Aynaroz’da manastırlardan başka çilehane veya inziva yeri benzeri yapılar da var… Hatta dağların tepelerindeki mağaralara zincirlerle bağlanıp tırmanan oralarda kalanlar da var.
Biz bunlardan iki keşişin kaldığı bir yere gittik. Keşiş Makaryos (Makarios) ve yetiştirdiği bir başka genç keşiş… Makaryos aslında Amerikan kolejinden mezun ve şu andaki Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras’ın sınıf arkadaşı… Ailenin tek çocuğu… Keşiş olmaya karar vermiş; her şeyden vazgeçip gelip buraya yerleşmiş… Türkiye’yi çok seviyor… Türkiye’ye gitmiş, Ayvalık’ın bir köyünde tarihi bir câmiye uğramış, ezan çok tesir etmiş… Kalbini göstererek, “Tâ şurama tesir etti. İmam çok içten ezan okuyordu. İçimden ilâhî; okumak geldi.” dedi. Biz de namaz kılmak istediğimizi söyleyince, abdest almak ve namaz kılmak için bize yer gösterdi. Odasında seccadelerimizi serdik namaza durduk. Keşiş de namaz bitinceye kadar ayakta, elleri bağlı olarak saygı ile bir ibadet havası içinde durdu. Namaz bitince, kütüphanesinden bir Kur’an meâli çıkarıp gösterdi. Bize namaz hakkında teferruatlı sorular sordu. “Fatiha’yı mutlaka aslî; şekliyle okumak zarureti var mı?” diye de sordu.
Simeonos Petra Manastırı’ndan sonra bazı manastırları da gezdik. Aynaroz Yarımadası’nın idare merkezi olan Kariyes’teki katedralin kapısında Menderes nehrini sembolize eden taş işleme var. Burası, kubbesiz kilise olduğu için, bunlara bazilika deniliyor.
Rusların yaptırdığı bir manastırın avlusunda ikisi insan boyunda, bir tanesi de iki insan boyunda çanlar var…
Çar Nikola’nın yaptırdığı manastırın taşları Odesa’dan gelmiş. İki ton altın kullanılmış. Bunların iki yüz kilosu som altından… Rus kilisesindeki haçların alt tarafında yan bir çizgi var. Bu bir farklılık gösteriyor…
Diğer Rus kiliselerinde de çok altın kullanılmış… Hastanelerinin üzerindeki haçlar bile altından… Bu şaşaadan Yunanlı keşişler rahatsızlık duyuyorlar.
Yine başka bir Rus manastırında görevli Yunan asıllı Keşiş Filimons bize Türkçe “Size kahve yapayım mı?” dedi. Bir arkadaşımız kendisine “Eyvallah Şehri” menkıbesini anlattı. Çok yakından ilgilendi… Lokumlu kahveleri de ihmal etmedi. Rus çarının Bizans’tan para ile satın aldığı azizlere ait hatıralar ve hatta kemikleri bu kiliseye gönderdiğini söyledi. Çarın bu tavrının aslında Aynaroz’un mütevazılığına uygun olmadığını; bunların sırf güç, zenginlik gösterisi bir şov olduğunu ifade etti.
Oradan Gürcistan manastırına gittik. Bu manastıra “İviron Manastırı” deniliyor. Kilisenin içinde Osmanlı sultanının izniyle getirilmiş vitraylar ve İznik çinileri ve daha başka Osmanlı süslemeleri var…
Bu yazımda iki hususu da anlatmak istiyorum. Birincisi: Avukat Yorgos Dudos dedi ki: “1964’te Aynaroz’da ilâhi okuyacak, dua edecek keşiş bile bulamıyorlardı. Ama 1967’de Yunanistan’da askerî; cunta darbe yapınca resmi görevlileri kullanarak cuntacılar, dini istismar etti. Bunun üzerine, halktan da tepki olarak dini samimi yaşamak isteyen kimseler, dünyalıklarını terk edip keşiş olmaya başladılar…”
İkincisi; Heybeliada Ruhban Okulu… Dünyanın neresinde olursa olsun, orada okumuş, oradan mezun olmuş olanlar ile karşılaşınca fevkalade sıcak bir hava oluşuyor… 2000 yılında Venedik’te bir ziyarette idik. Oradaki Ortodoks görevli, bizi kapıda karşıladı ve kapılara kadar uğurladı. O günlerde Galatasaray’ın Danimarka’da attığı dört penaltı golünü bile mevzubahis yapıp bizimle cümlelerin arasında Türkçe kelimeler de koyarak sohbet etti.
İtalya’da karşılaştığım bir başka Ortodoks din adamı da iftar sofrasında İstanbul’un güzelliklerinden ve kalkan balığının lezzetinden bahsederek “Bizden İstanbul’a gidip gelene kalkan balığı yiyip yemediğini sorarlar. Eğer yememişse, İstanbul’a gitmiş sayılmazsın!.. derler.” dedi…
Demek istiyorum ki, Heybeli Ruhban Okulu açılmalıdır. Oradan yetişen insanlar, İstanbul’u ve bizim insanımızı tanıyacak ve sevecektir.
Aynaroz’dakiler, merhum Turgut Özal’ın, karşılık beklemeden vizeyi kaldırmasını, isabetli bir ileri görüş olarak değerlendiriyorlar. Bu davranış elbette Türkiye’nin lehinde olmuştur. Bu okulun açılması da inşallah yine ülkemizin lehine olacaktır.