Gazetemiz Zaman’ın abone kampanyası için Erzurum’a da gitmiştim. Erzurum’a gelinir de Mehmet Kırkıncı Hocamızın ziyaretine gidilmez mi? Kendisini ilk defa 1973’te İbrahim Hasgür arkadaşımız ile Kümbet’te ziyaret etmiştik…
Şimdi yine aynı yerde aynı minval üzere sohbetlerine, tevhid derslerinin en güzel yerlerinden devam ediyor. Îmanî; sohbetler bitince, hatıralara geçti. Benim, Prof. Yunus Bey’den duyduğum bir rüyanın teyidi için dedi ki: “Rüyada şahsını görmedim ama onun olduğunu bilme şuuru içinde Cebrail Aleyhisselâm bana bir masa saati getirip verdi. Ellerini görmüyorum… Dedi ki: ‘Bunu Fethullah Hocaefendi’ye ver.’ Saati elime aldım ve o anda uyandım. Hemen İzmir’e gitmek için yola koyuldum. Çünkü Hocaefendi o zaman İzmir’de sıkıyönetim hapishanesindeydi. Sene 1971… Askerî; hapishaneye gittim ve ziyaretim sırasında, bu rüyamı anlattım. Çok sevindi ve bana ‘Burada on sene kalsam da artık hiç mühim değil; bana on sene bu yeter.’ dedi.” Devamla “Hocaefendi belki 16 yaşında idi ama burada namazlarımızda bize o imam olurdu. Namazdan sonra ağlayarak ders yapardı. Teheccütlerini hiç bırakmazdı… Babası Râmiz Efendi çok başka, çok farklı bir insandı. Ölüme yaklaştığında vücudu erimiş vaziyette iken bile bizimle lâtife yapmaktan geri kalmadı. Hocaefendi’ye karşı ayrı bir sevgisi ve saygısı vardı. Sanki o baba, Râmiz Efendi oğul gibi bir vaziyete şâhit oluyorduk.”
Kırkıncı Hocamız daha sonra Risale-i Nurları ilk tanıdığı günlerle ilgili hatıralarından bahsetti. Sirâcü’n- Nur’u çantasına koyup Bayburt’a gidişini, hiç tanıdığı olmadığını, çok güzel ezan okuyan bir müezzinin camiine gittiğini, namazdan sonra cami kapısında sağ elinde tesbih sol elinde çanta bulunan bir kişinin “Sen Nur talebesi misin?” diye soru sorup “Haydi gidelim” dediğini, onu sivil polis zannettiğini, karakola gidiyoruz endişesiyle onunla gittiğini, onun kendisini Nur talebelerine götürdüğünü, o günlerin heyecanı ile anlattıktan sonra, “Benim sivil polis zannettiğim kişinin kim olduğunu bilen çıkmadı. Daha sonra onu gören de olmadı. Yalnızlığıma, kimsesizliğime, bir te’yid, bir destek idi.” diye de bir yorumda bulundu. Aynen Onuncu Lem’a’da yani Şefkat Tokatlarında “Bu hizmetin kerameti üçtür” meselesinde anlatılan birinci maddedeki hususu ifade ediyordu. Cenâb-ı Hak, hizmet zeminini hazırlıyor, hizmet edecekleri sevk ediyordu…
Mehmet Kırkıncı Hocamız bize dört yazısını verdi. Birisi, “Üstad’ın Âhireti Teşrifi Münasebetiyle Yazılan Taziyename” başlığını taşıyordu… Diğerleri de, zikir, şükür ve birlik-beraberliğin ehemmiyetini anlatıyordu.
Kırkıncı Hocaefendi’den sonra M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin medrese arkadaşı Hatem Bilgi Hocamızın ziyaretine evine gittik… Bizi kapıda karşıladı, fakat rahatsız olduğu belliydi… Oturup kalkarken zorlanıyordu.
Hatem Hocamızla da hep hatıraları konuştuk… M.Fethullah Gülen Hocaefendi’ye derin bir sevgisi ve saygısı olduğu anlaşılıyordu. Gündemde olan, dershaneler meselesinde de içi yanıktı ve yapılanlara bir türlü mânâ veremiyor, zaman zaman gözleri yaşarıyordu… Bir sorum üzerine dedi ki: “Bir Kadir Gecesi bir müddet namaz kıldıktan sonra olduğum yerde uyuyup kalmışım. Üstad hazretleri bana fitre ölçeği olarak isimlendirdiğimiz bir kap verdi. İçinde ceviz dolu idi. ‘Bunu Fethullah’a ver…’ dedi.” Ceviz görmek seyahate işaretmiş. Zaten bu rüyadan sonra Hocaefendi Erzurum’dan Edirne’ye gitmiş. Hatem Hocamız bir de mektuptan bahsetti… Ben bu mektubun Tarihçe-i Hayat’ta Üstad Hazretleri’nin el yazısına örnek olarak basılan mektup olduğunu biliyordum. Hatem Hocamız ayrıca bu rüya dışında, Üstad Hazretleri’nin Erzurum’a gönderdiği ve “Fethullah ve Hatem’i de deftere kaydettik.” ifadeleri bulunan bir mektuptan da bahsetti…
Erzurum’dan böyle güzel görüşmelerle mesrur olarak İstanbul’a döndük…