Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Cenab-ı Hakk’ın bütün icraatında biz anlamasak da, hoşumuza gitmesi de mutlaka bir güzellik ciheti olduğunu On Sekizinci Söz’ün İkinci Nokta’sında şöyle izah ediyor:
“(O Allah ki), yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yaptı.” (Secde Sûresi, 32/7) âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:
Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir güzellik ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir; ona hüsn-i bizzat (aslında ve zâtında güzellik) denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki; ona hüsn-i bilgayr (başkası ve dolayısı itibarıyla güzellik) denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, karışıktır. Fakat o zâhirî; perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Bu cümleden olarak.
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam bitkilerin tebessümleri saklanmış… Güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin ayrılık perdeleri arkasında, Cenab-ı Hakk’ın celâlli tecellilerinin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden, azap ve eziyetinden muhafaza etmek için nazlı çiçeklerin dostları olan nazik hayvancıkları hayat vazifesinden terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin tâze güzel bir bahara yer hazırlamaktır. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî; çiçeklerin inkişâfı vardır. Tohumlar gibi gelişme imkânı bulamayan birçok istidat ve kabiliyet çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sümbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî; değişmeler, birer mânevî; yağmurdur.
Fakat insan, hem zâhirperest (görünüşe önem veren), hem bencil olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Bencillik cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise Yaradan’ının güzel isimlerine ait binlerdir. Meselâ, Yaratıcı Kudret’in büyük mucizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları zararlı, mânâsız telâkkî; eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların donanmış kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşunun, serçelere musallat edilişi zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun kabiliyeti, o musallat etme işiyle inkişaf eder. Mesela; karı, pek soğuk ve tatsız telakki ederler. Halbuki o soğuk, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. (…) Nasıl ki, bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zâhirî; yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli sanatına ve yaratılışına bakan güzel var ki, Yaradan’ına bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zâhirî; intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam kudsî; bir yazılış ve eserdir.
Bu münasebetle Üstad Hazretleri sahabelerin, bilhassa Hz. Ali’nin ve Âli Beytin başına gelenler için 19. Mektup’ta “Mübarek İslâmiyet ve nûrânî; asr-ı saadetin başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve rahmet yüzü nedir? Çünkü onlar kahra lâyık değillerdi?” şeklindeki soruya şöyle cevap veriyor: “Nasıl ki baharda dehşetli, yağmurlu bir fırtına, her çeşit nebâtatın, tohumların, ağaçların istidatlarını harekete geçirip inkişaf ettirir; her biri kendine mahsus çiçek açar; fıtrî; birer vazife başına geçer… Öyle de: Sahabe ve Tâbiî;nin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı; “İslâmiyet tehlikelidir, yangın var!” diye her tâifeyi korkuttu, İslâmiyet’in muhafaza edilmesi için koşturdu. Her biri kendi istidadına göre İslâmî; câmia kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzumuza aldı, tam bir ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadislerin muhafazasında, bir kısmı Şeriatın muhafazasına, bir kısmı iman hakikatlerinin muhafazasına bir kısmı Kur’an’ın muhafazasına çalıştı ve hâkezâ… Her bir tâife bir hizmete gibi. İslâmî; vazifelerde hummalı bir sûrette çalıştılar. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan İslâm âleminin her tarafına, o fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat maatteessüf o güller ce gülistan içinde bidat ehlinin fırkalarının dikenleri de çıktı.”
“Güya Kudret eli, celâl ile o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen merkez kaç kuvvetiyle pek çok münevver müçtehidleri ve nûrânî; muhaddisleri (hadis âlimlerini), Kudsî; hâfızları, asfiyâları, aktabları, Âlem-i İslâm’ın her tarafına uçurdu, hicret ettirdi. Doğudan batıya kadar ehl-i İslâm’ı heyecana getirip Kur’an’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.” (19. Mektup, Beşinci İşaret)
Üstad Hazretleri kendi başından geçen sürgünleri ve tecridleri de yine sadece Kur’an’ın kendisine üstad olması için ve Allah rızasından başka hiçbir gayeyi hedef ve maksat yapmaması için kaderin derin sırları ve hayırlı tecellileri olarak değerlendirmiştir…