1979’da dokuz yaşında Fransa’ya gelen Selman Asan, 24 yaşında eğitim hizmetleri ile tanıştı.
Çok küçük yaşta rahatsızlandığı hastalığı genetikti, geç teşhis konulunca bu sefer böbrek yetmezliği başladı. Hastalığından hiç şikâyet etmedi; hiçbir zaman isyanda bulunmadı. Aynen Danimarka’daki Özcan Civelek gibiydi. O, Emirdağlı, Selman da Kelkitli idi… En çok söylediği söz “Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun/ Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun.” idi…
Bunaldığı zaman boynunu büker ama hemen kendine gelir, başını ve belini düzelterek, “Affet Allah’ım! Affet Allah’ım!” derdi.
Hizmet arkadaşlarıyla, o haliyle uzak yerlere bile hizmete giderdi. Vaaz kasetlerini, gazete ve dergileri tanıtmak için çırpınırdı. Çocuklarının, özüne ve köküne bağlı olarak yetişmesine çok önem verirdi. Kitap okuma sevgisi aşılamak için evde programlar yapar, Türkçe konuşmalarına dikkat eder, “Bugün Türkçe konuşuyoruz hep.” derdi. Fransızca konuşurlarsa bu sefer kafasına bir kuşak bağlar ve “Başıma bakın ve gün boyu Türkçe konuşulacağını unutmayın.” der, dikkatlerini çekerdi.
Eğitim hizmetlerine çok önem verir, maddî;-manevî; ilgilenirdi. Fakirleri ve kimsesizleri de korurdu.
Tuttuğu günlüğünde, “Şunu da öğrendim: ‘La patience est une lamiere donc un espoir’ yani ‘Sabır bir ışıktır, aynı zamanda umut’ güzel bir Fransız atasözü.” diyordu.
Her şeye rağmen, hiçbir zaman namazlarını unutmazdı. Bir gün çok hastaydı, yatıyordu. Hastanede de mühim randevusu vardı. Hava çok soğuktu, kızına, “Geç kalıyoruz, arabayı çalıştır, ısınsın geliyorum.” dedi. Kollarından tutup ayağa kaldırmaya çalışıyorlardı. O ise olduğu yerde tekbir getirdi, namazını eda edip öyle arabaya gitti. Onun bu hali çevresine ibret teşkil ederdi.
Hastaneye ziyaretine gelenlere hastalığından hiç bahsetmez, hizmetlerden söz açardı.
Fransızlarla ilgilenir, güzel münasebetler kurardı. Hastane görevlileri ile de çok güzel diyalogları vardı. Hemşireleri hediyesiz bırakmaz, imajımızın çok iyi olmasını arzu ederdi.
Selman’ın en büyük hedefi, kültür merkezlerinin yanında Strasbourg’da bir okul açmaktı. Kardeşlerini, bütün maddi imkânları ile bu hedefi gerçekleştirmeleri için gayret gösterirdi. Ailesi bu güçlü arzuyu Selman’ın vasiyeti olarak kabul ettiler ve bunun için kollarını sıvadılar.
Zaten Selman’ın az iyi olduğu günlerde şehirde annesini gezdirirken en büyük şakası da bu mahiyetteydi. Annesini gezdirmeyi de çok severdi. Yol üzerindeki büyük ve gösterişli binaları, okuması-yazması olmayan sevgili annesine gösterir sonra da, “Anne bak burası yurt, şurası yeni bir dershane, şurası da okul… Ne güzel olur değil mi?” diyerek lâtife yapar, hayaller kurardı…
6 Eylül’de kalp krizi geçirdi. Son sözü, “Hakkınızı helal edin.” oldu. 18 günlük bir komaya girdi. Sadece başında Kur’an okunurken gülümserdi, rahatlardı. 24 Eylül günü vefat etti…
Bizlere unutulmaz güzellikler bıraktı. Ne mutlu ona. Allah, hep rahmetiyle muamele etsin…
1979’da dokuz yaşında Fransa’ya gelen Selman Asan, 24 yaşında eğitim hizmetleri ile tanıştı.
