Osman Yüksel Serdengeçti’nin, saygı duyduğu bir zâtın, Mehmet Akif’i kötülemeye kalkışması karşısında söylediği, bir söz var: “Zirveler, zırvalarla yıkılamaz!..” Köyümüzde küçüklüğümde yaşlı bir kişi vardı.
Kendisine ‘Kırk yalan’ derlerdi. Ben o zaman minnacık aklımla “Bir insan kırk yalanı nasıl söyler ki?” diye düşünürdüm. Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, 18 yalanı ve iftirayı tesbit etmiştim. Arkadan “Vampir, sülükten berbat, virüs” gibi on tanesini daha duyduk. En enteresanı bir günde 12 yalan birden tesbit edilmişti… Hepsini toplayınca kırk yalan oldu… Hatta kırkı da geçti, ikiyüzü de zamanla. Şimdilerde bine tırmanmakta… Halbuki Üstad Hazretleri: “Bir dâne-i hakikat, bir harman yalanı yakar.” “Yalan bir lâfz-ı kâfirdir.” diyor. Çünkü küfrün ve inkarın aslı yalandır. Öyle değil mi? Allah’ın varlığı gerçek; inkârı ise yalandır. Sahabeyi, sahabe yapan sıdk’tır (doğruluktur). Hadis rivayetinde sahabelerin sıdk ve adaleti tartışılmaz. Ama diğer râviler hakkında “acaba” diye derin araştırmalar yapıldıktan sonra rivayet kabul edilir. Yalan üzerine hiçbir şey bina edilemez. Çünkü çok geçmeden yıkılır…
Çocukluğumda bellediğim bir yalancı çoban kıssası var, eksiğiyle gediği ile 60 senedir aklımda:
“Bir gün çıkmış kırlara… Çiçekli bayırlara… ‘Kurt var!’ diye bağırmış. Köy halkını çağırmış… Sopayı alan koşmuş. Fakat kurt falan yokmuş. Herkes kızmış söylenmiş. Çoban gülmüş eğlenmiş. Günler geçmiş aradan. Esirgesin Yaradan. Bir gün birdenbire gerçekten de kurt gelmiş. Çoban yine bağırmış. Fakat köy halkından gelen olmamış. Koyunları kurt yemiş… Yalancı! Yalancı! Senin sonun çok acı!..”
Kırk ambarı duyan vardır da, Kırk Yalanı pek duyan olmamıştır. Keşke güzel şeyler devam etseydi de “Kırk bir kere”, hatta “Kırk bin kere maşallah” deseydik. Ama öyle olmadı.
İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde Üstad Hazretleri şöyle diyor:
“Yalan çok tesirli bir zehirdir. Çünkü, küfrün esasıdır. Yalan, münafıklığın birinci alâmetidir. Yalan, Allah’ın kudretine iftiradır. Yalan, İlâhî; hikmete zıttır. Yüce ahlâkları tahrip eden yalandır. İslâm âlemini zehirleyen yalandır. İnsanlık âleminin ahvâlini bozan yalandır. İnsanlığı olgunlaşmadan geri bırakan yalandır. Peygamberlik iddia eden yalancı Müseylime’yi ve benzerlerini âlemde rezil ve rüsvay eden yalandır. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, münafıkların bütün cinayetleri içinde, sadece yalan lânetlenmiştir. Bu husus bilhassa Müslümanları dikkate davet eder. (…) Hülâsa: Yol ikidir. Ya sükût etmektir. Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya doğru olmak, doğru konuşmaktır. Çünkü İslâmiyetin esası doğruluktur. İmanın özelliği, doğruluktur. İnsanı gerçek olgunluğa götüren her şey doğruluk üzerinedir. Yüksek ve yüce ahlâkların hayatı doğruluktur. Yükselmenin ve yücelere ulaşmanın ekseni doğruluktur. İslâm âleminin nizamı, doğruluktur. İnsanlığı kemâlâtın Kâbe’sine ve zirvesine ulaştıracak olan doğruluktur. Sahabe efendilerimizi (r. anhüm) bütün insanların üstünde bir makama çıkaran doğruluktur. Efendimiz Muhammed Aleyhisselamı, insanlık mertebesinin en yükseğine çıkaran doğruluktur.”
(İşârâtü’l-İ’caz, Bakara Suresi’nin 10. âyetinin tefsirinde