Bir önceki yazımda bahsettiğim, Eyüp Beşir arkadaşımızın, Bir Alman gazeteci ile yaptığı konuşmanın bir bölümünü de sizlere aktarmak istiyorum:
Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lahikası’nda meseleyi şöyle izah ediyor: “Mahkemelerde beraat kazanan Risale-i Nur’un bu vatan ve millete temin ettiği âsâyiş ve emniyettir ki, İslâm memleketlerinde, hususan Fas’ta, Mısır, Suriye ve İran gibi yerlerde vuku bulan dahilî; karışıklıkların bu vatanda görülmemesidir. İşte, nasıl ki bu vatan ve millette Risâle-i Nur -emniyet ve âsâyişin ihlâline sair memleketlerden daha ziyade esbap bulunmasına rağmen- âsâyişi temin etmesi gösteriyor ki…”
Yani tabiri caizse Bediüzzaman Hazretleri ve Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi Türkiye’de insanlara sadece savaşları ve siyaseti değil; İslâmiyet’in geride kalan % 99’unu ve Peygamber Efendimiz’in (sas) hayat-ı seniyyesinin 62 yıl 10 ayını da tanıttılar.
Son yıllarda diğer İslâm ülkelerinden Türkiye’yi ziyaret eden âlimlerin istisnasız her birisi ortak olarak bu farkı dile getiriyorlar. Bir arkadaşım Cezayirli bir âlimden şu sözleri nakletmişti: “Eğer sizler hizmetin müspet hareket düsturunu yıllar önce Cezayir’e getirip bizlere öğretmiş olsaydınız, bizler yaşadığımız onca zulümleri yaşamazdık ve onca kan dökülmezdi. ”
Bu öğretiler sayesinde insanlar kendilerine ve bütün yaratılanlara Allah’ın (cc) isimlerinin birer tecellileri ve O’nun (cc) eşsiz sanat eserleri nazarıyla bakarak, din, dil ve ırk ayırt etmeksizin herkese hizmet etmeyi O’na (cc) hizmet etmek olarak görüyorlar.
Yine yapılacak hizmetin tarzının eğitim ve müspet hareket olduğunu Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi “Geleceği İnşa Edecek Fikir Mimarları” başlıklı makalesinde şöyle ifade etmekte: “Hâsılı, bence insan, öğretmenliği çok aziz bilmeli, onu bir peygamber mesleği olarak algılamalı ve öyle değerlendirmelidir. Gerçek şu ki, millete hizmet eden insanlar arasında muallime denk bir insan göstermek mümkün değildir. Çünkü insana yapılan hizmet ve yatırım her şeyden mukaddestir. Siz bir baştan bir başa bütün dünyanın bağ ve bahçelerinin bahçıvanı olsanız, bunun, üç insana bir şey anlatma kadar bir kıymeti yoktur. Hatta bırakın bunu, sultanlık bile, insanları insanlığa yükseltme kıymetinde bir vazife değildir. Zaten büyük hükümdarlar da, muazzam muallimlerin elinde bir çırak gibi yetişmiş insanlar değil midir? İşte bütün bunları göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki, Allah’a en yakın insanlar, hayatını başkalarına faydalı olmaya adamış öğretmenlerdir. Çünkü insanı inşa eden onlardır; toplumu inşa eden onlardır; hâli inşa edecek olan ve geleceğe mührünü basacak olan da yine onlardır.”
Arkadaşımız Eyüp Beşir’in bu tesbitlerinden sonra bir hatırayı ilave etmek istiyorum. Bu seneki Kestanepazarlılar sohbetimizde Yusuf Pekmezci Ağabeyimiz dedi ki: “Hocaefendi’nin İzmir’e yeni geldiği ilk zamanlardı. Solcuların bir toplantısı olduğunu duymuş ve yirmi kişilik kavga için eğitilip yetişmiş eli sopalı ekibimle oraya kavgaya gitmiştim. Herkes benim işaretimi bekliyordu. Hocaefendi yanıma yaklaştı, burada ne aradığımı sordu. ‘Dövüşmeye geldik’ dedim. ‘Hayır siz, dövüşmeyeceksiniz; dövüştürüleceksiniz’ dedi. ‘Nasıl yani… Biz dövüşeceğiz’ dedim. ‘Siz öyle sanıyorsunuz. Halbuki birileri sizi dövüştürüyor.’ dedi. Kafam karıştı. ‘Peki siz niye geldiniz?’ dedim. ‘Ben merakımdan geldim, ama ben de gelmemeliydim. Ben gidiyorum. Siz de buradan gidin!’ dedi. Hakikaten sonra düşündüm, birileri bizi götürmüş, dövüşmemiz gerektiğine ikna etmiş ve nasıl dövüşmemiz gerektiğini öğretmek için eğitmişti. Halbuki karşı tarafı da aynı kişilerin eğitip karşımıza diktiklerini zamanla öğrenecektik.”
Artık bütün bunlardan ibret alalım…