Arkadaşımız Ahmet Özer, “Nur’un İlk Avukatı Ahmet Feyzi Kul” isimli kitabında, merhum Ahmet Feyzi ağabeyin çoklarının bilmediği bazı yönlerini ortaya koyuyor.
Bilhassa kitabın beşinci bölümünde 1960 İhtilali güçlü paşalarından Doğu Menzil Komutanı ve Kayseri Örfî; İdare (Sıkıyönetim) Komutanı Korgeneral Güventürk’e cevapları. Bu cevaplar çok mühim çünkü Korgeneral Güventürk, dindarlarla ve İslamî; faaliyetlerle çok uğraşıyordu. Yeşil takke giydi diye bir genci yollarda sürüklüyor, dükkanına Sultan Abdülhamid’in resmini asan lokantacıyı paşalık kırbacı ile dövüyordu. Kayseri bölgesinde astığı astık, kestiği kestik bir zorbalıkla dindarları sindiriyor ve bezdiriyordu. Bu sırada yayımladığı bir kitabında Risale-i Nur Talebeleri için “Yeşil Komünistler” diyerek, olmadık hakaretlerde bulunuyordu.
Altıncı bölümde geçen Hulusî; Yahyagil ile yaptığı uzun sohbet içinde geçenler…
Bu yazımda, kitaba önsöz olarak konulan “Vicdanı Engin Bir Nur Kahramanı Ahmed Feyzi” başlıklı yazıdan bazı bölümler aktarmak istiyorum. Bu kısım, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye sorulan, “Nur’un ilk kahramanlarını anlatırken Ahmet Feyzi ağabeyi de mutlaka zikrediyor ve onu sonraki nesillere hüsn-i misal insanlardan birisi olarak yâd ediyorsunuz. Bu kıymetli dava erinin öne çıkan özelliklerinden bahseder misiniz?” sorusuna cevap mahiyetindedir.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki:
“Ahmet Feyzi ağabey, Türkçe âşığı bir insandı, dilimizi çok severdi. Türkçenin doğru kullanılmasına çok önem verir, çok düzgün konuşurdu; maksadını güzel ifade ederdi. Hafifçe arkaya yaslanır ve pek coşkun konuşurdu.”
“Çevresinde aydın kesimin ona karşı çok derin bir saygısı vardı; fakat hiçbir zaman fâikiyet mülâhazasına girmezdi.”
“Ahmed Feyzi ağabey, ibadet ü taatte çok derin bir insandı, özellikle namazlarında çok hassastı. Diyebilirim ki o, namazı hakkıyla ikâme ettiğine şâhit olduğum bir iki insandan biriydi. Evet, namaz kılan çoktur ama onu, Kur’an’ın ifadesiyle ‘ikâme’ keyfiyetiyle eda etmek esastır. Hazret-i Üstad’ın namazındaki hâlini taklid eden büyükler görmüştüm; bazılarında taklide bağlı bir câ’lî;lik, sun’î;lik de hissetmiştim. Fakat Ahmed Feyzi ağabey, çok gönülden ve ciddiydi namazlarında; içinden geldiği kadar namaza yumulurdu. Siz onu seyrederken, el bağlayışıyla Allah huzurunda bulunduğunun farkında olduğunu okurdunuz; rükûa gittiğinde Allah karşısında eğildiğinin haşyetini, ses ve sedasından duyardınız; secdede kulluk şuuruyla iki büklüm ve kıvrım kıvrım hâlini görürdünüz. Duaya daldığı zaman da şakır şakır gözyaşları akıttığını, darda kalmış bir insan edasıyla ellerini, ayaklarını hareket ettirerek ‘Ne olur Allah’ım!’ dercesine yalvardığını ve içini döktüğünü müşahede ederdiniz. Şayet o anda sizi hakem tayin etselerdi, ‘Ya Rabbi, vallahi buna verilir, bunun istekleri yerine getirilir; ver Allah’ım isteklerini, yerine getir taleplerini!’ derdiniz.”
“Hazret, çok tabiî; ve kanaatkâr bir Hak eriydi. Sürekli hizmet peşinde koşturur, nerede istirahat edecek bir yer bulursa, yatak-döşek aramadan birazcık dinlenir ve sonra hemen kaldığı yerden işlerine devam ederdi. Tekellüfsüz bir insandı.”
“Cenab-ı Hak mekânını cennet etsin, onu ötede sevdikleriyle nail eylesin! Âmin.”
Ârife işaret yeter demişler; irfanınıza havâle ediyorum…