. Peki, ne değişti bu süre zarfında?
Hiçbir şey. O zaman bu zulmü yapanlar üniformalıydı. Şu anda apoletsiz generaller var. 1980’de zulüm yapanlar üniformalıydı, bugünün Türkiye’sinde apoletsiz generaller var. Söze gelince “milli irade” deniliyor ama bir üniversitede rektör seçilirken, yarı yarıya daha az oy alan kişiye rektörlük payesi veriliyor. Şimdi bu darbe hukuku değildir de nedir? Milli irade diyorsunuz, ama bu yaptığınız sandığa yansıyan milli iradeyi tanımamak olmuyor mu?
Geçmişte mağdur oldunuz ve şimdi bu mağduriyetinizden, insanlar sizi iktidara getirdi. Şimdi ne oldunuz? Eskiden mağdurdunuz, şimdiyse mağrur oldunuz. Diyorsunuz ki, ben her şeyi yaparım, benim için her şey hak. Ama bu sizin için bir hak olduğu kadar bir başkası için de haktır. O zaman yarın siz yine mağdur duruma düşeceksiniz. Bu iş böyledir. Ne demişler, ‘keser döner sap döner, gün gelir hesap döner’ demiş atalarımız.
Bugün AKP iktidarı tarafından yapılan zulümlerin topluma yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Aslında şahsen, yaşanan sürece olumlu bakmaya çalışıyorum. Mevcut AKP iktidarının bugün böyle davranması, bazı insanları da bir araya getirdi. Geçmişte birbirine selam vermeyen, mahallesine uğramayan insanlar, birbirleriyle selamlaşır hale geldi. Evet, toplumda bir parçalanma oldu. Ama bir yerde bir birleşme de sağlandı. Onun için gelişmelere bu açıdan bakıyorum.
ESKİDEN DEVLETİN DECCAL YÜZÜ VARDI, ŞİMDİ GÜLÜMSEYEREK TOKATLAYAN BİR DEVLET VAR
Bu yakınlaşmanın, ‘çıkarlara dayalı’ olduğunu söyleyenler olduğu gibi, olaylar karşısında ortaya konulan tavrı ‘ilkesel duruş ve farklı görüşlerin birbirini daha iyi tanıması’ olarak kabul edenler de var. Sizin görüşünüz nasıl?
Kesinlikle, farklı görüşlerin birbirini daha iyi anlaması söz konusudur. İnsan tanımadığı şeyden korkar, tanıdığına daha yakından davranır. Tanımadığın insandan ürkersin. Bununla ilgili Avustralya’dan bir örnek vereyim size. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında MHP’li bir arkadaşımız, 18 yaşındaki kızını getirip, CHP’li dostlarına emanet etti. 12 Eylül öncesinde bir MHP’linin CHP’liye emanet edilmesini düşünebilir miydiniz? Bunlar küçük, ama güzel şeyler. Bu türden güzel ilişkilerin artarak devam edeceğine inanıyorum. Bu kadar gözyaşı boşa gitmez. İnsanlara darbeden şikâyet edip sonra aynı darbe hukukuyla insanlara saldırmak, hiç ahlaki değil. Buda yetmiyormuş gibi, çıkıp ‘bizi aldattılar, aldatıldım onun için böyle oldu’ demek kabul edilemez. Kimi kandırıyorsunuz.
Siyasetteki bu yozlaşmanın topluma yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Bir araştıramaya göre, İslam dinine en büyük zarar verilen dönem son on üç yılı kapsıyor. Mesela, eskiden 5 vakit namaz kılanların oranı, yüzde 40’lardayken, şimdi bu oran yüzde 13’lere inmiş durumda. Bakınız bu istatistiki bir bilgidir. Dahası eskiden sakalı olan, namaz kılan bir adama, saygı vardı. Sevmese de güveniyordu insanlar.
Muhafazakârlara karşı bir güven ve itibar kaybını da beraberinde getirdi değil mi?
En azından alnı secdeli insanlar, hırsızlık ve haksızlık yapmaz inancı vardı. Ama bu güven, AKP iktidarıyla hemen hemen sıfırlandı. Her türlü hırsızlığa ve arsızlığa giriyor, bugünkü iktidar. Dindar camianın tersine bir yapıya bürünmüş durumda. Özellikle de belli insanlar arasında güven kalmadı.
Sizce bu güven kaybının Avustralya’daki toplumumuza yansıması nasıl olur?
Avustralya’da da, bunu hissediyoruz. Ama dediğim gibi, farklı kesimler arasında da birbirine karşı güven oluşmaya başladı. Bu olumlu bir gelişme. Eskiden devletin bir deccal yüzü vardı. Bunu her kesimden insan kabullenmişti. Şimdi ise gülümseyerek sizi tokatlayan bir devlet ortaya çıktı.
TAŞ TAŞ ÜSTÜNE KOYANLARA TEŞEKKÜR ETMEK GEREKİYOR, GERİSİ ABESLE İŞTİGALDİR
Tüm bu hukuksuzluklar, sosyal bir probleme neden olabilir mi?
Bence insanlar 1980 dönemindeki hataya düşmeyecekler. Gezi olaylarında, bunu gördük. Gezi’deki ittifaklara bakın, çok farklı kesimlerden insanlar, ortak bir kaygı nedeniyle bir araya geldiler. Oradakilerin hepsine solcu, sağcı ya da falanca filanca diyemeyiz.
AKP, devleti de arkasına alarak, hukuksuz bir şekilde kendinden olmayanları yok etmeye çalışıyor. Hizmet Hareketi ile ilgili ileri sürülen ithamları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hizmet Hareketi dediğiniz zaman, herkese göre değişiyor. Fakat sosyal demokratlar açısından baktığınızda, çok net bir temel ilke var; “Her kim bir binaya bir taş koyuyorsa, onun takdir edilmesi gerekir.” Bugün, eğer Avustralya’da yaşayan tüm göçmenler için, bu hareket eğitim çalışması yaptıysa, ona teşekkür ederiz. Ama bu güzel işi bir başkası yaptıysa, yapılacak tek şey yine teşekkür etmektir. Bundan başka bir tavır içine girmek, abesle iştigaldir. Bunun başka tarifi yoktur. Beğenmiyor musun? Daha iyisini yap. Ama sen daha küçücük bir anaokulunda boğulurken, diğerleri seni fersah fersah geçiyorsa, sen bazı şeyleri söylerken temkinli olmak zorundasın. Bunu kimin yaptığının hiçbir önemi yok. Bugün Hizmet Hareketi yapıyor; yarın başkası yapar. Aynı şey. İşin politik tarafını bir tarafa bırakalım. Bizim bakış açımız budur. Bu hizmeti her kim yapıyorsa yapsın; sonuçta bu servisi veren ve alanlar var. Bu hizmet, bu artı değeri böyle kullanıyor. Beğenmiyorsan daha iyisini yap. CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bakışı da bu. Biz eleştiri değil somut iş üreteceğiz. Somut iş yapmak ise, ortada güzel bir şey varsa onu yıkmadan bozmadan iş yapmaktır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ne diyor? “160 tane okulun devredilmesi lazım” Sen bunu isteme hakkını nereden buluyorsun? O makamın böyle bir polemiğe girmesi, böyle bir talepte bulunması, o makama yakışmıyor. Bu ülkelerde, bu okulların her birisinin, tabi olduğu devletlerin ve hükümetlerin kontrol sistemleri var. Bu okullar öyle parayı bastırıp açılan okullar değil.
AKP ve Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı basın akreditasyonunu, medya özgürlüğü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başlı başına bir ayıptır. Bu ayıbın Avustralya’ya kadar taşınması daha büyük bir ayıp. Bu tür tavırlara karşı durmak gerekir. Avustralya’da değil basın kartı, vergi kayıt numarası olan medya mensupları, haber yapma hakkına sahiptir. Hiç kimsenin basına böyle müdahale hakkı yoktur. Hiç değilse vatandaş olarak orada bulunma hakkı vardır. G20 toplantısında Başbakan Davutoğlu ekibinin ZAMAN’ın temsilcilerine yaptıkları, sadece basına değil, insanların kişisel haklarına da yapılmış bir saldırıydı. Bunun bir zamanlar, “Hak istiyoruz” diye inleyenler tarafından yapılması çok acıdır. Ama hem hak arayacaksınız, hem de insanların haklarını ihlal edeceksiniz; olamaz böyle şey.
