Üstad Hazretleri, Efendimiz’den (sas) sonra makam-ı cem’in ve velâyet-i kübrânın en üst seviyede temsilcisidir. En büyük keramet, kevnî; değil; ilmî; keramettir. Kerâmet-i ilmiyeden istifâde etmek, yalnız Risale-i Nur’dan istifade etmeye bağlıdır
En büyük velâyet cemaattir. Cemaatin bereketine nâil olmak en büyük velilikten daha iyidir. Velâyetin şahs-ı mânevî; (cemaat) ile temsil edilmesi, hem en kestirme, hem de en garantili yoldur. Allah’ı anlatmakla kazanacağımız sevaba elli defa hacca gitmekle kazanamayız.
Adanmışlığın bedeli ödenmelidir. Onun bedeli ise, ölesiye çalışmaktır. Bir damla dava yüklü bir insan, kendinden elli kat daha yüklü bir dâhî;’den daha güçlüdür. Ahsen-i takvim üzere yaratılmış bir insan, bir de dava yükü ile yüklü ise, katiyyen satılmaz… 1.000.000.000.000 bile verseler satılmaz… Hatta cennet karşılığında bile satılmaz. Allah’ın rızasına kilitlenmiş, birisi hiçbir şeye satın alınamaz…
Gönlünü en yüce ideallerde donatmış böyle birisi için, yer yeni imtihan onun azmine indirilmiş bir kamçı, iradesini şahlandıran bir efsun ve gönül kadranını aydınlatan bir ışıktır…
Ama her zulmün “gayretullah’a” dokunma noktası vardır. Allah, mehil ve mühlet verir, arkadan yine verir tâ âhirette mizan kurulduğunda bana fırsat verilmedi demesinler diye… Sonra da bir kere derdest etti mi gayretullah’a çarpar… Evet, bir vakt-i merhûnu vardır, her şeyin… Onu beklemek lâzım…
Böyle durumlarda dava yüklü adanmışlara geceleri hep seher kuşları gibi inleyip durmak ve gök kapılarını zorlamak düşüyor…
Evet hali hazırdaki tablo oldukça ürpertici; ancak iman, ümit ve Allah’a teveccüh sayesinde aşılamayacak gibi de değil…
Eğer insan, güneşe doğru yürür veya uçarsa, gölgesini arkasına almış olur; sırtını güneşe dönerse bu defa da gölgesinin arkasında kalmış olur. Bu itibarla gözlerimiz hep sonsuz ışık kaynağında olmalıdır.
Gamlanma! Zira kadere göre, gelen hazan değil… Gidecek bu son gâileler de art arda…
Unutmayalım ki, maşerî; vicdan denilen kamu vicdanı ilk dönemde doğruyu tesbit edemeyebilir. Onun için kitlevî; halde savrulur; bir oraya gider, bir buraya gider. Ancak unutmayalım ki, mâşerî; vicdanın gelip sükûn edeceği mahal, hak ve hakikattır. Hakkın ve hakikatın nerede olduğu ortaya çıkacaktır. Göreceğiz mâşerî; vicdan bizim yanımızda olacaktır.
Onun için iman hizmeti hakkında “bu iş bitmiştir” diyenin işi bitmiştir… Geride tek adanmış ruh bile kalsa, hizmet kervanı yine de yürüyecektir çünkü bu iş Allah’ın inayetine dayanmaktadır. Yalan ve gösterişler gürültülüdür ama hakikat ve samimiyet sessizdir. Yıldırımlar, gök gürültüsünden evvel hedeflerine varırlar…
Üstad Hazretleri “Güneş varken mumların ışığı altına girmeye ihtiyaç yok. Madem güneşi gösteriyorum; benden mum ışığı istemek mânasızdır, lüzumsuzdur.” diyor. Yol bu… Yani güneşe doğru yürümek… Yoksa güneşe sırtını dönmek değil… Güneşe doğru yürüyenler, hep hak ve hakikatın temsilcisi olacaklardır. Güneşten iktibas ettikleri nurları, ışıkları bütün karanlık dünyalara taşıyacaklar… Kur’an ebedî; bir güneş… Kıyamet kopsa da Kur’an müminlere öbür âlemde de rehberliğine devam edecektir inşallah…