Bizim bağlı olduğumuz medeniyet İslam medeniyetidir. Onun için Osmanlı ecdadımız, vakıflarla, infak yollarıyla ulaştıkları dünyayı mamur etmişlerdi
İslamiyet’e göre, insanların yüzlerine samimî; bir tebessüm bile sadaka vermiş gibi sevap kazandırır. Bir gülümsersiniz amel defterinizde, sevap gülleri açılmış olur. Kovandaki suyu bir muhtaca boşaltmak büyük sevaptır. Onun için çeşmeler yapılmış, kanallar açılmıştır. Yardım için atına, arabana bir insan almak sadakadır. Yoldan gelip geçenler zarar vermesin diye, yollardaki engelleri kaldırmak, süpürüp atmak sadakadır. İslamiyet güzel muamelattır. İslamiyet yemek yedirmektir…
İnfakın da bir usulü bir terbiyesi vardır. Bilelim ki, sadakalar fakirin eline değmeden Allah’a ulaşır. Onun için O’na veriyormuşuz gibi, güzel bir tavır ve edeple takdim etmek gerekir. İnsanlara borç verirken bile şu âyeti düşünmemiz lâzım: “Kimdir o yiğit ki, Allah’a güzelce bir borç verir, Allah da onun verdiğinin kat kat mükafatını artırır. Allah rızkı kısar da bollaştırır da. Zaten hepiniz döndürülüp O’na gönderileceksiniz.” (Bakara Suresi, 2/245) Karz-ı hasen (güzel bir ödünç verme)… derin bir nezaketi gerektirir. Değil üstüne fâiz bindirme, borçluyu ezmeme üzmeme adına ne gerekiyorsa yapılır.
Sadakalar verilirken dikkat edilecek husus için, “Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça birr u takva ve fazilet mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infâk ederseniz, Allah mutlaka bilir.” (Âl-i İmran Suresi, 3/92) buyruluyor…
Bu âyet inince, Ebu Talha, en çok sevdiği malı Beyraha Bahçesi’ni, Allah yoluna bağışladı. Bu bahçe Mescid-i Nebevî;’nin karşısındaydı. Efendimiz (sas) oraya girer ve orada bulunan tatlı kaynaktan içerdi. Onun için bunu duyunca “Çok güzel! Çok güzel! Bu kârlı, verimli bir arazi… Ben işittim. Ben onu akrabalarına dağıtmanı uygun görüyorum.” buyurdu. O da emre uyup öyle yaptı… Pek çok sahabi, en çok sevdiklerini böylece Allah için infak ettiler…
Evet nezahet ve nezaket gerektiren bir mesele… Sevdiklerinizden ve severek vereceksiniz… İçinizden gele gele, içinize sine sine vereceksiniz… Zekatı ikrâm ediyormuşsunuz gibi veremezsiniz… Gönlünü kırmadan, zekatı, mektup yazmış gibi güzel bir zarfa, yeni paraları koyup zarfın üzerine de, borç öder gibi. “……. Beyefendi’ye” diye hem “Kabul buyurur musunuz?” ilavesini de yazarak takdim etmek gerekir. Hz. Âişe Vâlidemiz, parayı siler, koku sürer öyle takdim ederdi. Çünkü önce Allah’a ulaşacağını söylerdi. Yardım ettiği kimsenin, kendisine buna karşılık dua ettiğini duyarsa, aynı duayı ona ederdi. Sırf infakın ayrıcalıklı sevabı kalsın diye…
İslam medeniyeti öyle bir medeniyet ki, insanın mânevî; şahsiyetini bile prensipleriyle koruma altına almıştır: “Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizden gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin: Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin, cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah, tevvab ve rahî;mdir (tevbeleri kabul eder, merhameti ve şefkati boldur.)” (Hucurat Suresi, 49/12)
Dikkat edilirse, sizin olmadığınız yerde bile, manevî; şahsiyetiniz dişlenmemesi ve arkanızdan gıybetinizin yapılmaması için her türlü tedbirin alındığını görüyoruz. Böyle bir şey, hangi medeniyet anlayışında vardır?