Akreditasyon gölgesinde Başbakan Davutoğlu, Brisbane’da işadamlarıyla bir araya geldi. Siz de katıldınız. Nasıl geçti?
Sayın Başbakan, 200’e yakın bir heyetle G20 zirvesi için, Avustralya’ya geldi. İşadamlarıyla görüşme toplantısında bir konuşma yaptım. Ben de söz aldım. Dedim ki; ‘Fazla söze ihtiyacımız yok. Bize davranışlarınızla örnek olun. Dört tane bakanınız akçeli işlere girdikleri için tarafınızdan açığa alındılar. Ya onları görevlerine iade edin; ya da hukuka teslim edin. Ayrıca G20’de 200 civarındaki Türk heyetinin içinde muhalefetten hiçbir yetkili yok. CHP, MHP, HDP gibi partilerden de hiç değilse bir temsilci olmalı değil miydi’ diye sorunca, Davutoğlu; “Bu sadece yürütmeyle ilgili bir toplantı.” dedi. Ama Alman Başbakanı muhalefetten milletvekillerini yanında getirmişti. Bunu Merkel yapıyor da siz niye yapmıyorsunuz? deyince “Bunu bir inceleyeyim, size döneceğim” dedi, hala dönecek.
Avustralya İşçi Partisi’nin de yönetimindesiniz. Bu ülkede nasıl tanıştınız siyasetle?
Her şeyden önce şunu söyleyeyim. Avustralya’da etkili olmak istiyorsak, mutlaka gençlerimizin de siyasetle iç içe olması lazım. Başka etnik toplumlar bunu yapıyor. İşçi Partisi’ne üye olduktan sonra, aktif şekilde, bazen ücret mukabilinde bazen ise gönüllü olarak, faaliyetlere katıldım. Şu anda da yönetimdeyim.Gençlerimizin mutlaka buradaki partilere üye olmaları ve bu yerlerde görev almaları lazım.
7 HAZİRAN SEÇİMLERİ ÜLKEMİZ VE DEMOKRASİMİZ İÇİN ÖNEMLİ
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra da, CHP’nin Avustralya temsilciliğini de üstlendiniz? 7 Haziran Milletvekilliği seçimine hazırlanıyorsunuz. Parti olarak çalışmalarınız hangi aşamada?
Son bir yıldan bu yana CHP Avustralya temsilciliğini yapıyorum. CHP’yi, Avustralya Birlik Başkanlığı adı altında Sydney, Canberra ve Melbourne’de organize ettik. Yakın bir zaman sonra seçim bölgesi olmamakla beraber Brisbane’da da örgütleneceğiz. Wollongong’dan da bir teklif var. Bu şekilde Avustralya Türk toplumu olarak bizim buradaki sesimizi Türkiye’ye aktarırken daha örgütlü olmayı hedefliyoruz. İhtiyaçlarımız hususunda partimizin merkezine doğrudan uluşmayı amaçlıyoruz. Mesela Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Haziran seçimlerine hazırlık ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak 9 sayfalık bir bildirge hazırladık. Bu amaçla Şubat ve Mart aylarında Türkiye ziyaretlerimiz oldu. Genel Başkanımızın bulunduğu bir ortamda, partimizin çalıştayına katıldık. Çalıştaya 19 farklı ülkeden benim gibi ülke temsilcileri katıldı.
CHP’nin ön seçimle milletvekili belirlemesi ve somut projelerle yola çıkması, 7 Haziran seçimlerine farklı bir boyut kazandırdı.
Türk siyasetinde sessiz bir devrim oldu. Bugünkü siyasi partiler kanunu darbe anayasasıyla hazırlanmış bir kanun. Ona rağmen ön seçim diye bir mekanizma var. Biz bu mekanizmayı 24 yıl sonra işleten tek partiyiz. Bu mekanizma 24 yıldır CHP’de de işletilmiyordu. 80 öncesinde ön seçimler delegeler vasıtasıyla oluyordu. O zaman da delege ağalığı diye bir sistem vardı. 20-30 tane delegesi olan, bu gücü, milletvekili adayıyla pazarlık olarak kullanıyordu. Şimdi Kılıçdaroğlu; “Ben bunların hepsini kaldırıyorum. Partime üye olan herkes oy hakkına sahip” dedi.
85 seçim bölgesinin 55’inde önseçimle bu sistem uygulandı. Başka hiç bir parti milletvekili adaylarını belirlerken böyle bir seçim yapmıyor. Hepsi temayül yoklaması denen bir sistemle aday belirliyor. AKP’de olduğu gibi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın özel şoförü, damadı, savcısı, koruması, milletvekili adayı oldular.
Bazı anketler, HDP’nin barajı aşacağı yönünde. HDP’nin, CHP’nin tabanından oy alacağı bekleniyor. Ne dersiniz?
HDP Cumhurbaşkanlığı seçimlerine çok asılmadı. Ama bu seçime çok koordineli ve planlı çalışıyor. Mesela Avustralya için, kemikleşmiş bir oyu var. Yurtdışındaki oyların bu seçimdeki rolü çok önemli. İnsanlarımız, hangi partiye oy verecekse versin ama sandığa gidip oyunu mutlaka atmalarını tavsiye ediyorum. Cumhurbaşkanlık seçimine katılım çok düşüktü. Belki de ilk yurtdışı seçim deneyimi olduğu için. Ama 7 Haziran seçimi ülkemiz ve demokrasimiz için çok önemli.
İşçi (Labor) Partisi Üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Avustralya Temsilcisi Hakan Gürbüz; “1980’de zulüm yapanlar üniformalıydı, bugünün Türkiye’sinde apoletsiz generaller var. Söze gelince “milli irade” deniliyor ama bir üniversitede rektör seçilirken, yarı yarıya daha az oy alan kişiye rektörlük payesi veriliyor. Darbeden şikâyet edip sonra aynı darbe hukukuyla insanlara saldırmak, hiç ahlaki değil. Bu da yetmiyormuş gibi, çıkıp ‘bizi aldattılar, aldatıldım onun için böyle oldu’ demek kabul edilemez. Kimi kandırıyorsunuz? “dedi.
Avustralya’ya gelmiş her bir vatandaşımızın, ayı ayrı geliş hikâyeleri var. Siz ne zaman geldiniz. Kısa olarak sizi tanıyabilir miyiz?
Ankaralıyım. 1987’den bu yana Avustralya’da yaşıyorum. 1980 ihtilalinden yedi sene sonra geldim. 1980’de yapılan askeri darbenin mağdurlarındanız. O zamanlar 18 yaşındaydım. Babam ‘Barış Davası’ndan yargılandı ve hapis yattı. Bizde aile olarak bu travmayı yaşadık. Geleneksel olarak, CHP’li olan bir aileden geliyorum. Babam Ankara, Çankaya bölgesi İl Genel Meclis Üyesi idi. Hala o günlerin etkisini yaşıyorum. Ben hayata pozitif bakan bir insanım. O olaylar yaşanmasaydı iyi olurdu ama yaşadıklarım benim hayatıma çok şeyler kattı diyebilirim. İdam sehpasında hayata veda edenleri unutamıyorum. Ankara Kimya Meslek eğitimliyim. Yanımızdaki okul, Ankara Yapı Meslek Lisesi’ydi. Darbe sonrası ilk idam edilenler arasında yer alan Erdal Eren’le idam cezası almadan dört gün önce birlikte top oynuyorduk. Yani dört gün evvel top oynadığın bir insanı, 2,5 ay sonra idam sehpasında görüyorsun.
Tıpkı bugünlerde olduğu gibi, o dönemlerde de suçlanan birçok insan, günahsız çıktı. Galiba ders almadık?
