İnsana, Cenab-ı Hak, Kendisinin isim ve sıfatlarını anlamaları için “Ene, enâniyet” namında bir anahtar vermiştir. Ama bu ene (benlik), bu emanet ve anahtar, öyle bir çekirdektir ki, mâhiyeti bilinirse Cennet’in bir Tûbâ ağacı olur; eğer mâhiyeti bilinmezse, Cehennem’in bir Zakkum ağacı olur…
İslâm tarihinde İbn-i Sayyad isminde birisi vardı. Kehanette bulunuyordu. Peygamber Efendimiz (sas) Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ile o zaman bir çocuk olan İbn-i Sayyad’ın yanına gitti. Hadis kitaplarında teferruatlı bilgiler olduğu üzere onun mâhiyetini ortaya koydu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) “Bırak ya Resûlallah, vurayım şunun boynunu” dedi. Peygamber Efendimiz (sas) “Yâ Ömer, eğer o gerçekten deccal ise sen ona bir şey yapamazsın. Yok o değilse, senin onu öldürmende bir hayrın olmaz.” buyurdu.
Ebû Saî;d (ra)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İbn Sâid (İbn-i Sayyad) hac veya umre ziyaretçisi olarak Mekke’ye giderken benimle arkadaş oldu, herkes yürüdü ben onunla baş başa kaldım kendisi hakkında söylenenlerden dolayı ondan ürperip korkmaya başladım. Bir yerde konakladığımızda eşyalarını şu ağacın olduğu yere koy dedim. Derken bir davar gördü süt sağdı ve bana da o sütten getirdi ve Ey Ebû Saî;d buyur iç, dedi. İnsanların kendisi hakkında söylediklerinden dolayı elinden süt içmekten hoşlanmadım ve bugün sıcak bir gündür, sıcak günlerde süt içmeyi sevmem, dedim. Bunun üzerine şöyle konuştu: Ey Ebû Saî;d herkesin benim hakkımda söylediklerinden dolayı bir ip alıp ağaca bağlamayı ve kendimi asıp kurtulmayı düşündüm, sözlerimin başkalarına kapalı kalacağını sanıyorsan şunu iyi bil ki size hiçbir şey kapalı kalmayacaktır. Siz Rasûlullah (sas)’in hadisini en iyi bilenler değil misiniz? Ey Ensâr topluluğu Rasûlullah (sas), Deccâl’ın kafir olduğunu söylemedi mi? Ben ise Müslüman’ım. Yine Rasûlullah (sas), Deccâl’ın zürriyeti olmayacağını söylemedi mi? Ben ise çocuğumu Medî;ne’de bırakmışım. Rasûlullah (sas), onun Mekke ve Medî;ne’ye giremeyeceğini söylemedi mi? Halbuki ben Medî;neliyim ve seninle birlikte Mekke’ye gitmekteyim. İbn Sâid bunları söylerken ben Allah’a yemin olsun ki kendisi hakkında yalan söylenmektedir. Dedim sonra şöyle dedi: Ey Ebû Saî;d sana gerçek ve doğru bir haber vereceğim. Vallahi ben, O Deccâl’ı kesin olarak tanıyorum babasını da tanıyorum şu anda yeryüzünün neresinde olduğunu da biliyorum. Bunun üzerine ben: “İşin doğru gitmesin tüm günlerin zararla kapansın.” dedim. (Müslim, Fiten: 19)
Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, aslında İbn-i Sayyad’da deccallık kabiliyeti varmış, fakat Asr-ı Saadet’teki güzel atmosfer o deccaliyet çekirdeğinin gelişmesine imkân vermemiştir. Eğer müsait bir ortam olsaydı deccallığı hortlayabilirdi.
Üstad Hazretleri Hubâb Risalesi’nde şöyle diyor: “İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesâisine terettüp eden hayır ve iyilikleri netice veren meyveleri, bir tek şahsa isnad ederler ve ona mâl edip onun yaptığını söylerler. Bu zulümde bir gizli şirk (Allah’a ortak koşma) vardır. Çünkü, bir cemaatin cüz’î; iradeleriyle ortaya koydukları mahsûlatı bir şahsa atfetmek, o şahsın, yaratma derecesinde harikulade bir kudrete mâlik olduğuna delâlet eder. Hatta, eski Yunanlıların ve Puta tapanların tanrıları işte böyle zâlimâne bir şeytanî; tasavvurların mahsulüdür…”
Evet insanlar böyle böyle yoldan çıkarlar. Onun için Osmanlı Sultanları, halkın içine çıktıkları zaman onlara “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var!” diyerek ikazda bulunurlardı. Onlar da bu uyarılardan memnun olur, nefislerine çekidüzen verirlerdi. Şimdi ise bakıyoruz ki: “Türkiye seninle gurur duyuyor!” diyen goygoyculara, büyük bir enaniyet ve gururla karşılık veriliyor. Enaniyet ve nefisler şiştikçe şişiyor nemrutların ve firavunların yoluna girilmiş oluyor… Çünkü artık, Allah’ın bütün vasıflarını taşıdığını söyleyenler çıkıyor da, “Yok öyle şey; nasıl böyle bir şirke girebilirsin” diye ağzının payını veren de çıkmıyor. Gidişât hiç iyi değil…