1997 Mart’ının başı… Gazeteye hışımla gelen Hacı Kemal Ağabey, yağdı gürledi: “Bu ne vefasızlık! Siz bunları tanımıyor musunuz? Bunlar kendileri yemedikleri hiçbir ürünlerini piyasaya sürmezler…
Bu ailenin her ferdinin ayrı ayrı fedâkarlıkları vardır…” dedikten sonra Sabri Ülker Bey’in, Selçuk Bey’in ve Murat Bey’in hatıralarını anlatmaya başladı. Ben orada bulunan muhabire işaret ederek bir teyp getirmesini söyledim. Getirip kayıt için açınca “Kapatın!” diye bağırdı… “Bırak bunları kaydedelim… Bize kızmasaydın bunları anlatmazdın. İlk defa duyuyoruz.” dedim. “Olmaz, kapatın!” dedi. “Hacı Ağabey, Orta Asya ile de, kim bilir, ne hatıralarınız vardır. Ama anlatmıyorsun… Bunları kabre mi götüreceksin? Yarın herkes yarım yamalak duydukları ile efsaneler ortaya çıkar. Gerçeğini sizin anlatmanız lazım. Gel engelleme, şu sözleri kaydedelim.” desem de müsaâde etmedi… Neyse, kızgınlığı geçmişti kalktı gitti… Gidiş o gidiş. Zaten üç dört gün sonra komaya girdi ve bir hafta sonra da vefat etti, Allah rahmet eylesin…
Fakat bize çok güzel bir vefâ dersi verdi. Fark edemediğimiz, gözden kaçmış hatalı bir haberimiz buna vesile olmuştu… Ama aklımızdan çıkmayacak bir hatıra olarak kaldı…
O günlerde Halide Edip Zorlutuna’nın bir eserinden “vefâ gibi ağır bir yük” ifadesini okumuştum. Evet “vefâ” herkesin deruhte edemeyeceği ağır bir mükellefiyet ve sorumluluktur…
Unutmayalım, Cenab-ı Hakk’ın bir ismi de “Vefiyy”dir. Bu kelime, çok vefalı, sözünde duran ve sözünün eri mânalarına gelir. Cenab-ı Hak “Size ettiğim nimetini hatırlayın. Bana verdiğiniz söze vefalı olunuz ki, Ben de size karşı ahdimi yerine getireyim.” (Bakara Suresi, 2/40) buyuruyor. Necm Suresi’nde ise, “O çok vefalı İbrahim” (53/37) buyruluyor.
Peygamber Efendimiz’in (sas) dillere destan vefasını, kendisiyle en ufak bir münasebeti olan insanlara karşı seneler sonra bile olsa gösterdiği insanlığı biliyoruz. Bütün İslam büyükleri de vefa hususunda son derece hassastır. Onlar sadece insanlara karşı değil, uğradıkları mekânlara hatta kullandıkları eşyalara karşı bile çok vefalıdırlar.
Bazıları da vefat etseler bile sözlerine vefalıdırlar:
Kayser Hoca, Tahirî; Mutlu Ağabey ile ilgili hâtıralarını anlatırken diyor ki:
Bir gün (Tahirî; Ağabey’in) yanına gittim. Umreye gideceğimizi söyledim. Dedi ki: “Sizi yolcu etmeye geleceğim.” “Ağabey! Siz rahatsızsınız, zahmet etmeyin. Ne gerek var? Ben şimdi sizinle görüştüm. Hakkınızı helâl edin!” dedimse de: “Hayır, ama hay, ama meyyit ben geleceğim.” dedi.
O gün Fatih Camii avlusundan saat onda otobüsle hareket edecektik. Herkes toplandı. Ama otobüs gelmedi. Bir saat, iki saat gecikme devam etti. Derken baktım. Nur talebelerinin omuzunda bir cenaze, Fatih Camii avlusuna giriyor. Dedim: “Hayrola, kimindir bu?” Dediler: “Tâhirî; Ağabey’indir.” “Neee! İnnâ lillah…” Şaşırdım kaldım. Demek dediği doğruydu… “Ama hay, ama meyyit (diri veya ölü) geleceğim.” demişti. İşte geldi. Demek biz onun için bekletilmişiz… Hemen, umreye gidecekleri Fatih Türbesi’nin önünde topladım, bir cenaze namazı kıldık. Namazdan sonra, “Artık gidebiliriz.” dedim. “Ama otobüs?” dediler. Gayet emin bir şekilde, “Otobüs gelmiştir. Gidin bakın.” dedim. Gittik baktık, hakikaten otobüs gelmişti. Çünkü gecikmemizin sebebi ortadan kalkmıştı. Allah gâni gâni rahmet eylesin!..
Bütün bunları anlattıktan sonra diyorum ki: Biz de çok vefalı olalım. Şu iman ve Kur’an hizmetine emeği ve hakkı geçmiş herkese vefamızı gösterelim. Bilhassa ilkleri hiç unutmayalım… Ziyaret edip gönüllerini alalım…
Unutmayalım ve bilelim ki, yeni bir şafak söküyor, sabah yakın ve Hacı Ata Kemal Erimez Ağabeyimiz rüyalarda el sallayarak mutlu geleceklerin muştusunu veriyor…