Erdal Eren, bir askeri öldürdüğü iddiasıyla idam edildi. Daha sonra o askeri öldürmediği de ortaya çıktı. Sonra karşı görüşten bir genci de idam ettiler, Kırıkkale’de. Nitekim o gencin de kimseyi öldürmediği anlaşıldı. Yani biri sağ, biri soldan. Kırıkkale’deki genç, MHP’liydi. O da gitti maalesef. Bu gençlerin ikisinin de suçsuz olduğu ortaya çıktı. Şimdi Erdal’ı kim geriye getirecek? Peki, nerede bizim hukuk sistemimiz? İşte bizim darbe hukuku dediğimiz olay bu. Bugün yapılanlar da bundan farksız.
Anlattığınız trajik olaylar, 35 yıl önce meydana geldi. Peki, ne değişti bu süre zarfında?
Hiçbir şey. O zaman bu zulmü yapanlar üniformalıydı. Şu anda apoletsiz generaller var. 1980’de zulüm yapanlar üniformalıydı, bugünün Türkiye’sinde apoletsiz generaller var. Söze gelince “milli irade” deniliyor ama bir üniversitede rektör seçilirken, yarı yarıya daha az oy alan kişiye rektörlük payesi veriliyor. Şimdi bu darbe hukuku değildir de nedir? Milli irade diyorsunuz, ama bu yaptığınız sandığa yansıyan milli iradeyi tanımamak olmuyor mu?
Geçmişte mağdur oldunuz ve şimdi bu mağduriyetinizden, insanlar sizi iktidara getirdi. Şimdi ne oldunuz? Eskiden mağdurdunuz, şimdiyse mağrur oldunuz. Diyorsunuz ki, ben her şeyi yaparım, benim için her şey hak. Ama bu sizin için bir hak olduğu kadar bir başkası için de haktır. O zaman yarın siz yine mağdur duruma düşeceksiniz. Bu iş böyledir. Ne demişler, ‘keser döner sap döner, gün gelir hesap döner’ demiş atalarımız.
Bugün AKP iktidarı tarafından yapılan zulümlerin topluma yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Aslında şahsen, yaşanan sürece olumlu bakmaya çalışıyorum. Mevcut AKP iktidarının bugün böyle davranması, bazı insanları da bir araya getirdi. Geçmişte birbirine selam vermeyen, mahallesine uğramayan insanlar, birbirleriyle selamlaşır hale geldi. Evet, toplumda bir parçalanma oldu. Ama bir yerde bir birleşme de sağlandı. Onun için gelişmelere bu açıdan bakıyorum.
ESKİDEN DEVLETİN DECCAL YÜZÜ VARDI, ŞİMDİ GÜLÜMSEYEREK TOKATLAYAN BİR DEVLET VAR
Bu yakınlaşmanın, ‘çıkarlara dayalı’ olduğunu söyleyenler olduğu gibi, olaylar karşısında ortaya konulan tavrı ‘ilkesel duruş ve farklı görüşlerin birbirini daha iyi tanıması’ olarak kabul edenler de var. Sizin görüşünüz nasıl?
Kesinlikle, farklı görüşlerin birbirini daha iyi anlaması söz konusudur. İnsan tanımadığı şeyden korkar, tanıdığına daha yakından davranır. Tanımadığın insandan ürkersin. Bununla ilgili Avustralya’dan bir örnek vereyim size. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında MHP’li bir arkadaşımız, 18 yaşındaki kızını getirip, CHP’li dostlarına emanet etti. 12 Eylül öncesinde bir MHP’linin CHP’liye emanet edilmesini düşünebilir miydiniz? Bunlar küçük, ama güzel şeyler. Bu türden güzel ilişkilerin artarak devam edeceğine inanıyorum. Bu kadar gözyaşı boşa gitmez. İnsanlara darbeden şikâyet edip sonra aynı darbe hukukuyla insanlara saldırmak, hiç ahlaki değil. Buda yetmiyormuş gibi, çıkıp ‘bizi aldattılar, aldatıldım onun için böyle oldu’ demek kabul edilemez. Kimi kandırıyorsunuz.
Siyasetteki bu yozlaşmanın topluma yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Bir araştıramaya göre, İslam dinine en büyük zarar verilen dönem son on üç yılı kapsıyor. Mesela, eskiden 5 vakit namaz kılanların oranı, yüzde 40’lardayken, şimdi bu oran yüzde 13’lere inmiş durumda. Bakınız bu istatistiki bir bilgidir. Dahası eskiden sakalı olan, namaz kılan bir adama, saygı vardı. Sevmese de güveniyordu insanlar.
Muhafazakârlara karşı bir güven ve itibar kaybını da beraberinde getirdi değil mi?
En azından alnı secdeli insanlar, hırsızlık ve haksızlık yapmaz inancı vardı. Ama bu güven, AKP iktidarıyla hemen hemen sıfırlandı. Her türlü hırsızlığa ve arsızlığa giriyor, bugünkü iktidar. Dindar camianın tersine bir yapıya bürünmüş durumda. Özellikle de belli insanlar arasında güven kalmadı.
Sizce bu güven kaybının Avustralya’daki toplumumuza yansıması nasıl olur?
Avustralya’da da, bunu hissediyoruz. Ama dediğim gibi, farklı kesimler arasında da birbirine karşı güven oluşmaya başladı. Bu olumlu bir gelişme. Eskiden devletin bir deccal yüzü vardı. Bunu her kesimden insan kabullenmişti. Şimdi ise gülümseyerek sizi tokatlayan bir devlet ortaya çıktı.
TAŞ TAŞ ÜSTÜNE KOYANLARA TEŞEKKÜR ETMEK GEREKİYOR, GERİSİ ABESLE İŞTİGALDİR
Tüm bu hukuksuzluklar, sosyal bir probleme neden olabilir mi?
Bence insanlar 1980 dönemindeki hataya düşmeyecekler. Gezi olaylarında, bunu gördük. Gezi’deki ittifaklara bakın, çok farklı kesimlerden insanlar, ortak bir kaygı nedeniyle bir araya geldiler. Oradakilerin hepsine solcu, sağcı ya da falanca filanca diyemeyiz.
AKP, devleti de arkasına alarak, hukuksuz bir şekilde kendinden olmayanları yok etmeye çalışıyor. Hizmet Hareketi ile ilgili ileri sürülen ithamları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hizmet Hareketi dediğiniz zaman, herkese göre değişiyor. Fakat sosyal demokratlar açısından baktığınızda, çok net bir temel ilke var; “Her kim bir binaya bir taş koyuyorsa, onun takdir edilmesi gerekir.” Bugün, eğer Avustralya’da yaşayan tüm göçmenler için, bu hareket eğitim çalışması yaptıysa, ona teşekkür ederiz. Ama bu güzel işi bir başkası yaptıysa, yapılacak tek şey yine teşekkür etmektir. Bundan başka bir tavır içine girmek, abesle iştigaldir. Bunun başka tarifi yoktur. Beğenmiyor musun? Daha iyisini yap. Ama sen daha küçücük bir anaokulunda boğulurken, diğerleri seni fersah fersah geçiyorsa, sen bazı şeyleri söylerken temkinli olmak zorundasın. Bunu kimin yaptığının hiçbir önemi yok. Bugün Hizmet Hareketi yapıyor; yarın başkası yapar. Aynı şey. İşin politik tarafını bir tarafa bırakalım. Bizim bakış açımız budur. Bu hizmeti her kim yapıyorsa yapsın; sonuçta bu servisi veren ve alanlar var. Bu hizmet, bu artı değeri böyle kullanıyor. Beğenmiyorsan daha iyisini yap. CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bakışı da bu. Biz eleştiri değil somut iş üreteceğiz. Somut iş yapmak ise, ortada güzel bir şey varsa onu yıkmadan bozmadan iş yapmaktır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ne diyor? “160 tane okulun devredilmesi lazım” Sen bunu isteme hakkını nereden buluyorsun? O makamın böyle bir polemiğe girmesi, böyle bir talepte bulunması, o makama yakışmıyor. Bu ülkelerde, bu okulların her birisinin, tabi olduğu devletlerin ve hükümetlerin kontrol sistemleri var. Bu okullar öyle parayı bastırıp açılan okullar değil.
