Hep taptaze mucize olan Kur’an-ı Kerim’in “Sonra onun beyanı da Bize aittir.” (Kıyamet Sûresi, 75/16-19) âyetinin âhir zamandaki hazinelerinin beyanı ve sergilemesi olan Risale-i Nurlar, bedî;u’l-beyan olan ifadeleriyle yepyeni bir medeniyet projesinin esaslarını veriyorlar.
Onun program yapılmasıyla yepyeni bir dünyaya ve sulh-i umumî;ye açılıyoruz. Sulh-i umumî;nin temsilcileri dünyaya dağılıyor. Çünkü Kur’an’ın güzellikleri sadece Anadolu insanı için değil; bütün dünya insanlarının istifadesi içindir. Hem de kıyamete ayarlıdır. Kıyamet kopuncaya kadar inşallah zâhirâne ve gâlibâne devam edecektir.
Bir gemiye benzeyen bu dünyada, bütün dünya insanları beraber yolculuk yapıyoruz. Geminin bir yerinin delinip su alması hepimiz için büyük tehlikedir. Onun için herkesin uyanık olması, umumî; sulhun temin edilmesi için gayret göstermesi gerekmektedir. Çünkü yangınlarla, savaşların nerede duracağı bilinemez. Birinci Dünya Savaşı, bir tek güllenin bir Sırp tarafından bir Avusturya Prensi’ne atılmasıyla başlamıştır ama milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur…
İşte bu mülâhazalarla bizler sulh-i umumî;nin temsilcileri olarak diyoruz ki, bütün dünyada insanlığın dipten doruğa ele alınması gerekmektedir. İnsanî; evrensel değerler, insanların kalblerine yerleşip tabiatlarının bir yanı hâline gelmesi icap eder. Bunun için de teker teker insanlığın uyarılması ve gönüllerin birer avuç kor halinde bu duyguların atılması lâzımdır.
Bu hususta uyarılan ve teyakkuza geçirilen ruhlar, yepyeni bir anlayışla sanki yeniden doğmaktadırlar. Bir çocuğun doğmasının aile ve çevresine yepyeni bir neşe kaynağı olduğu; emeklemesinin ayrı, ayağa kalkıp yürümesinin ayrı, Allah demesinin, anne ve babasının ismini söylemesinin ayrı sevinçlere vesile olması gibi her yeni uyanmış gönlün de uğradığı güzellik menzilleri neşe ve sevinç kaynağı olur. Böylece her gün yeniden doğmuş ve doğumlara şâhit olmuş oluruz. Bundan hiç kimse bıkmaz ve usanmaz.
Bunun böyle olduğunu adanmış ruhların ve gönüllülerin hareketinin her bir ferdi bilir. Çünkü bu zevki yüzlerce defa yaşamış, bu hazzın lezzetini bir o kadar derinden tatmıştır…
İnsanlara bu ruhu aşılamak en başta Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmaktır. Rıza makamı da makamların en yükseğidir.
Dünyanın ve insanlığın başına gelecek belâ ve musibetlerin def ve ref’ine vesiledir. Çünkü şu andaki insanların inkar ve zulümleri, işledikleri cinayetler, Ad, Semûd ve Lut kavminin işlediklerinden geri değil… Bunların sebep olacağı felaketlerden kurtulmak için ayetlerde şöyle buyuruluyor:
“Hani bir zaman da onlar: ‘Ya Rabbi, eğer bu Kur’an, Senin tarafından gelmiş Hak bir Kitap ise, hemen üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap ver!’ demişlerdir. Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz, eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azap etmez.” (Enfâl Sûresi, 8/32-33) “Rabbin, halkı dürüst hareket eden hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helâk etmez.” (Hûd Sûresi, 11/117)
Bu âyetlerden dört husus ortaya çıkıyor:
Birincisi: Ad, Semud ve Lut kavimleri gibi gelen belâ ve musibetler Ümmet-i Muhammed’in (sas) başına gelmemesi için Muhammed Aleyhisselam’ın hayatta olması gerekir.
İkincisi: Efendimiz (sas) hayatta olmasa bile, sünnetlerinin yaşanması icap ediyor.
Üçüncüsü: Müminlerin istiğfar edip istiğfarın tabiatlarının bir yanı haline gelmesi iktiza ediyor.
Dördüncüsü: İslah hareketinin yani iman-Kur’an hizmetinin ciddiyetle yapılması lazım gelmektedir