Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:“Ey müminler, haydi, şeytanın taraftarları ile savaşın. Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.” (Nisâ Sûresi, 4/76)
“Şeytanlar, kendi adamlarına sizinle mücadele etmeleri için telkinlerde bulunurlar.” (Enâm Sûresi, 6/121) “İnsan ve cin şeytanları, kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler fısıldayıp telkin ederler.” (En’am Sûresi, 6/112)
Peki şeytanlar ve onun adamları böyle zayıf hilelerle nasıl başarılı oluyorlar? Başarılarının sebebi, mesleklerinin aslı tahrip olduğundan dolayıdır. Tahrip çok kolaydır; yirmi kişinin yirmi günde yaptığı tamiri bir kişi bir günde tahrip eder.
Bu hususta On Üçüncü Lem’a’nın On İkinci İşareti’nde Üstad Hazretleri diyor ki: “Ben kendim tekrar tekrar müşahedemle gördüm ki, yüzde on ehl-i fesad, yüzde doksan ehl-i salâhı mağlup ediyordu. Hayretle merak ettim, tedkik ederek katiyen anladım ki, o galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki: 1- Fesattan, 2- Alçaklıktan, 3- Tahripten, 4- Ehl-i hakkın ihtilâfından istifade etmekten, 5- İçlerine ihtilaf atmaktan, 6- Zayıf damarları tutmaktan, 7- Ve aşılamaktan, 8- Hissiyat-ı nefsâniyeyi, 9- Ve şahsî; garazları tahrik etmekten, 10- İnsanın mâhiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidatları işlettirmekten, 11- Şan ve şeref namıyla riyakârca nefsin firavunluğunu okşamaktan, 12- Vicdansızca tahribatlarından herkesin korkmasından geliyor.”
“Şeytanın mühim bir sinsi hilesi de, insana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiâze (Allah’a sığınma) yolunu kapasın. Hem şeytan insan nefsinin enâniyetini tahrik eder ki, tâ ki böylece nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdetâ taksirattan takdis etsin (kusurlarını bile mukaddes bir fiil gibi göstersin). Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz te’vil ile te’vil ettirir. ‘Rıza gözü işe bakan, ayıplara karşı kördür, görmez.’ Sırrı ile, nefsine rıza nazarı ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez; şeytana maskara olur. Hz. Yusuf Aleyhisselam gibi bir yüce peygamberi, ‘Doğrusu ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabb’imin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevk eder.’ (Yusuf Sûresi, 12/53) dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir? Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, Allah’a sığınıp istiâze eder. Allah’a sığınan, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar, itiraf etse, affa müstehak, olur. (On Üçüncü Lem’a, On Üçüncü İşaret, İkinci Nokta)
Şimdi bu hakikatleri biraz realiteye dökecek olursak… Hitler’in Propaganda Bakanı J.Goebbels, yalan taktiklerini şöyle diyordu: “Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır. Büyük, daha büyük yalan söyle… Bu yalanları tekrarla…”
“Asla kabahat üstlenme ve asla hatalı olduğunu kabul etme ve asla özür dileme…”
“Halkı devamlı ateşle.”
“Bir düşman seç ve devamlı suçla, hep onun üzerine yoğunlaş.”
Hitler, Goebbels’in bu dediklerine yoğunlaştı ve dediklerini yaptı… Ama nereye kadar…
“Küfür devam eder ama zulüm devam etmez” hadis-i şerifinde beyan edildiği gibi, işin sonu geldi. 30 Nisan 1945’te Hitler intihar etti ve cesedi yakıldı. J.Goebbels’in hanımı, altı çocuğunu zehirleyip öldürdü. Sonra Goebbels, önce karısını sonra da kendisini öldürdü ve cesetleri yakıldı…
Mazlumların âhı, hiçbir zaman yerde kalmamıştır, kalmayacaktır da…