Çok küçük yaşta rahatsızlandığı hastalığı genetikti, geç teşhis konulunca bu sefer böbrek yetmezliği başladı. Hastalığından hiç şikâyet etmedi; hiçbir zaman isyanda bulunmadı. Aynen Danimarka’daki Özcan Civelek gibiydi. O, Emirdağlı, Selman da Kelkitli idi… En çok söylediği söz “Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun/ Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun.” idi…
Bunaldığı zaman boynunu büker ama hemen kendine gelir, başını ve belini düzelterek, “Affet Allah’ım! Affet Allah’ım!” derdi.
Hizmet arkadaşlarıyla, o haliyle uzak yerlere bile hizmete giderdi. Vaaz kasetlerini, gazete ve dergileri tanıtmak için çırpınırdı. Çocuklarının, özüne ve köküne bağlı olarak yetişmesine çok önem verirdi. Kitap okuma sevgisi aşılamak için evde programlar yapar, Türkçe konuşmalarına dikkat eder, “Bugün Türkçe konuşuyoruz hep.” derdi. Fransızca konuşurlarsa bu sefer kafasına bir kuşak bağlar ve “Başıma bakın ve gün boyu Türkçe konuşulacağını unutmayın.” der, dikkatlerini çekerdi.
Eğitim hizmetlerine çok önem verir, maddî;-manevî; ilgilenirdi. Fakirleri ve kimsesizleri de korurdu.
Tuttuğu günlüğünde, “Şunu da öğrendim: ‘La patience est une lamiere donc un espoir’ yani ‘Sabır bir ışıktır, aynı zamanda umut’ güzel bir Fransız atasözü.” diyordu.
Her şeye rağmen, hiçbir zaman namazlarını unutmazdı. Bir gün çok hastaydı, yatıyordu. Hastanede de mühim randevusu vardı. Hava çok soğuktu, kızına, “Geç kalıyoruz, arabayı çalıştır, ısınsın geliyorum.” dedi. Kollarından tutup ayağa kaldırmaya çalışıyorlardı. O ise olduğu yerde tekbir getirdi, namazını eda edip öyle arabaya gitti. Onun bu hali çevresine ibret teşkil ederdi.
Hastaneye ziyaretine gelenlere hastalığından hiç bahsetmez, hizmetlerden söz açardı.
Fransızlarla ilgilenir, güzel münasebetler kurardı. Hastane görevlileri ile de çok güzel diyalogları vardı. Hemşireleri hediyesiz bırakmaz, imajımızın çok iyi olmasını arzu ederdi.
Selman’ın en büyük hedefi, kültür merkezlerinin yanında Strasbourg’da bir okul açmaktı. Kardeşlerini, bütün maddi imkânları ile bu hedefi gerçekleştirmeleri için gayret gösterirdi. Ailesi bu güçlü arzuyu Selman’ın vasiyeti olarak kabul ettiler ve bunun için kollarını sıvadılar.
Zaten Selman’ın az iyi olduğu günlerde şehirde annesini gezdirirken en büyük şakası da bu mahiyetteydi. Annesini gezdirmeyi de çok severdi. Yol üzerindeki büyük ve gösterişli binaları, okuması-yazması olmayan sevgili annesine gösterir sonra da, “Anne bak burası yurt, şurası yeni bir dershane, şurası da okul… Ne güzel olur değil mi?” diyerek lâtife yapar, hayaller kurardı…
6 Eylül’de kalp krizi geçirdi. Son sözü, “Hakkınızı helal edin.” oldu. 18 günlük bir komaya girdi. Sadece başında Kur’an okunurken gülümserdi, rahatlardı. 24 Eylül günü vefat etti…
Bizlere unutulmaz güzellikler bıraktı. Ne mutlu ona. Allah, hep rahmetiyle muamele etsin…
1979’da dokuz yaşında Fransa’ya gelen Selman Asan, 24 yaşında eğitim hizmetleri ile tanıştı.
