Merhum Çaycı Emin (Emir Çayırlı) Ağabeyimiz diyor ki:“Nuri isminde bir komiser vardı. Zaman zaman Üstad’a eziyet ediyor, üç günde bir gelip odasını arayıp tarıyordu. Bir gün bu komiser çok şiddetli hasta olmuş; kafası, kulağı ağrımış. Ne yapsalar ağrı ve ızdırap dinmemiş. Sonra komiserin kayınpederi, “Sen Bediüzzaman’a eziyet ediyordun, bu sebepten bu hastalık başına geldi.” diyor. Adam gelip Üstad’dan özür diledi, iyileşmesi için dua etmesini rica etti.
“Sonra komiser beni çağırarak, bana dedi ki: ‘Bundan sonra sen Bediüzzaman’ın hizmetini göreceksin, kimse sana karışmayacak, sen istediğin zaman gelip, yanına çıkabilirsin.’
“Ben rahatlıkla Üstad’ın yanına gidip geliyordum. Başka kimseyi yanaştırmıyorlardı.
“Havalar iyi olduğu günlerde, beraber dağlara giderdik. Akşamları kitapları tashih ederdi. Her gün ikindiden sonra kapısını kilitlerdi. Kastamonu’nun kışı şiddetli geçerdi. Bazı günler odasındaki yer tahtalarının arasına kırağı yağmış gibi oluyordu. Küçük bir sobası vardı. Odayı pek iyi ısıtmazdı. Bekçi ile bir mangal ve bir de tahta kürsü aldırmış, yorganı kürsünün üzerine atarak, içindeki mangalla bu şekilde ısınıyordu. Komiser bir müddet sonra yine rahatsız etmeye başlamıştı. Bir gün odasını ararken, adam elini yorganın altına, kürsünün içine sokmuş. Adamın eli ateş dolu mangalın içine girmiş. Eli yanan komiser mahcup olmuş. Üstad, kendisine demiş ki:
“Senin ismin Hâfız Nuri’dir, Risale-i Nur’un ismi de Nur’dur. Bu sana tokattır. Dikkat et bir daha ilişme!’
“Bu komiser Nuri’nin başına çok musibetler ve hastalıklar geldi. Kendisini tutup Ankara’ya götürüyorlardı. Fakat doktorlar bir türlü teşhis koyamıyorlardı. Kastamonu’ya dönünce hastalık yine aynı şiddette başlıyordu. Ankara’ya kaç defa gitti geldi.
“Nihayet annesi ve ailesi kendisine, ‘Sen Bediüzzaman’a çok eziyet ettin, onun bedduasına uğradın. Onunla helalleşmen, ondan özür dilemen, lâzım’ diyorlar. ‘Bir daha onun kitaplarına, derslerine karışma’ diye kendisini ikaz ediyorlar.
“Ailece gelip Üstad’dan özür dilediler, affetmesini, hakkını helâl etmesini istediler.
“Üstad onlara:
“Ben ona bir şey yapmadım. O, Kur’an’ın tokadını yedi.” dedi. Haşir Risalesi’ni onlara verdi. Hâfız Nuri’nin kitabı okumasını söyledi.
Ahmet Ataklı da diyor ki:
“Kastamonu başkomiserlerinden Elyakutlu Hafız, Bediüzzaman’a muarız idi. Üstad’a büyük bir kin ve garazı vardı. Her fırsatta Üstad’ı rahatsız ediyor, ona ilişiyordu.
“Bir gün Üstad’a hiddetle bağırarak:
“Kur’an’ı hiç elinden düşürmüyorsun. Seni her gördüğümde böylesin. Latin’i de okumuyorsun. Sarığını boynuna asıp çarşıda dolaştıra, dolaştıra seni rezil edeceğim. Molla Said-i Kürdî;!’ dedi.
“Üstad:
“Bana karışma, benden vazgeç’ deyince, Komiser:
“Bize, kanuna muhalefet ediyorsun. Bütün hocalar şapka giydiler, sen hâlâ sarık bağlıyorsun. Senden vazgeçmem, gözüne bile ilişirim’ diye bağırıyordu.
“Üstad ise tarif etmekten âciz kaldığım bir tavır takındı ve o mânâlı gözlerle Komiser’e şöyle bir baktı, ‘Münafık!’ diye seslendi ve ‘Sen, bana ve Kur’an’a hiçbir şey yapamazsın’ dedi.
“Etrafındakileri ürperten Üstad’ın o halinden ve sözlerinden sonra Komiser Hafız âniden karnını tuttu ve sancısı giderek şiddetlendi. Hemen doktora götürdüler. Fakat müdahale ve tedbirlere rağmen kurtulamadı.”