AKP ve Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı basın akreditasyonunu, medya özgürlüğü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başlı başına bir ayıptır. Bu ayıbın Avustralya’ya kadar taşınması daha büyük bir ayıp. Bu tür tavırlara karşı durmak gerekir. Avustralya’da değil basın kartı, vergi kayıt numarası olan medya mensupları, haber yapma hakkına sahiptir. Hiç kimsenin basına böyle müdahale hakkı yoktur. Hiç değilse vatandaş olarak orada bulunma hakkı vardır. G20 toplantısında Başbakan Davutoğlu ekibinin ZAMAN’ın temsilcilerine yaptıkları, sadece basına değil, insanların kişisel haklarına da yapılmış bir saldırıydı. Bunun bir zamanlar, “Hak istiyoruz” diye inleyenler tarafından yapılması çok acıdır. Ama hem hak arayacaksınız, hem de insanların haklarını ihlal edeceksiniz; olamaz böyle şey.
Akreditasyon gölgesinde Başbakan Davutoğlu, Brisbane’da işadamlarıyla bir araya geldi. Siz de katıldınız. Nasıl geçti?
Sayın Başbakan, 200’e yakın bir heyetle G20 zirvesi için, Avustralya’ya geldi. İşadamlarıyla görüşme toplantısında bir konuşma yaptım. Ben de söz aldım. Dedim ki; ‘Fazla söze ihtiyacımız yok. Bize davranışlarınızla örnek olun. Dört tane bakanınız akçeli işlere girdikleri için tarafınızdan açığa alındılar. Ya onları görevlerine iade edin; ya da hukuka teslim edin. Ayrıca G20’de 200 civarındaki Türk heyetinin içinde muhalefetten hiçbir yetkili yok. CHP, MHP, HDP gibi partilerden de hiç değilse bir temsilci olmalı değil miydi’ diye sorunca, Davutoğlu; “Bu sadece yürütmeyle ilgili bir toplantı.” dedi. Ama Alman Başbakanı muhalefetten milletvekillerini yanında getirmişti. Bunu Merkel yapıyor da siz niye yapmıyorsunuz? deyince “Bunu bir inceleyeyim, size döneceğim” dedi, hala dönecek.
Avustralya İşçi Partisi’nin de yönetimindesiniz. Bu ülkede nasıl tanıştınız siyasetle?
Her şeyden önce şunu söyleyeyim. Avustralya’da etkili olmak istiyorsak, mutlaka gençlerimizin de siyasetle iç içe olması lazım. Başka etnik toplumlar bunu yapıyor. İşçi Partisi’ne üye olduktan sonra, aktif şekilde, bazen ücret mukabilinde bazen ise gönüllü olarak, faaliyetlere katıldım. Şu anda da yönetimdeyim.Gençlerimizin mutlaka buradaki partilere üye olmaları ve bu yerlerde görev almaları lazım.
7 HAZİRAN SEÇİMLERİ ÜLKEMİZ VE DEMOKRASİMİZ İÇİN ÖNEMLİ
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra da, CHP’nin Avustralya temsilciliğini de üstlendiniz? 7 Haziran Milletvekilliği seçimine hazırlanıyorsunuz. Parti olarak çalışmalarınız hangi aşamada?
Son bir yıldan bu yana CHP Avustralya temsilciliğini yapıyorum. CHP’yi, Avustralya Birlik Başkanlığı adı altında Sydney, Canberra ve Melbourne’de organize ettik. Yakın bir zaman sonra seçim bölgesi olmamakla beraber Brisbane’da da örgütleneceğiz. Wollongong’dan da bir teklif var. Bu şekilde Avustralya Türk toplumu olarak bizim buradaki sesimizi Türkiye’ye aktarırken daha örgütlü olmayı hedefliyoruz. İhtiyaçlarımız hususunda partimizin merkezine doğrudan uluşmayı amaçlıyoruz. Mesela Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Haziran seçimlerine hazırlık ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak 9 sayfalık bir bildirge hazırladık. Bu amaçla Şubat ve Mart aylarında Türkiye ziyaretlerimiz oldu. Genel Başkanımızın bulunduğu bir ortamda, partimizin çalıştayına katıldık. Çalıştaya 19 farklı ülkeden benim gibi ülke temsilcileri katıldı.
CHP’nin ön seçimle milletvekili belirlemesi ve somut projelerle yola çıkması, 7 Haziran seçimlerine farklı bir boyut kazandırdı.
Türk siyasetinde sessiz bir devrim oldu. Bugünkü siyasi partiler kanunu darbe anayasasıyla hazırlanmış bir kanun. Ona rağmen ön seçim diye bir mekanizma var. Biz bu mekanizmayı 24 yıl sonra işleten tek partiyiz. Bu mekanizma 24 yıldır CHP’de de işletilmiyordu. 80 öncesinde ön seçimler delegeler vasıtasıyla oluyordu. O zaman da delege ağalığı diye bir sistem vardı. 20-30 tane delegesi olan, bu gücü, milletvekili adayıyla pazarlık olarak kullanıyordu. Şimdi Kılıçdaroğlu; “Ben bunların hepsini kaldırıyorum. Partime üye olan herkes oy hakkına sahip” dedi.
85 seçim bölgesinin 55’inde önseçimle bu sistem uygulandı. Başka hiç bir parti milletvekili adaylarını belirlerken böyle bir seçim yapmıyor. Hepsi temayül yoklaması denen bir sistemle aday belirliyor. AKP’de olduğu gibi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın özel şoförü, damadı, savcısı, koruması, milletvekili adayı oldular.
Bazı anketler, HDP’nin barajı aşacağı yönünde. HDP’nin, CHP’nin tabanından oy alacağı bekleniyor. Ne dersiniz?
HDP Cumhurbaşkanlığı seçimlerine çok asılmadı. Ama bu seçime çok koordineli ve planlı çalışıyor. Mesela Avustralya için, kemikleşmiş bir oyu var. Yurtdışındaki oyların bu seçimdeki rolü çok önemli. İnsanlarımız, hangi partiye oy verecekse versin ama sandığa gidip oyunu mutlaka atmalarını tavsiye ediyorum. Cumhurbaşkanlık seçimine katılım çok düşüktü. Belki de ilk yurtdışı seçim deneyimi olduğu için. Ama 7 Haziran seçimi ülkemiz ve demokrasimiz için çok önemli.
İşçi (Labor) Partisi Üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Avustralya Temsilcisi Hakan Gürbüz; “1980’de zulüm yapanlar üniformalıydı, bugünün Türkiye’sinde apoletsiz generaller var. Söze gelince “milli irade” deniliyor ama bir üniversitede rektör seçilirken, yarı yarıya daha az oy alan kişiye rektörlük payesi veriliyor. Darbeden şikâyet edip sonra aynı darbe hukukuyla insanlara saldırmak, hiç ahlaki değil. Bu da yetmiyormuş gibi, çıkıp ‘bizi aldattılar, aldatıldım onun için böyle oldu’ demek kabul edilemez. Kimi kandırıyorsunuz? “dedi.
Avustralya’ya gelmiş her bir vatandaşımızın, ayı ayrı geliş hikâyeleri var. Siz ne zaman geldiniz. Kısa olarak sizi tanıyabilir miyiz?
Ankaralıyım. 1987’den bu yana Avustralya’da yaşıyorum. 1980 ihtilalinden yedi sene sonra geldim. 1980’de yapılan askeri darbenin mağdurlarındanız. O zamanlar 18 yaşındaydım. Babam ‘Barış Davası’ndan yargılandı ve hapis yattı. Bizde aile olarak bu travmayı yaşadık. Geleneksel olarak, CHP’li olan bir aileden geliyorum. Babam Ankara, Çankaya bölgesi İl Genel Meclis Üyesi idi. Hala o günlerin etkisini yaşıyorum. Ben hayata pozitif bakan bir insanım. O olaylar yaşanmasaydı iyi olurdu ama yaşadıklarım benim hayatıma çok şeyler kattı diyebilirim. İdam sehpasında hayata veda edenleri unutamıyorum. Ankara Kimya Meslek eğitimliyim. Yanımızdaki okul, Ankara Yapı Meslek Lisesi’ydi. Darbe sonrası ilk idam edilenler arasında yer alan Erdal Eren’le idam cezası almadan dört gün önce birlikte top oynuyorduk. Yani dört gün evvel top oynadığın bir insanı, 2,5 ay sonra idam sehpasında görüyorsun.
