Gezi Parkı ekseninde yaşananlar üzerine giriştiğim sınıf analizlerine, “sınıf” ve “statü” karşılaştırmalarına özellikle sol cenahtan çıldırmış tepkiler aldım.
Protesto eylemlerinin farklı toplumsal kesimleri eşitleyen güçlü bir ortak paydası vardır. Ortak payda, içi farklı şekillerde doldurulan “protesto”nun kendisidir. Geçersiniz protestocuların yanına, siz de tepkinizi dile getirirsiniz. Kimse de dönüp “sen neye karşısın?” diye sormaz. Eylemin genel gidişini amacından saptırmadığı sürece, sonradan katılanlara barikatlarda her zaman yer bulunur. Kıyamet, işler yolunda gidip de maksat hasıl olduktan sonra kopar. Devrim sonraları iktidar mücadeleleri, tarihin en kanlı ve kıyıcı katliamlarına sebep olur. Fay hatlarının kesiştiği yerdeyiz. Şiddet yöntemine müracaat eden sol grupların muradı, konumuzun bütünüyle dışında.
Sol düşünce, bizde hiçbir zaman sınıfsal temellere dayanmadı. “Anti-emperyalizm” her zaman daha kolay bir ateşleyici ve birleştirici güç olarak devreye sokuldu. Ulusalcılığın, sol düşüncenin alamet-i farikası haline gelmesi bu anti-emperyalizm kolaycılığının eseridir. Cumhuriyet’i kuranlar, millî; mücadeleden çıkıp gelmişlerdi ve sınıfsız-imtiyazsız bir toplum isteyerek, aşağı kattakilerin egemenliğine kendi ayrıcalıklarını sürdürmek için karşı çıkmışlardı. Bugün Taksim’de karşımıza çıkan geniş koalisyonun bu tarihî; geçmişten bir farkı var mı?
“Anti-kapitalist Müslümanlar”ı namaz kılarken, Cihangir’in nevzuhur burjuvazisini yoga yaparken aynı safta bir araya getirebilmek için, sınıfsız-imtiyazsız toplum idealinin hâlâ yaşamakta olması gerekir. Sınıf mı? Burjuvazimiz, rahatını bozup, meydanlara çıkıp, biber gazına ve polis jopuna direniyorsa ve üstelik bu kadar eziyete toplumun bütünü için katlanıyorsa sınıf terazisi iflas etmiş demektir. Madem sınıf yok, o zaman her şey mubah olmalı. Tuba ağacı gibi ters duran sol idealler, bunun göstergesi.
Türkiye’de ezilen-ezen ilişkisi yakın zamana kadar örgütsüz geniş halk kesimleri ile Cumhuriyet’in yönetici-seçkin azınlığının kendi içinde oluşturduğu tarihsel blok arasında geçti. Askerî; vesayet, bu blokun fakir halk çocuklarından devşirdiği askerî; sınıf ile, çoğunluğa karşı iktidarını sürdürmesine hizmet etti. Sonra bu blokun miadı doldu. Örgütsüz halk, kendi içinden çıkan ve halka dayanmaktan başka gücü olmayan yeni bir seçkin grubu iktidara taşıyarak, onların aracılığıyla tarihin sonunu getirdi.
Ağaçlar, çölleşmekte olan dünya için önemli bir değer. Ama kimse, Brezilya’yı kasıp kavuran eylemlerin 20 kuruşluk otobüs zammından kaynaklanmasını, Türkiye’den farklı olarak Amazon yağmur ormanlarındaki ağaç bolluğuna dayanarak açıklayamaz. Eğer sınıf diyorsanız, Türkiye’yi değil, Brezilya’yı mercek altına yatıracaksınız.
Demokrasilerde siyasetin geleceğini, birbiriyle rekabet eden seçkin grupların hal ve gidişine bakarak kestirmek mümkündür. İktidarda olan AK Partili seçkinler, geçmişin taşra radikalizmi içinde kişiliklerini ve reflekslerini edindiler. Geçmişlerinde bugünkü yönetim yeteneklerine yansıyan sıkı bir tecrübe birikimi var. Her iki kesime de aşinayız. Eşit şartlarda yürütülecek rekabette, Cumhuriyet burjuvazisinin sülbünden gelenlerin iktidardaki seçkinler karşısında hiç şansı olamaz. Kapitalizmin kendi iç rekabeti boyunca dişiyle, tırnaklarıyla mücadele ederek bulunduğu konumu elde eden yeni bir beyaz yakalı sınıf gelişiyor. Bu sınıfın vitrinini pazarlamacılar oluşturuyor. Geleceğin yönetici-seçkinleri muhtemelen bu yeni sınıfın içinden çıkacak. Uzun ama çok uzun bir zaman sonra…