Çok küçük yaşta rahatsızlandığı hastalığı genetikti, geç teşhis konulunca bu sefer böbrek yetmezliği başladı. Hastalığından hiç şikâyet etmedi; hiçbir zaman isyanda bulunmadı. Aynen Danimarka’daki Özcan Civelek gibiydi. O, Emirdağlı, Selman da Kelkitli idi… En çok söylediği söz “Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun/ Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun.” idi…
Bunaldığı zaman boynunu büker ama hemen kendine gelir, başını ve belini düzelterek, “Affet Allah’ım! Affet Allah’ım!” derdi.
Hizmet arkadaşlarıyla, o haliyle uzak yerlere bile hizmete giderdi. Vaaz kasetlerini, gazete ve dergileri tanıtmak için çırpınırdı. Çocuklarının, özüne ve köküne bağlı olarak yetişmesine çok önem verirdi. Kitap okuma sevgisi aşılamak için evde programlar yapar, Türkçe konuşmalarına dikkat eder, “Bugün Türkçe konuşuyoruz hep.” derdi. Fransızca konuşurlarsa bu sefer kafasına bir kuşak bağlar ve “Başıma bakın ve gün boyu Türkçe konuşulacağını unutmayın.” der, dikkatlerini çekerdi.
Eğitim hizmetlerine çok önem verir, maddî;-manevî; ilgilenirdi. Fakirleri ve kimsesizleri de korurdu.
Tuttuğu günlüğünde, “Şunu da öğrendim: ‘La patience est une lamiere donc un espoir’ yani ‘Sabır bir ışıktır, aynı zamanda umut’ güzel bir Fransız atasözü.” diyordu.
Her şeye rağmen, hiçbir zaman namazlarını unutmazdı. Bir gün çok hastaydı, yatıyordu. Hastanede de mühim randevusu vardı. Hava çok soğuktu, kızına, “Geç kalıyoruz, arabayı çalıştır, ısınsın geliyorum.” dedi. Kollarından tutup ayağa kaldırmaya çalışıyorlardı. O ise olduğu yerde tekbir getirdi, namazını eda edip öyle arabaya gitti. Onun bu hali çevresine ibret teşkil ederdi.
Hastaneye ziyaretine gelenlere hastalığından hiç bahsetmez, hizmetlerden söz açardı.
Fransızlarla ilgilenir, güzel münasebetler kurardı. Hastane görevlileri ile de çok güzel diyalogları vardı. Hemşireleri hediyesiz bırakmaz, imajımızın çok iyi olmasını arzu ederdi.
Selman’ın en büyük hedefi, kültür merkezlerinin yanında Strasbourg’da bir okul açmaktı. Kardeşlerini, bütün maddi imkânları ile bu hedefi gerçekleştirmeleri için gayret gösterirdi. Ailesi bu güçlü arzuyu Selman’ın vasiyeti olarak kabul ettiler ve bunun için kollarını sıvadılar.
Zaten Selman’ın az iyi olduğu günlerde şehirde annesini gezdirirken en büyük şakası da bu mahiyetteydi. Annesini gezdirmeyi de çok severdi. Yol üzerindeki büyük ve gösterişli binaları, okuması-yazması olmayan sevgili annesine gösterir sonra da, “Anne bak burası yurt, şurası yeni bir dershane, şurası da okul… Ne güzel olur değil mi?” diyerek lâtife yapar, hayaller kurardı…
6 Eylül’de kalp krizi geçirdi. Son sözü, “Hakkınızı helal edin.” oldu. 18 günlük bir komaya girdi. Sadece başında Kur’an okunurken gülümserdi, rahatlardı. 24 Eylül günü vefat etti…
Bizlere unutulmaz güzellikler bıraktı. Ne mutlu ona. Allah, hep rahmetiyle muamele etsin…
1979’da dokuz yaşında Fransa’ya gelen Selman Asan, 24 yaşında eğitim hizmetleri ile tanıştı.
