Yakın zamanlara kadar, kendi halimizde bir toplumken, bugün Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağı dalgalanıyor, müzik ve şarkılarımız söyleniyor. Onun için Avustralya’daki resmimize geniş bakmalıyız, Sydney’in kalbinde bayrağımızı dalgalandırıp, 30-40 bin insanı bir araya toplamak önemli hadise” dedi.
Rıdvan Manav, diğer soydaşlarımız gibi, o da 2015’li yıllarda Avustralya’ya gelenlerden. 37 yıldan bu yana devam ettirdiği bu spora, 31 yıldan bu yana hocalık yapıyor. Ve 20 bine yakın tekvandocu öğrenci yetiştirdi. Bunun diğer bir anlamı, 20 bin genci, olabilecek kötü alışkanlıklardan koruyarak, spor gibi önemli ve birleştirici iştigal alanına sev ketmiş. 1982 yılında kendi ismini verdiği Rıdvan’s Tekvando Akademisi’ni kurmuş. Şimdi ise akademi ‘Australian Martial Arts’ ismi ile hizmet vermeye devam ediyor. İlk yıllarda daha çok kendi toplumumuzun gençlerine hitap etmiş. Ama aradan geçen süreden sonra, NSW’in diğer farklı toplumlarına da, tekvando akademisinin kapılarını açmış. Akademi, şimdiye kadar çok önemli fonksiyonları yerine getirdi. Bu spor ocağında, yetişen 20 bin insana sadece tekvando öğretilmemiş, aynı zamanda ülkemizi, kültürümüzü ve yemeklerimizi seven geniş bir ’dost kitlesi’ oluşmuş. Rıdvan hoca, oğlu Hakan, işletme fakültesini bitirmesine rağmen ‘Baba mesleği ’ne sevk etmiş durumda. Kızı Buşra’yı ise, yine insanları yetiştirmeninin ana kaynağı olan öğretmenlik mesleğine yönlendirmiş. Hatta mezun olduğu Şule Koleji’nde öğretmenlik yapmasını arzu ediyor. Tekvando Akademisi, adeta bir aile şirketi gibi; aile fertlerinin de katkılarıyla, tüm sporseverlere hizmet vermeyi asıl hedef edinmiş. Rıdvan hoca, sahip olduğu bu tecrübe ve birikimi, aynı zamanda Avustralya sınırlarının dışına taşırmış durumda. Ve aynı zamanda, Avustralya’da gerçekleşen veya medyada yer alan Uzakdoğu sporlarıyla ilgili, tüm medya kuruluşları ve diğer kurumlar, danışmanlık konusunda bizim Akademiden destek alıyorlar. Avustralya’nın dışında yaşanan tüm tekvando müsabakalarıyla ilgili, NSW Tekvando Federasyonu Müdür Yardımcılığının yanında, Türkiye’nin de Tekvando Federasyonu Yurtdışı Danışmanlığı ve Menajerliği görevini halan yürütmekte. En son ‘Londra 2012 Dünya Olimpiyatları’na katıldı. Londra’da Türkiye’nin ilk altın madalyasının da tekvandodan gelmesine vesile oldu. Türk toplumu olarak, gençlerimizin önemli maddi ve manevi kayıplar verdiğini belirten Manav, o dönemde genç neslin bir takım yanlış ve kötü alışkanlıklara maruz kalmasının, bir baba ve aynı zamanda spor hocası olarak, kendisini çok etkilediğini belirtiyor. Öyle ki, büyük oğlunun devlet okuluna başlamasıyla, kafasında Avustralya’yı terk etmeyi bile düşünmüş. Türkiye Tekvando Federasyonu’nun Dış İlişkilerden Sorumlu Danışmanı ve Olimpiyat Takım Menajeri, NSW Tekvando Federasyonu Müdür Yardımcısı ve Bayram Kültür Merkezi Başkanı olan Rıdvan Manav; bu süreçte adeta bir Hızır gibi yetişen Şule Koleji’ne olan minnetini şu ifadelerle belirtiyor, “Gençlerimizin kimisi hapishane, kimi esrar ve eroin belasına yakasını kaptırdığı için çok üzülüyordum. Ve burayı terk etmeyi düşünmüştüm. Ama NSW’de açılan Şule Koleji, imdadıma yetişti. Şule Koleji’nin ilk talebesi de oğlum Hakan oldu. O okula başlayınca kendime ümit geldi. Çocuklarımıza sahip çıktılar. Eğer Türk okulları olmasaydı bende şimdi burada olmayabilirdim.”
Kendi işiniz, resmi göreviniz ve gönüllü olarak yaptığınız görevleri de sayarsak, spor ve kültürel birçok faaliyetin içerisindesiniz. Toplumumuz sizi çok iyi tanımakla birlikte, ‘Tekvando hocası Rıdvan Manav’ı biraz daha ayrıntılı tanıyabilir miyiz?
