Bırakalım bizim gibi sıradan insanları, insanlığın güneşleri ve yıldızları olan peygamberler ve onların çevrelerindeki havarî; ve sahabeleri gibi insanlar çok defa şeytanın taraftarları olanlara mağlup olmuşlardır.
Ama bu durum hiçbir zaman için o firavun ve nemrut ruhlu zâlimlerim haklı olduğunu, öbür mübarek zatların da haksız olduğunu göstermez. Hiç kimse de “Tamam artık mağlup olmuşlar, hayatlarını kurtarmak için gidip onlardan özür dileseydiler.” diyemez.
Üstad Hazretleri bu hususta On Üçüncü Lem’a’da şöyle diyor:
“Onların işlerinde, terk var ki, pek kolaydır, hareket istemez. Hem tahrip var ki, çok kolaydır, az bir hareket yeter. Hem tecavüz var ki, az bir amel ile çoklarına zarar verip korkutma noktasında firavunluk cihetinden onlara bir makam kazandırır. Hem âkıbeti görmeyen ve hazır zevke mübtelâ olan insandaki nebâtî; ve hayvanî; hislerin ve güçlerin tatmini, lezzet alışı, hürriyeti vardır ki, akıl ve kalb gibi insanî; lâtî;feleri, ince duyguları, insaniyete yakışır şekilde, âkıbeti düşünen vazifelerinden vazgeçiriyorlar.”
Cihan çapında asırlardır, bilhassa Müslüman ülkeleri işgal etmiş sömürgeciler, bu meselelerin ilmini yapmışlardır ve nerede, nasıl, insanların, toplumların nerelerinden vuracaklarını, birbirlerine düşürüp nasıl zayıf bırakacaklarını çok iyi bilirler. Bu hususta tecrübe ve müthiş bir birikimleri vardır. Bu usulleri ülkelerin başına getirecekleri piyonlarına da çok iyi uygulatır ve uygulamasına her zaman emirlerine âmâde adamları ile yardımcı olurlar…
Bu hususta Üstad Hazretleri gözlemlerini şöyle anlatıyor:
“Ben kendim tekrar tekrar müşahede etmişim ki; yüzde on ehl-i fesad, yüzde doksan ehl-i salâhı mağlub ediyordu. Hayretle merak ettim, tedkik ederek katiyen anladım ki, o gâlibiyetleri, kuvvetten, kudretten gelmiyor, bilakis: 1- Fesattan, 2- Alçaklıktan, 3- Tahripten, 4- Ehl-i hakkın ihtilâfından istifade etmelerinden, 5- İçlerine ihtilaf atmaktan, 6- Zayıf damarları tutmaktan, 7- Aşılamaktan, 8- Nefsanî; hissiyatı ve şahsî; garazları tahrik etmekten, 9- İnsanın mâhiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fenâ istidatları işlettirmekten, 10- Şan ve şeref nâmıyla riyâkârâne nefsin firavunluğunu okşamaktan, 11- Vicdansızca tahribatlarından herkesin korkmasından geliyor. Bunun gibi şeytanî; sinsi hileler vâsıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka gâlip gelirler. Fakat ‘Güzel âkıbet müminlerindir.’ (A’raf Sûresi, 7/128) sırrıyla, ‘Hak yüce ve üstündür, onun üstüne çıkılmaz’ (Buhari) düsturu ile, onların o muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennem’i kendilerine ve Cennet’i ehl-i hakka kazandırmalarına sebeptir. İşte, dalâlette, iktidarsızlar muktedir göründüklerinden ve ehemmiyetsizler şöhret kazandıklarından dolayı, şöhret budalası, riyâkar insanlar, az bir şeyle iktidarlarını göstermek, korkutmak ve zarar vermek cihetinden bir mevki kazanmak için ehl-i hakka muhalefet vaziyetine girerler.” (On Üçüncü Lem’a, On İkinci İşaret, Dördüncü Sual)