Çok küçük yaşta rahatsızlandığı hastalığı genetikti, geç teşhis konulunca bu sefer böbrek yetmezliği başladı. Hastalığından hiç şikâyet etmedi; hiçbir zaman isyanda bulunmadı. Aynen Danimarka’daki Özcan Civelek gibiydi. O, Emirdağlı, Selman da Kelkitli idi… En çok söylediği söz “Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun/ Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun.” idi…
Bunaldığı zaman boynunu büker ama hemen kendine gelir, başını ve belini düzelterek, “Affet Allah’ım! Affet Allah’ım!” derdi.
Hizmet arkadaşlarıyla, o haliyle uzak yerlere bile hizmete giderdi. Vaaz kasetlerini, gazete ve dergileri tanıtmak için çırpınırdı. Çocuklarının, özüne ve köküne bağlı olarak yetişmesine çok önem verirdi. Kitap okuma sevgisi aşılamak için evde programlar yapar, Türkçe konuşmalarına dikkat eder, “Bugün Türkçe konuşuyoruz hep.” derdi. Fransızca konuşurlarsa bu sefer kafasına bir kuşak bağlar ve “Başıma bakın ve gün boyu Türkçe konuşulacağını unutmayın.” der, dikkatlerini çekerdi.
Eğitim hizmetlerine çok önem verir, maddî;-manevî; ilgilenirdi. Fakirleri ve kimsesizleri de korurdu.
Tuttuğu günlüğünde, “Şunu da öğrendim: ‘La patience est une lamiere donc un espoir’ yani ‘Sabır bir ışıktır, aynı zamanda umut’ güzel bir Fransız atasözü.” diyordu.
Her şeye rağmen, hiçbir zaman namazlarını unutmazdı. Bir gün çok hastaydı, yatıyordu. Hastanede de mühim randevusu vardı. Hava çok soğuktu, kızına, “Geç kalıyoruz, arabayı çalıştır, ısınsın geliyorum.” dedi. Kollarından tutup ayağa kaldırmaya çalışıyorlardı. O ise olduğu yerde tekbir getirdi, namazını eda edip öyle arabaya gitti. Onun bu hali çevresine ibret teşkil ederdi.
Hastaneye ziyaretine gelenlere hastalığından hiç bahsetmez, hizmetlerden söz açardı.
Fransızlarla ilgilenir, güzel münasebetler kurardı. Hastane görevlileri ile de çok güzel diyalogları vardı. Hemşireleri hediyesiz bırakmaz, imajımızın çok iyi olmasını arzu ederdi.
Selman’ın en büyük hedefi, kültür merkezlerinin yanında Strasbourg’da bir okul açmaktı. Kardeşlerini, bütün maddi imkânları ile bu hedefi gerçekleştirmeleri için gayret gösterirdi. Ailesi bu güçlü arzuyu Selman’ın vasiyeti olarak kabul ettiler ve bunun için kollarını sıvadılar.
Zaten Selman’ın az iyi olduğu günlerde şehirde annesini gezdirirken en büyük şakası da bu mahiyetteydi. Annesini gezdirmeyi de çok severdi. Yol üzerindeki büyük ve gösterişli binaları, okuması-yazması olmayan sevgili annesine gösterir sonra da, “Anne bak burası yurt, şurası yeni bir dershane, şurası da okul… Ne güzel olur değil mi?” diyerek lâtife yapar, hayaller kurardı…
6 Eylül’de kalp krizi geçirdi. Son sözü, “Hakkınızı helal edin.” oldu. 18 günlük bir komaya girdi. Sadece başında Kur’an okunurken gülümserdi, rahatlardı. 24 Eylül günü vefat etti…
Bizlere unutulmaz güzellikler bıraktı. Ne mutlu ona. Allah, hep rahmetiyle muamele etsin…