Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Vay onlara ki, âhirete inanmalarına rağmen, bile bile dünyayı ahirete tercih ederler…” (İbrahim Suresi, 14/3) âyetinin izahında diyor ki: “Bu asrın bir hâssası şudur ki, dünya hayatını, bâkî; hayata bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını bâkî; elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.
“Bu acib asrın dünyevî; hayatı ağırlaştırması ve hayat şartlarını ağırlaştırması ve çok etmesi ve gayr-i zarurî; ihtiyaçları görenekle, tiryakî; ve mübtelâ etmekle zarurî; ihtiyaçlar derecesine getirmesiyle hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Onunla dî;nî;, ebedî; ve uhrevî; hayata karşı ya set çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatanın cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki, dünyayı başına cehennem eyledi.
“İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya (çukura, uçuruma) düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar. Bu cümleden olarak, gördüm ki, ehl-i diyanet; belki de ehl-i takva bir kısım zâtlar, bizimle gayet ciddi alâkadarlık peyda ettiler. O bir iki zatta gördüm ki, diyaneti ister ve yapmasını sever, tâ ki, dünya hayatında muvaffak olabilsin, işi rast gelsin. Hatta tarikatı, keşif ve keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dini vazifelerini uhrevî; meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, uhrevî; saadet gibi dünyevî; saadete de vesile olan dî;nî; hakikatların dünyevî; faydası, yalnız tercih edici ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet (gerçek sebep) derecesine çıksa ve o hayırlı ameli yapmasına sebep, o fayda olsa da, o ameli iptal eder. En azından ihlâsı kırılır, sevabı kaçar. Bu hasta, gaddar ve bedbaht asrın belâ vebasından, zulüm ve zulmetinden en tecrübeli bir kurtarıcı, Risale-i Nur’un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğuna kırk bin şahit var. Demek Risale-i Nur’un dairesine yakın bulunanlar içine girmezse, tehlike ihtimali kuvvetlidir.
“Evet ‘Onlar dünya hayatını seve seve, bile bile âhirete tercih ederler” âyetinin işaretiyle, bu asır dünya hayatını, âhiret hayatına, Müslümanlara da bilerek, severek tercih ettirdi.
“Ben bundan çok hayret ediyorum. Bugünlerde ihtar edildi ki, nasıl insanın bir uzvu hastalansa, yaralansa, diğer âzâlar vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de hayat hırsı (yaşama tutkusu) ve hayatı muhafaza; hayat zevki ve yaşama aşkı taşıyan ve insan fıtratında dercedilen insânî; bir cihaz, çok sebeplerle yaralanmış, diğer lâtife ve ince duyguları da kendisiyle meşgul edip düşürmeye başlamış; hakikî; vazifelerini onlara unutturmaya çalışıyor.
Hem nasıl ki, bir câzibedar sefî;hâne ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve tesettürlü hanımlar dahi o câzibeye kapılıp hakiki vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de bu asırda insan hayatı, bilhassa ictimaî; hayat öyle dehşetli, fakat câzibeli ve elemli, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî; lâtî;felerini, kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervarane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
“Evet, dünya hayatının muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı uhrevî; işlere geçici olarak tercih edilmesine şer’î; ruhsat var. Fakat, yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o insanî; damarı o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdî; bir dünyevî; zarar yüzünden elmas gibi dî;nî; işleri terk eder.
“Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hayatı koruma cihazı, bu asırda israflarla, iktidarsızlık, kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla, geçimde fakr ve zaruretin ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve hayat şartlarının ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve devamlı şekilde ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu dünya hayatına çeke çeke, o derece kendine celbetmiş ki, en küçük hayatî; ihtiyacı, büyük bir dinî; meseleye tercih ettiriyor.”
Bundan daha açık ikaz ve izah olabilir mi?