Tıpkı bugünlerde olduğu gibi, o dönemlerde de suçlanan birçok insan, günahsız çıktı. Galiba ders almadık?
Erdal Eren, bir askeri öldürdüğü iddiasıyla idam edildi. Daha sonra o askeri öldürmediği de ortaya çıktı. Sonra karşı görüşten bir genci de idam ettiler, Kırıkkale’de. Nitekim o gencin de kimseyi öldürmediği anlaşıldı. Yani biri sağ, biri soldan. Kırıkkale’deki genç, MHP’liydi. O da gitti maalesef. Bu gençlerin ikisinin de suçsuz olduğu ortaya çıktı. Şimdi Erdal’ı kim geriye getirecek? Peki, nerede bizim hukuk sistemimiz? İşte bizim darbe hukuku dediğimiz olay bu. Bugün yapılanlar da bundan farksız.
Anlattığınız trajik olaylar, 35 yıl önce meydana geldi. Peki, ne değişti bu süre zarfında?
Hiçbir şey. O zaman bu zulmü yapanlar üniformalıydı. Şu anda apoletsiz generaller var. 1980’de zulüm yapanlar üniformalıydı, bugünün Türkiye’sinde apoletsiz generaller var. Söze gelince “milli irade” deniliyor ama bir üniversitede rektör seçilirken, yarı yarıya daha az oy alan kişiye rektörlük payesi veriliyor. Şimdi bu darbe hukuku değildir de nedir? Milli irade diyorsunuz, ama bu yaptığınız sandığa yansıyan milli iradeyi tanımamak olmuyor mu?
Geçmişte mağdur oldunuz ve şimdi bu mağduriyetinizden, insanlar sizi iktidara getirdi. Şimdi ne oldunuz? Eskiden mağdurdunuz, şimdiyse mağrur oldunuz. Diyorsunuz ki, ben her şeyi yaparım, benim için her şey hak. Ama bu sizin için bir hak olduğu kadar bir başkası için de haktır. O zaman yarın siz yine mağdur duruma düşeceksiniz. Bu iş böyledir. Ne demişler, ‘keser döner sap döner, gün gelir hesap döner’ demiş atalarımız.
Bugün AKP iktidarı tarafından yapılan zulümlerin topluma yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Aslında şahsen, yaşanan sürece olumlu bakmaya çalışıyorum. Mevcut AKP iktidarının bugün böyle davranması, bazı insanları da bir araya getirdi. Geçmişte birbirine selam vermeyen, mahallesine uğramayan insanlar, birbirleriyle selamlaşır hale geldi. Evet, toplumda bir parçalanma oldu. Ama bir yerde bir birleşme de sağlandı. Onun için gelişmelere bu açıdan bakıyorum.
ESKİDEN DEVLETİN DECCAL YÜZÜ VARDI, ŞİMDİ GÜLÜMSEYEREK TOKATLAYAN BİR DEVLET VAR
Bu yakınlaşmanın, ‘çıkarlara dayalı’ olduğunu söyleyenler olduğu gibi, olaylar karşısında ortaya konulan tavrı ‘ilkesel duruş ve farklı görüşlerin birbirini daha iyi tanıması’ olarak kabul edenler de var. Sizin görüşünüz nasıl?
Kesinlikle, farklı görüşlerin birbirini daha iyi anlaması söz konusudur. İnsan tanımadığı şeyden korkar, tanıdığına daha yakından davranır. Tanımadığın insandan ürkersin. Bununla ilgili Avustralya’dan bir örnek vereyim size. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında MHP’li bir arkadaşımız, 18 yaşındaki kızını getirip, CHP’li dostlarına emanet etti. 12 Eylül öncesinde bir MHP’linin CHP’liye emanet edilmesini düşünebilir miydiniz? Bunlar küçük, ama güzel şeyler. Bu türden güzel ilişkilerin artarak devam edeceğine inanıyorum. Bu kadar gözyaşı boşa gitmez. İnsanlara darbeden şikâyet edip sonra aynı darbe hukukuyla insanlara saldırmak, hiç ahlaki değil. Buda yetmiyormuş gibi, çıkıp ‘bizi aldattılar, aldatıldım onun için böyle oldu’ demek kabul edilemez. Kimi kandırıyorsunuz.
Siyasetteki bu yozlaşmanın topluma yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Bir araştıramaya göre, İslam dinine en büyük zarar verilen dönem son on üç yılı kapsıyor. Mesela, eskiden 5 vakit namaz kılanların oranı, yüzde 40’lardayken, şimdi bu oran yüzde 13’lere inmiş durumda. Bakınız bu istatistiki bir bilgidir. Dahası eskiden sakalı olan, namaz kılan bir adama, saygı vardı. Sevmese de güveniyordu insanlar.
Muhafazakârlara karşı bir güven ve itibar kaybını da beraberinde getirdi değil mi?
En azından alnı secdeli insanlar, hırsızlık ve haksızlık yapmaz inancı vardı. Ama bu güven, AKP iktidarıyla hemen hemen sıfırlandı. Her türlü hırsızlığa ve arsızlığa giriyor, bugünkü iktidar. Dindar camianın tersine bir yapıya bürünmüş durumda. Özellikle de belli insanlar arasında güven kalmadı.
Sizce bu güven kaybının Avustralya’daki toplumumuza yansıması nasıl olur?
Avustralya’da da, bunu hissediyoruz. Ama dediğim gibi, farklı kesimler arasında da birbirine karşı güven oluşmaya başladı. Bu olumlu bir gelişme. Eskiden devletin bir deccal yüzü vardı. Bunu her kesimden insan kabullenmişti. Şimdi ise gülümseyerek sizi tokatlayan bir devlet ortaya çıktı.
TAŞ TAŞ ÜSTÜNE KOYANLARA TEŞEKKÜR ETMEK GEREKİYOR, GERİSİ ABESLE İŞTİGALDİR
Tüm bu hukuksuzluklar, sosyal bir probleme neden olabilir mi?
Bence insanlar 1980 dönemindeki hataya düşmeyecekler. Gezi olaylarında, bunu gördük. Gezi’deki ittifaklara bakın, çok farklı kesimlerden insanlar, ortak bir kaygı nedeniyle bir araya geldiler. Oradakilerin hepsine solcu, sağcı ya da falanca filanca diyemeyiz.
AKP, devleti de arkasına alarak, hukuksuz bir şekilde kendinden olmayanları yok etmeye çalışıyor. Hizmet Hareketi ile ilgili ileri sürülen ithamları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hizmet Hareketi dediğiniz zaman, herkese göre değişiyor. Fakat sosyal demokratlar açısından baktığınızda, çok net bir temel ilke var; “Her kim bir binaya bir taş koyuyorsa, onun takdir edilmesi gerekir.” Bugün, eğer Avustralya’da yaşayan tüm göçmenler için, bu hareket eğitim çalışması yaptıysa, ona teşekkür ederiz. Ama bu güzel işi bir başkası yaptıysa, yapılacak tek şey yine teşekkür etmektir. Bundan başka bir tavır içine girmek, abesle iştigaldir. Bunun başka tarifi yoktur. Beğenmiyor musun? Daha iyisini yap. Ama sen daha küçücük bir anaokulunda boğulurken, diğerleri seni fersah fersah geçiyorsa, sen bazı şeyleri söylerken temkinli olmak zorundasın. Bunu kimin yaptığının hiçbir önemi yok. Bugün Hizmet Hareketi yapıyor; yarın başkası yapar. Aynı şey. İşin politik tarafını bir tarafa bırakalım. Bizim bakış açımız budur. Bu hizmeti her kim yapıyorsa yapsın; sonuçta bu servisi veren ve alanlar var. Bu hizmet, bu artı değeri böyle kullanıyor. Beğenmiyorsan daha iyisini yap. CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bakışı da bu. Biz eleştiri değil somut iş üreteceğiz. Somut iş yapmak ise, ortada güzel bir şey varsa onu yıkmadan bozmadan iş yapmaktır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ne diyor? “160 tane okulun devredilmesi lazım” Sen bunu isteme hakkını nereden buluyorsun? O makamın böyle bir polemiğe girmesi, böyle bir talepte bulunması, o makama yakışmıyor. Bu ülkelerde, bu okulların her birisinin, tabi olduğu devletlerin ve hükümetlerin kontrol sistemleri var. Bu okullar öyle parayı bastırıp açılan okullar değil.
