Her şeyleri şeffaf, her zaman hesap veren ve vermeye hazır olanlardan bir misal olarak Bediüzzaman Hazretleri, “Ne ile yaşıyorsun?” diye soranlara şöyle diyor: “Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir KİLE BUĞDAY bana kâfi geldi.
Dördüncüsü: Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi.”
“İşte, şu numuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlâhiyenin çok cihetleri var. Bu köy (Barla) halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahr için zikrediyorum zannetmeyiniz. Belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut ‘Yâ Rahî;m, yâ Rahî;m’ ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dikkatle dinlesen, ‘Yâ Rahî;m, yâ Rahî;m’ çektiklerini anlarsın.”
“Kedi bahsi geldi, tavuğu hatıra getirdi. Bir tavuğum var. Şu kışta yumurta makinesi gibi, pek az fâsılayla (ara vererek) her gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum, ‘Böyle olur mu?’ dedim. Dediler: ‘Belki bir ihsan-ı İlâhî;dir.’ Hem şu tavuğun yazın çıkardığı küçük bir yavrusu vardı. Ramazan-ı şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük, hem kışta, hem Ramazan’da bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbânî; olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı.” (On Altıncı Mektup, Dördüncü Nokta)
Bundan iki sene önce Amerika’dan Afrika asıllı Müslümanlardan bir grup, Türkiye’ye geliyorlar. Kayseri’de Yunus Hocamızla karşılaşıyorlar. Ona Hizmet’i ve Hocaefendi’yi soruyorlar. O da, Erzurum’da öğrencilik yıllarından başlayan Hizmet ve Hocaefendi hakkında bildiklerini anlatıyor… Dikkatle ve hayranlıkla dinliyorlar. Sonunda şöyle bir soru soruyorlar: “Sen anlaşılan epeyce zamandan beri, ta başından itibaren Hizmet’i de Hocaefendi’nin ailesini de yakından tanıyorsun. Peki, ilk tanıdığın günlerde Hocaefendi’nin kardeşlerinin maddî; durumları nasıldı, şimdi nasıl? Yani daha zengin mi?” Bu soru karşısında Yunus hocamız gülümsüyor ve onlara şunları söylüyor: “İlk tanıdığım zamanlar, Hocaefendi’nin kardeşlerinin babadan kalma bir matbaaları vardı. Onun sahibi idiler, eski olmasına rağmen bir şeyler basıp geçinip gidiyorlardı. Şimdi yine matbaada çalışıyorlar ama işçi olarak… hatta geçenlerde Hocaefendi’nin kardeşi Salih ağabeyle karşılaştık, ‘Nasılsınız?’ diye sordum. Haline şükrettikten sonra dedi ki: ‘Ağabeyim, bizim bu halde kalmamız ve asla zengin olmamamız için dua ediyor. Az unutsa da biraz dünyalığımız olsa.’ Bu latifeden anladım ki kardeşleri, akrabaları ve yakınları için Hocaefendi’nin arzusu bu.”
Yunus Hocamızın bu sözlerinden sonra onlar: “Tam aradığımız hizmet şekli! Biz bu hizmete iltihak edelim…” diyorlar.
Onlara daha sonra böyle bir iltihaka gerek olmadığı, herkesin birbirine fikrî; yardım ve desteklerinin olabileceğini ama iltihaka gerek kalmadan herkesin kendi hizmet şekliyle devam etmesinin daha iyi ve daha hayırlı olabileceği ifade ediliyor…
Ahsen-i takvimde yaratılan insan fıtratı kimin peşinden gideceğini biliyor. Zaten akıl için yol bir değil mi?