Metin Toprakoğlu Bey “Türkiye’den Doktorlar Geldi” isimli çalışmasının bir bölümünde şunları anlatıyor: Nijer’in başkenti Niamey’in 700 kilometre kuzeyinde; çölün ortasındaki eski bir şehir olan Agadez’e gelen bir Osmanlı temsilcisi bugün hâlâ varlığını devam ettiren şehre yerleşmiş. Halk onu daha sonra manevi önder olarak görmeye başlamış. Halen manevi bir otorite sayılan Agadez Sultanı ise elindeki şeceresi ile kendilerinin Türk olduğunu ve İstanbul’a bağlı olduklarını söylemektedir. Osmanlı’nın Nijer çöllerindeki Türk köyü Agadez’de bayramlarda ve cuma hutbelerinde halen Osmanlı padişahlarına hutbe okutmaları bu sevgi ve bağlılığın bir sembolü.
Manisa’dan Merkez Efendi’nin izini takip eden gönüllü doktorlar Nijer’e sağlık hizmeti götürmek için yola düşmüşlerdir. Doktor Fahrettin Bey ve sağlık ekibi, Türkiye’den uçak seferleri olmadığından Fas’ın başkenti Kazablanka aktarmalı Nijer’in başkenti Niamey’e yaklaşık sekiz saatlik yolculuktan sonra ulaşırlar. Sağlık hizmetlerine bir an önce başlamak ve kısa zaman dilimine yüzlerce ameliyatı sığdırmak istiyorlardı. Nijer sağlık bakanlığı müsteşarından vazife yerlerine ulaşmak için bir araç talebinde bulunmuşlar fakat müsteşarın yavaş davranmasına bir anlam verememişlerdi. Araç bulma telaşı sırasında ise ilginç bir hadise yaşamışlardı. Müsteşarın yardımcısı hanımefendi Dr. Fahrettin Bey’in çantasının kenarındaki Türk bayraklı armayı görünce heyecanla “Sizler Türk müsünüz?” demiş “evet” cevabını alınca da hemen odasına almıştı.
Saatlerdir bekledikleri araç yarım saat içinde rehberiyle beraber sağlık bakanlığı binasının önünde hazır olmuştu. Gönüllü doktorlar, aracın bu kadar hızlı gelmesindeki hikmeti sorduklarında ise müsteşar yardımcısı hanımefendi, heyecanla şu cevabı vermişti: “Benim çocuklarım Niamey’deki Türk Koleji’nde okuyor. Evlatlarımın istikbalini aydınlatan öğretmenlerin vatandaşlarına yardım etmesem çocuklarımın haberi olduğunda bana ne derler?”
Asıl sağlık hizmetini verecekleri yer Niamey’in 800 km kuzeydoğusundaki Tesseoua şehridir. Şehre ulaşmak için asfalt olmayan çöl yolunda yaklaşık 15 saat sürecek bir gece yolculuğuna çıkarlar. Yolculukları devam ederken yaş ortalamasının 40-45 olduğu Nijer’de sazdan yapılmış bir evin önünde durmuşlar. Anne–babasını kaybetmiş, kıyafetleri olmayan dört çocuğu görünce gözyaşlarına hâkim olamamışlardı. Bu öksüz ve yetim dört çocuk, eşyası olmayan, tek gözlü evlerinde yaşayan binlerce çocuktan sadece birkaçıydı. Yolculukları esnasında gördükleri yokluk ve sefalet, yüreklerini yakıyordu.
Gönüllü sağlık ekibi, bir mola esnasında 11 yaşındaki bir kız çocuğunun sırtında bir bebek görmüş, ilgilenmek istemişlerdi. Dr. Fahrettin Bey “Aç yüzünü kardeşinin de bir fotoğrafını çekeyim.” dediğinde ise ilginç bir cevapla karşılaşmıştı. “Açayım ama o benim kardeşim değil, oğlum.” Anne-babaların evlatlarını bir an evvel evlendirmesinin sebebinin ise açlıktan kurtarmak olduğunu anlamışlar, yüreklerindeki sızı iyice büyümüştü. 800 km’lik yolculukları sona erdiğinde Büyük Sahra Çölü’nde bulunan Tesseoua şehrindeki misafirhanelerine yerleşmişlerdi. Günün ilk ışıklarıyla sabah kahvaltısı için masaya oturduklarında, dışarıdan bir ses geldiğini, kapının ritmik bir şekilde çalındığını fark ederler. Masadaki herkes bu sesi merak ederken tercüman bunun bir anlamı olduğunu söyler. “Ben bunu size söylersem hiçbiriniz kahvaltı edemezsiniz.” dediğinde ise merakları iyice artar “nasıl olsa meraktan kahvaltı edemeyeceğiz” diyerek, söylemesini isterler. Tercüman, bir kız çocuğunun kapıyı çaldığını “Günlerdir açım. Lütfen bana yardım edin.” demek istediğini söyler. Bunun üzerine gönüllü sağlık ekibi, çocuğa ekmeklerini vermek için gayri ihtiyari ellerini ekmeklerine attıklarında tercüman “sakın bunu yapmayın” diyerek engeller.
“Neden?” diye sorulduğunda; “Dışarıda 300 aç çocuk var. Siz o ekmeği vermeye kalkarsanız burada izdiham yaşanır.” cevabı karşısında gözyaşları içinde sofradan kalkarlar.