2015’li yıllarda Avustralya’ya geldim. Lise eğitiminin hemen ardından, Judo yapmaya başladım. Aynı zamanda boks dersleri aldım. Tekvandoya ise 1976’da başladım. 1982 yılında Rıdvan’s Tekvando Akademisi’ni kurdum. 1991 yılında ise; Avustralya Tekvando Akademisi’ni kurduk. Kısacası 37 yıldan beri tekvando yapıyorum. Kendi çalışmalarıma gelince ise, Avustralya’da ilk merkezimizi 1982 yılında Marrickville’de açtık. Aradan geçen 31 yıldan bu yana yaklaşık 20 binin üzerinde öğrenci yetiştirdik. Bunların yaklaşık 1400 kadarı, siyah kuşak. Öğrencilerimizin %80’den fazlası, yabancı uyruklu insanlardan oluşuyor. Geri kalanı da kendi insanlarımızın çocukları. Bundan 15 yıl önce ise, tablo farklıydı. Yabancı ile Türk sayısı yarı yarıyaydı. Ayrıca, Avustralya’nın yerel medya kanallarında, çoğu programlarda, Akademiy olarak olarak danışmanlık hizmetini veriyoruz. Bu konuya ilgi duyanlar, internetten bizimle ilgili televizyon kanallarındaki görüntü ve faaliyetleri, web sitemizden. www.australianmartialarts.com.au takip edebilirler.
Şu anda hangi Dan’dasınız. Bildiğimiz kadarıyla, en yüksek Dan 9. Türkiye’de ve Avustralya’da sizin sahip olduğunuz dereceye sahip başka kimse var mı?
Dünya’da en yüksek Dan, 9 oluyor. Ben 8.Dan dayım. Avustralya’daki en yüksek kuşağa sahip Koreli hocaların dışında, en yüksek dan hocalarından biriyim. Sekizinci dana kadar geldim. En son basamak dokuz. İnşallah, 9.sunu da almak üzere Kore’ye gideceğim. Bildiğiniz gibi, bizim spor dalının dünyadaki merkezi Kore. Onun için 8. ve 9. dan için Kore’de imtihana girmek gerekiyor. Çok ağır bir imtihan. Kore’deki çok önemli hocaların gözetiminde, hem yazılı hem de haraketli sınav yapılıyor. Aynı zamanda Uluslararası Tekvando Hakemi ve NSW Tekvando Federasyonu’nun Müdür Yardımcısıyım.
Türkiye Tekvando Federasyonu’nda Dış İlişkilerden Sorumlu Danışman ve Menajer olarak görev yapıyorsunuz. Bu ilişki nasıl başladı?
1995 yılında Filipinlere dünya tekvando şampiyonasına katılmak üzere gitmiştim. Orada Türkiye Tekvando Milli Takımı’ndan bazı sporcu arkadaşlarla tanıştık. Tabii orada İngilizcede zorlandıklarını farkettimi. Onlara yardımcı olmaya başladım. Daha sonra bana milli takıma yardımcı olmam ve benim tecrübelerimden faydalanmak için birlikte çalışma teklifinde bulundular. Spor hayatım ile ilgili bütün her şeyi burada öğrendiğim için, Türkiye ile bu konuda herhangi bir bağlantım olmamıştı. Ancak her zaman kalbimizde Türkiye sevdası devam ediyordu. Filipinlerde milli takımda sporcu arkadaşlarla daha çok samimi olduk. Spor bizi birbirimize bağladı. Başkan Metin Şahin ile daha samimi olduk. İrtibatımızı kaybetmedik ve ileriki yıllarda da yardımcı olmaya devam ettim.
LONDRA OLİMPİYATLARI’NDA TEKVANDOCULARIMIZ YÜZÜMÜZÜ GÜLDÜRDÜ
Gönüllükten, resmiyete ne zaman geçiş yapıldı?
2004 yılında Metin Şahin, bana resmi olarak Milli Takım da görev teklifinde bulundu. Çünkü daha önce gönüllü olarak yardımcı oluyordum. Aynı zamanda da Metin Şahin, Dünya Tekvando Yönetim Kurulu’nda olduğu için toplantılara birlikte gidiyoruz.
Bir hayli zorlu geçen 2012 dünya olimpiyatlarında ilk madalyayı aldınız. O psikolojiden biraz bahseder misiniz. Nasıl bir ortamdı?