AKP ve Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı basın akreditasyonunu, medya özgürlüğü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başlı başına bir ayıptır. Bu ayıbın Avustralya’ya kadar taşınması daha büyük bir ayıp. Bu tür tavırlara karşı durmak gerekir. Avustralya’da değil basın kartı, vergi kayıt numarası olan medya mensupları, haber yapma hakkına sahiptir. Hiç kimsenin basına böyle müdahale hakkı yoktur. Hiç değilse vatandaş olarak orada bulunma hakkı vardır. G20 toplantısında Başbakan Davutoğlu ekibinin ZAMAN’ın temsilcilerine yaptıkları, sadece basına değil, insanların kişisel haklarına da yapılmış bir saldırıydı. Bunun bir zamanlar, “Hak istiyoruz” diye inleyenler tarafından yapılması çok acıdır. Ama hem hak arayacaksınız, hem de insanların haklarını ihlal edeceksiniz; olamaz böyle şey.
Akreditasyon gölgesinde Başbakan Davutoğlu, Brisbane’da işadamlarıyla bir araya geldi. Siz de katıldınız. Nasıl geçti?
Sayın Başbakan, 200’e yakın bir heyetle G20 zirvesi için, Avustralya’ya geldi. İşadamlarıyla görüşme toplantısında bir konuşma yaptım. Ben de söz aldım. Dedim ki; ‘Fazla söze ihtiyacımız yok. Bize davranışlarınızla örnek olun. Dört tane bakanınız akçeli işlere girdikleri için tarafınızdan açığa alındılar. Ya onları görevlerine iade edin; ya da hukuka teslim edin. Ayrıca G20’de 200 civarındaki Türk heyetinin içinde muhalefetten hiçbir yetkili yok. CHP, MHP, HDP gibi partilerden de hiç değilse bir temsilci olmalı değil miydi’ diye sorunca, Davutoğlu; “Bu sadece yürütmeyle ilgili bir toplantı.” dedi. Ama Alman Başbakanı muhalefetten milletvekillerini yanında getirmişti. Bunu Merkel yapıyor da siz niye yapmıyorsunuz? deyince “Bunu bir inceleyeyim, size döneceğim” dedi, hala dönecek.
Avustralya İşçi Partisi’nin de yönetimindesiniz. Bu ülkede nasıl tanıştınız siyasetle?
Her şeyden önce şunu söyleyeyim. Avustralya’da etkili olmak istiyorsak, mutlaka gençlerimizin de siyasetle iç içe olması lazım. Başka etnik toplumlar bunu yapıyor. İşçi Partisi’ne üye olduktan sonra, aktif şekilde, bazen ücret mukabilinde bazen ise gönüllü olarak, faaliyetlere katıldım. Şu anda da yönetimdeyim.Gençlerimizin mutlaka buradaki partilere üye olmaları ve bu yerlerde görev almaları lazım.
7 HAZİRAN SEÇİMLERİ ÜLKEMİZ VE DEMOKRASİMİZ İÇİN ÖNEMLİ
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra da, CHP’nin Avustralya temsilciliğini de üstlendiniz? 7 Haziran Milletvekilliği seçimine hazırlanıyorsunuz. Parti olarak çalışmalarınız hangi aşamada?
Son bir yıldan bu yana CHP Avustralya temsilciliğini yapıyorum. CHP’yi, Avustralya Birlik Başkanlığı adı altında Sydney, Canberra ve Melbourne’de organize ettik. Yakın bir zaman sonra seçim bölgesi olmamakla beraber Brisbane’da da örgütleneceğiz. Wollongong’dan da bir teklif var. Bu şekilde Avustralya Türk toplumu olarak bizim buradaki sesimizi Türkiye’ye aktarırken daha örgütlü olmayı hedefliyoruz. İhtiyaçlarımız hususunda partimizin merkezine doğrudan uluşmayı amaçlıyoruz. Mesela Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Haziran seçimlerine hazırlık ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak 9 sayfalık bir bildirge hazırladık. Bu amaçla Şubat ve Mart aylarında Türkiye ziyaretlerimiz oldu. Genel Başkanımızın bulunduğu bir ortamda, partimizin çalıştayına katıldık. Çalıştaya 19 farklı ülkeden benim gibi ülke temsilcileri katıldı.
CHP’nin ön seçimle milletvekili belirlemesi ve somut projelerle yola çıkması, 7 Haziran seçimlerine farklı bir boyut kazandırdı.
Türk siyasetinde sessiz bir devrim oldu. Bugünkü siyasi partiler kanunu darbe anayasasıyla hazırlanmış bir kanun. Ona rağmen ön seçim diye bir mekanizma var. Biz bu mekanizmayı 24 yıl sonra işleten tek partiyiz. Bu mekanizma 24 yıldır CHP’de de işletilmiyordu. 80 öncesinde ön seçimler delegeler vasıtasıyla oluyordu. O zaman da delege ağalığı diye bir sistem vardı. 20-30 tane delegesi olan, bu gücü, milletvekili adayıyla pazarlık olarak kullanıyordu. Şimdi Kılıçdaroğlu; “Ben bunların hepsini kaldırıyorum. Partime üye olan herkes oy hakkına sahip” dedi.
85 seçim bölgesinin 55’inde önseçimle bu sistem uygulandı. Başka hiç bir parti milletvekili adaylarını belirlerken böyle bir seçim yapmıyor. Hepsi temayül yoklaması denen bir sistemle aday belirliyor. AKP’de olduğu gibi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın özel şoförü, damadı, savcısı, koruması, milletvekili adayı oldular.
Bazı anketler, HDP’nin barajı aşacağı yönünde. HDP’nin, CHP’nin tabanından oy alacağı bekleniyor. Ne dersiniz?
HDP Cumhurbaşkanlığı seçimlerine çok asılmadı. Ama bu seçime çok koordineli ve planlı çalışıyor. Mesela Avustralya için, kemikleşmiş bir oyu var. Yurtdışındaki oyların bu seçimdeki rolü çok önemli. İnsanlarımız, hangi partiye oy verecekse versin ama sandığa gidip oyunu mutlaka atmalarını tavsiye ediyorum. Cumhurbaşkanlık seçimine katılım çok düşüktü. Belki de ilk yurtdışı seçim deneyimi olduğu için. Ama 7 Haziran seçimi ülkemiz ve demokrasimiz için çok önemli.
İşçi (Labor) Partisi Üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Avustralya Temsilcisi Hakan Gürbüz; “1980’de zulüm yapanlar üniformalıydı, bugünün Türkiye’sinde apoletsiz generaller var. Söze gelince “milli irade” deniliyor ama bir üniversitede rektör seçilirken, yarı yarıya daha az oy alan kişiye rektörlük payesi veriliyor. Darbeden şikâyet edip sonra aynı darbe hukukuyla insanlara saldırmak, hiç ahlaki değil. Bu da yetmiyormuş gibi, çıkıp ‘bizi aldattılar, aldatıldım onun için böyle oldu’ demek kabul edilemez. Kimi kandırıyorsunuz? “dedi.
