Her diriliş döneminin nüve kadrolarının neş’et ettiği mekânlar vardır. Denizlerin diplerinde sabırla, dertle, ızdırapla, sızlanışla mercanların doğup büyüyüp geliştiği gibi onlar da binbir emekle ortaya, yağmurların yoğunlaşma çekirdekleri gibi olgunlaşır ve rahmet olarak toplumların imdadına yetişirler…
Ashab-ı Kehf öyledir. Dile kolay 300-309 sene bir mağarada Hak yolunda beklediler… Asr-ı saadetin başında, Dârü’l-Erkam da o Altın Neslin yetiştiği evdir… Cenab-ı Hak, Musa Aleyhisselam’a da Mısır’da da öyle matmah-ı nazar evler edinmelerini emrediyor. (Yunus Suresi, 10/87)
Kur’an-ı Kerim’in Nur Suresi’nin 35. ve 36. âyetleri de bunların benzeri evlerden bahsediyor. Mâlum, hadis-i şerifte beyan edildiği gibi, her bir ayetin, zahr, batn, hadd, muttala’ı var. Ve bu dördün her birinin de şucûn, ğusûn ve fünûn diye üçer tabakası var. Buna göre her âyetin 12 mâna tabakası olur. Onun için Nur Sûresi’nin Nur âyetinden, İmam-ı Gazali Hazretleri Mişkât isimli tasavvufi bir eser yazmıştır. Modern tefsirciler bu âyetin elektrikten bahsettiğini söylemektedirler. Üstad Hazretleri ise bu âyetin, maddî; nur olarak elektriğe bakmakla beraber on parmağı ile Nur Hizmetine işaret ettiğini Şualar kitabının Birinci Şua’ında riyazî; hesaplarla göstermektedir. Bu hususta Risale-i Nur talebesi olduklarını söyleyen insanlarda bunun aksi bir görüş yoktur. Hepsi de kabul eder. Peki bu Nur âyeti olan 35. âyetin devamındaki ifadeler neden bahseder? Bu nurların bulunduğu, okunduğu ve sabah akşam tesbihatlarının yapıldığı bu kadri yüce ve itibarı yüksek evlerden bahseder…
Bu mübarek mekânları hiç kimsenin “hayvanların yaşadığı mekanlara” benzetmeye hakkı yoktur. Risaleleri bilmeyen veya okumayan kimseler bilerek-bilmeyerek böyle bir benzetme yapsalar da –herkes hesabını Allah’a verecek– ama Risale-i Nur talebelerinin böyle benzetme yapanları haklı görme, onların yanında yer alma, ayrıca o evlerde neş’et edenlere tavır alma hakları olamaz…
“İnlere inme” meselesi, en başta büyüğümüz olarak hepimizi inletmiştir. Mazlum ve mağdurların ağlamasından Arş’ın ihtizaza geldiğini biliyoruz. Arş ihtizaza gelince de olacakları sadece Allah bilir. 1999 Haziran’daki fırtına gibi bir şeylerin olmaması için elimizden dua etmekten başka bir şey gelmez… İsterseniz meâlen o âyetlere bir bakalım, sonra da onların hürmetine Cenab-ı Hakk’a sığınalım:
“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misâli, tıpkı içinde lâmba bulunan bir oyuk (duy) gibidir. Lâmba bir cam içinde, o cam da sanki parlayan incimsi bir yıldız! Bu lâmba, ne yalnız doğuya, ne de yalnız batıya mensup olmayan kutlu, pek bereketli bir ağaç ki, nerdeyse ateş değmeden de yağ ışık verir. Işığı pırıl pırıldır!.. Allah dilediği kimseyi nuruna hidayet eder. Gerçeği anlamaları için insanlara böyle temsiller getirir. Allah her şeyi bilir. O nura, Allah’ın yükseltilmesine ve içlerinde kutlu ismin zikredilmesine izin verdiği evlerde kavuşulur. Oralarda, sabah akşam O’nun şanını yücelterek tenzih ve tesbih eden (Sübhaneke yâ Allah, taâleyte ya Rahman, diyerek tesbihat yapan) öyle yiğitler vardır ki, ne ticaretler, ne alım ve satımlar onları Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla î;fâ etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalblerin ve gözlerin dehşetten, hâlden hâle döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler.” (Nur Suresi, 24/35-37)
Bu âyetler hürmetine Cenab-ı Hak, ufkumuzu aydınlatsın… Ülkemizi her türlü felâketten korusun… Âmin!