Avustralya’ya gelmiş her bir vatandaşımızın, ayı ayrı geliş hikâyeleri var. Siz ne zaman geldiniz. Kısa olarak sizi tanıyabilir miyiz?
Ankaralıyım. 1987’den bu yana Avustralya’da yaşıyorum. 1980 ihtilalinden yedi sene sonra geldim. 1980’de yapılan askeri darbenin mağdurlarındanız. O zamanlar 18 yaşındaydım. Babam ‘Barış Davası’ndan yargılandı ve hapis yattı. Bizde aile olarak bu travmayı yaşadık. Geleneksel olarak, CHP’li olan bir aileden geliyorum. Babam Ankara, Çankaya bölgesi İl Genel Meclis Üyesi idi. Hala o günlerin etkisini yaşıyorum. Ben hayata pozitif bakan bir insanım. O olaylar yaşanmasaydı iyi olurdu ama yaşadıklarım benim hayatıma çok şeyler kattı diyebilirim. İdam sehpasında hayata veda edenleri unutamıyorum. Ankara Kimya Meslek eğitimliyim. Yanımızdaki okul, Ankara Yapı Meslek Lisesi’ydi. Darbe sonrası ilk idam edilenler arasında yer alan Erdal Eren’le idam cezası almadan dört gün önce birlikte top oynuyorduk. Yani dört gün evvel top oynadığın bir insanı, 2,5 ay sonra idam sehpasında görüyorsun.
Tıpkı bugünlerde olduğu gibi, o dönemlerde de suçlanan birçok insan, günahsız çıktı. Galiba ders almadık?
Erdal Eren, bir askeri öldürdüğü iddiasıyla idam edildi. Daha sonra o askeri öldürmediği de ortaya çıktı. Sonra karşı görüşten bir genci de idam ettiler, Kırıkkale’de. Nitekim o gencin de kimseyi öldürmediği anlaşıldı. Yani biri sağ, biri soldan. Kırıkkale’deki genç, MHP’liydi. O da gitti maalesef. Bu gençlerin ikisinin de suçsuz olduğu ortaya çıktı. Şimdi Erdal’ı kim geriye getirecek? Peki, nerede bizim hukuk sistemimiz? İşte bizim darbe hukuku dediğimiz olay bu. Bugün yapılanlar da bundan farksız.
Anlattığınız trajik olaylar, 35 yıl önce meydana geldi. Peki, ne değişti bu süre zarfında?
Hiçbir şey. O zaman bu zulmü yapanlar üniformalıydı. Şu anda apoletsiz generaller var. 1980’de zulüm yapanlar üniformalıydı, bugünün Türkiye’sinde apoletsiz generaller var. Söze gelince “milli irade” deniliyor ama bir üniversitede rektör seçilirken, yarı yarıya daha az oy alan kişiye rektörlük payesi veriliyor. Şimdi bu darbe hukuku değildir de nedir? Milli irade diyorsunuz, ama bu yaptığınız sandığa yansıyan milli iradeyi tanımamak olmuyor mu?
Geçmişte mağdur oldunuz ve şimdi bu mağduriyetinizden, insanlar sizi iktidara getirdi. Şimdi ne oldunuz? Eskiden mağdurdunuz, şimdiyse mağrur oldunuz. Diyorsunuz ki, ben her şeyi yaparım, benim için her şey hak. Ama bu sizin için bir hak olduğu kadar bir başkası için de haktır. O zaman yarın siz yine mağdur duruma düşeceksiniz. Bu iş böyledir. Ne demişler, ‘keser döner sap döner, gün gelir hesap döner’ demiş atalarımız.
Bugün AKP iktidarı tarafından yapılan zulümlerin topluma yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Aslında şahsen, yaşanan sürece olumlu bakmaya çalışıyorum. Mevcut AKP iktidarının bugün böyle davranması, bazı insanları da bir araya getirdi. Geçmişte birbirine selam vermeyen, mahallesine uğramayan insanlar, birbirleriyle selamlaşır hale geldi. Evet, toplumda bir parçalanma oldu. Ama bir yerde bir birleşme de sağlandı. Onun için gelişmelere bu açıdan bakıyorum.
ESKİDEN DEVLETİN DECCAL YÜZÜ VARDI, ŞİMDİ GÜLÜMSEYEREK TOKATLAYAN BİR DEVLET VAR
Bu yakınlaşmanın, ‘çıkarlara dayalı’ olduğunu söyleyenler olduğu gibi, olaylar karşısında ortaya konulan tavrı ‘ilkesel duruş ve farklı görüşlerin birbirini daha iyi tanıması’ olarak kabul edenler de var. Sizin görüşünüz nasıl?
Kesinlikle, farklı görüşlerin birbirini daha iyi anlaması söz konusudur. İnsan tanımadığı şeyden korkar, tanıdığına daha yakından davranır. Tanımadığın insandan ürkersin. Bununla ilgili Avustralya’dan bir örnek vereyim size. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında MHP’li bir arkadaşımız, 18 yaşındaki kızını getirip, CHP’li dostlarına emanet etti. 12 Eylül öncesinde bir MHP’linin CHP’liye emanet edilmesini düşünebilir miydiniz? Bunlar küçük, ama güzel şeyler. Bu türden güzel ilişkilerin artarak devam edeceğine inanıyorum. Bu kadar gözyaşı boşa gitmez. İnsanlara darbeden şikâyet edip sonra aynı darbe hukukuyla insanlara saldırmak, hiç ahlaki değil. Buda yetmiyormuş gibi, çıkıp ‘bizi aldattılar, aldatıldım onun için böyle oldu’ demek kabul edilemez. Kimi kandırıyorsunuz.
Siyasetteki bu yozlaşmanın topluma yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Bir araştıramaya göre, İslam dinine en büyük zarar verilen dönem son on üç yılı kapsıyor. Mesela, eskiden 5 vakit namaz kılanların oranı, yüzde 40’lardayken, şimdi bu oran yüzde 13’lere inmiş durumda. Bakınız bu istatistiki bir bilgidir. Dahası eskiden sakalı olan, namaz kılan bir adama, saygı vardı. Sevmese de güveniyordu insanlar.
Muhafazakârlara karşı bir güven ve itibar kaybını da beraberinde getirdi değil mi?
En azından alnı secdeli insanlar, hırsızlık ve haksızlık yapmaz inancı vardı. Ama bu güven, AKP iktidarıyla hemen hemen sıfırlandı. Her türlü hırsızlığa ve arsızlığa giriyor, bugünkü iktidar. Dindar camianın tersine bir yapıya bürünmüş durumda. Özellikle de belli insanlar arasında güven kalmadı.
Sizce bu güven kaybının Avustralya’daki toplumumuza yansıması nasıl olur?
Avustralya’da da, bunu hissediyoruz. Ama dediğim gibi, farklı kesimler arasında da birbirine karşı güven oluşmaya başladı. Bu olumlu bir gelişme. Eskiden devletin bir deccal yüzü vardı. Bunu her kesimden insan kabullenmişti. Şimdi ise gülümseyerek sizi tokatlayan bir devlet ortaya çıktı.
TAŞ TAŞ ÜSTÜNE KOYANLARA TEŞEKKÜR ETMEK GEREKİYOR, GERİSİ ABESLE İŞTİGALDİR
Tüm bu hukuksuzluklar, sosyal bir probleme neden olabilir mi?
Bence insanlar 1980 dönemindeki hataya düşmeyecekler. Gezi olaylarında, bunu gördük. Gezi’deki ittifaklara bakın, çok farklı kesimlerden insanlar, ortak bir kaygı nedeniyle bir araya geldiler. Oradakilerin hepsine solcu, sağcı ya da falanca filanca diyemeyiz.
AKP, devleti de arkasına alarak, hukuksuz bir şekilde kendinden olmayanları yok etmeye çalışıyor. Hizmet Hareketi ile ilgili ileri sürülen ithamları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hizmet Hareketi dediğiniz zaman, herkese göre değişiyor. Fakat sosyal demokratlar açısından baktığınızda, çok net bir temel ilke var; “Her kim bir binaya bir taş koyuyorsa, onun takdir edilmesi gerekir.” Bugün, eğer Avustralya’da yaşayan tüm göçmenler için, bu hareket eğitim çalışması yaptıysa, ona teşekkür ederiz. Ama bu güzel işi bir başkası yaptıysa, yapılacak tek şey yine teşekkür etmektir. Bundan başka bir tavır içine girmek, abesle iştigaldir. Bunun başka tarifi yoktur. Beğenmiyor musun? Daha iyisini yap. Ama sen daha küçücük bir anaokulunda boğulurken, diğerleri seni fersah fersah geçiyorsa, sen bazı şeyleri söylerken temkinli olmak zorundasın. Bunu kimin yaptığının hiçbir önemi yok. Bugün Hizmet Hareketi yapıyor; yarın başkası yapar. Aynı şey. İşin politik tarafını bir tarafa bırakalım. Bizim bakış açımız budur. Bu hizmeti her kim yapıyorsa yapsın; sonuçta bu servisi veren ve alanlar var. Bu hizmet, bu artı değeri böyle kullanıyor. Beğenmiyorsan daha iyisini yap. CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bakışı da bu. Biz eleştiri değil somut iş üreteceğiz. Somut iş yapmak ise, ortada güzel bir şey varsa onu yıkmadan bozmadan iş yapmaktır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ne diyor? “160 tane okulun devredilmesi lazım” Sen bunu isteme hakkını nereden buluyorsun? O makamın böyle bir polemiğe girmesi, böyle bir talepte bulunması, o makama yakışmıyor. Bu ülkelerde, bu okulların her birisinin, tabi olduğu devletlerin ve hükümetlerin kontrol sistemleri var. Bu okullar öyle parayı bastırıp açılan okullar değil.
AKP ve Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı basın akreditasyonunu, medya özgürlüğü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başlı başına bir ayıptır. Bu ayıbın Avustralya’ya kadar taşınması daha büyük bir ayıp. Bu tür tavırlara karşı durmak gerekir. Avustralya’da değil basın kartı, vergi kayıt numarası olan medya mensupları, haber yapma hakkına sahiptir. Hiç kimsenin basına böyle müdahale hakkı yoktur. Hiç değilse vatandaş olarak orada bulunma hakkı vardır. G20 toplantısında Başbakan Davutoğlu ekibinin ZAMAN’ın temsilcilerine yaptıkları, sadece basına değil, insanların kişisel haklarına da yapılmış bir saldırıydı. Bunun bir zamanlar, “Hak istiyoruz” diye inleyenler tarafından yapılması çok acıdır. Ama hem hak arayacaksınız, hem de insanların haklarını ihlal edeceksiniz; olamaz böyle şey.
Akreditasyon gölgesinde Başbakan Davutoğlu, Brisbane’da işadamlarıyla bir araya geldi. Siz de katıldınız. Nasıl geçti?
Sayın Başbakan, 200’e yakın bir heyetle G20 zirvesi için, Avustralya’ya geldi. İşadamlarıyla görüşme toplantısında bir konuşma yaptım. Ben de söz aldım. Dedim ki; ‘Fazla söze ihtiyacımız yok. Bize davranışlarınızla örnek olun. Dört tane bakanınız akçeli işlere girdikleri için tarafınızdan açığa alındılar. Ya onları görevlerine iade edin; ya da hukuka teslim edin. Ayrıca G20’de 200 civarındaki Türk heyetinin içinde muhalefetten hiçbir yetkili yok. CHP, MHP, HDP gibi partilerden de hiç değilse bir temsilci olmalı değil miydi’ diye sorunca, Davutoğlu; “Bu sadece yürütmeyle ilgili bir toplantı.” dedi. Ama Alman Başbakanı muhalefetten milletvekillerini yanında getirmişti. Bunu Merkel yapıyor da siz niye yapmıyorsunuz? deyince “Bunu bir inceleyeyim, size döneceğim” dedi, hala dönecek.
Avustralya İşçi Partisi’nin de yönetimindesiniz. Bu ülkede nasıl tanıştınız siyasetle?
Her şeyden önce şunu söyleyeyim. Avustralya’da etkili olmak istiyorsak, mutlaka gençlerimizin de siyasetle iç içe olması lazım. Başka etnik toplumlar bunu yapıyor. İşçi Partisi’ne üye olduktan sonra, aktif şekilde, bazen ücret mukabilinde bazen ise gönüllü olarak, faaliyetlere katıldım. Şu anda da yönetimdeyim.Gençlerimizin mutlaka buradaki partilere üye olmaları ve bu yerlerde görev almaları lazım.
7 HAZİRAN SEÇİMLERİ ÜLKEMİZ VE DEMOKRASİMİZ İÇİN ÖNEMLİ
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra da, CHP’nin Avustralya temsilciliğini de üstlendiniz? 7 Haziran Milletvekilliği seçimine hazırlanıyorsunuz. Parti olarak çalışmalarınız hangi aşamada?
Son bir yıldan bu yana CHP Avustralya temsilciliğini yapıyorum. CHP’yi, Avustralya Birlik Başkanlığı adı altında Sydney, Canberra ve Melbourne’de organize ettik. Yakın bir zaman sonra seçim bölgesi olmamakla beraber Brisbane’da da örgütleneceğiz. Wollongong’dan da bir teklif var. Bu şekilde Avustralya Türk toplumu olarak bizim buradaki sesimizi Türkiye’ye aktarırken daha örgütlü olmayı hedefliyoruz. İhtiyaçlarımız hususunda partimizin merkezine doğrudan uluşmayı amaçlıyoruz. Mesela Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Haziran seçimlerine hazırlık ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak 9 sayfalık bir bildirge hazırladık. Bu amaçla Şubat ve Mart aylarında Türkiye ziyaretlerimiz oldu. Genel Başkanımızın bulunduğu bir ortamda, partimizin çalıştayına katıldık. Çalıştaya 19 farklı ülkeden benim gibi ülke temsilcileri katıldı.
CHP’nin ön seçimle milletvekili belirlemesi ve somut projelerle yola çıkması, 7 Haziran seçimlerine farklı bir boyut kazandırdı.
Türk siyasetinde sessiz bir devrim oldu. Bugünkü siyasi partiler kanunu darbe anayasasıyla hazırlanmış bir kanun. Ona rağmen ön seçim diye bir mekanizma var. Biz bu mekanizmayı 24 yıl sonra işleten tek partiyiz. Bu mekanizma 24 yıldır CHP’de de işletilmiyordu. 80 öncesinde ön seçimler delegeler vasıtasıyla oluyordu. O zaman da delege ağalığı diye bir sistem vardı. 20-30 tane delegesi olan, bu gücü, milletvekili adayıyla pazarlık olarak kullanıyordu. Şimdi Kılıçdaroğlu; “Ben bunların hepsini kaldırıyorum. Partime üye olan herkes oy hakkına sahip” dedi.
85 seçim bölgesinin 55’inde önseçimle bu sistem uygulandı. Başka hiç bir parti milletvekili adaylarını belirlerken böyle bir seçim yapmıyor. Hepsi temayül yoklaması denen bir sistemle aday belirliyor. AKP’de olduğu gibi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın özel şoförü, damadı, savcısı, koruması, milletvekili adayı oldular.
Bazı anketler, HDP’nin barajı aşacağı yönünde. HDP’nin, CHP’nin tabanından oy alacağı bekleniyor. Ne dersiniz?
HDP Cumhurbaşkanlığı seçimlerine çok asılmadı. Ama bu seçime çok koordineli ve planlı çalışıyor. Mesela Avustralya için, kemikleşmiş bir oyu var. Yurtdışındaki oyların bu seçimdeki rolü çok önemli. İnsanlarımız, hangi partiye oy verecekse versin ama sandığa gidip oyunu mutlaka atmalarını tavsiye ediyorum. Cumhurbaşkanlık seçimine katılım çok düşüktü. Belki de ilk yurtdışı seçim deneyimi olduğu için. Ama 7 Haziran seçimi ülkemiz ve demokrasimiz için çok önemli.