2012 Londra Olimpiyatları’nda bende tekvando takımının menajeri olarak görev yapıyordum. Çok heyecanlıydık. En iyi sporcular orada. Herkes sporcu. Türkiye açısından ilk günler çok iyi geçmedi. Çok strese girdik. Çünkü Spor Bakanımız Sayın Suat Kılıç dâhil herkesin bizden beklentisi altın madalya idi. Son günlere kadar bir tek güreş dalında bronz madalya alabilmiştik. İlk sporcumuz Servet Tazegül altın beklediğimiz kişiydi. Ve hakikaten de öyle oldu, yüzümüzü güldürdü. Türkiye’nin Tekvando da ilk altın madalyasını almış olduk. Bütün herkesle o sevinci paylaştık. Bu sevinci, sadece oradaki insanlar değil, başta ülkemizdeki 75 milyon olmak üzere Avustralya ve dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan soydaşlarımıza yaşattık. Türkiye’den Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanımızın eşi Hayrünnisa Gül hanımefendi ve bir çok yetkili bizi aradılar, tebrik ettiler. İkinci gün Nur Tatar kızımız finale kadar gelerek, Gümüş aldı. Üçüncü gün ise Bahri Tanrıkulu madalya maçını maalesef kaybetti. Ama üç sporcu ile katıldığımız olimpiyatlarda, yine de bu kadar sayıda madalya almak büyük bir olay. Çok büyük gurur oldu bizim için ve ülkemiz için.
Genel olarak, Türkiye’nin olimpiyatlarda spor dallarındaki durumu nedir? Türkiye’deki gençlerin tablosunu nasıl görüyorsunuz?
Türkiye adına çok ümitliyiz. Türkiye Milli Takımı alt yapısı çok güzel. Gençlere önem veriliyor. Bütün sporcular sadece sporcu olarak görülmüyor. Ailesi, eğitimi sosyal hayatı, maddi durumu akla gelebilecek her sorunu ile ilgileniyorlar. Futboldan sonra Türkiye’de revaçta olan ikinci spor Tekvando’dur. Yönetimdeki arkadaşları bu nedenle tebrik ediyorum. Türkiye’de Tekvando sporunun daha iyi yerlere geleceğini söyleyebilirim.
Güreş dalında Türkiye, önemli bir yere sahipti. Ama geçtiğimiz ay, alınan sürpriz bir kararla, olimpiyat yarışına artık giremeyecek.
Güreş dünyası, için çok üzücü bir olay. Çünkü güreş olimpiyatların ilk gününden beri var. Hiç beklenmedik bir sonuç. Tekvando’dan dolayı tedirginlik vardı bizde ama güreş hiç aklımıza gelmemişti. Türkiye içinde çok üzücü oldu. Türkiye’nin olimpiyatlar tarihinde en çok madalyası güreş sporundandı. Şimdi ise buradaki boşluğu tekvando ile kapatmaya çalışacağız.
1982 yılından bu yana kendi toplumumuzun insanlarını da eğitiyorsunuz. Bu kadar farklı bir kitleye hitap etmek muazzam bir olay. Çünkü bu yabancı öğrencileriniz, ülkemizin ve insanlarımızın da potansiyel birer dostu anlamını taşıyor. Bunun size yansımaları nasıl oluyor?
Tabii bu çok güzel bir duygu. Birçok genç yetiştirdik. Çok büyük faydasını gördüm. Yetiştirdiğim öğrencilerin içinde, doktor, avukat, mühendis, iş adamı ve değişik kategoride insanlar var. Çok farklı platformlarda karşılaşıyoruz. Bana karşı son derece saygılılar. Tabi ülkemiz ve toplumumuz adına önemli gelişmeler bunlar.
Peki, çok erken yaştan başlaması nedeniyle, öğrencilerin derslerine negatif yönde bir etkisi var mı?
Çocuğum liseye başladı derslerini etkiler düşüncesi bence yanlış. Tam tersi öğrencileri motive etmesi, saygılı ve ahlaklı olması, zamanı verimli kullanma, disiplin gibi açılardan gençlere daha çok faydası var diyebilirim. Kötü alışkanlıklardan uzak tutar. Daha doğrusu tüm spor dalları, her zaman faydalıdır.
Buraya ilk gelen jenerasyondansınız, aynı zamanda sürekli gençlerle meşgul olan onlarla iç içe yaşayan biri olarak, geçmişten bu yana, gençlerimizin Avustralya’da kazanımlarını ve kayıplarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk geldiğim yıllar da, çocukların üzerine fazla eğilemediğimiz için çok kayıp verdik diyebilirim. Çünkü anne, baba gece gündüz çalışıyordu. O eski yıllar da üniversiteye giden Türk genci bilmiyorduk. Şimdi ise gelecekten daha da umutluyum. Ama şunu da söylemeliyim; gençlerimiz Türkçeyi unutuyorlar. Şimdiki gençliğin hedefini, çalışmalarını takdir ediyorum. Ama bir araya geldiklerinde Türkçe konuşmalarını arzu ediyorum. Bir başkası Türkçe konuşulanları İngilizce tercüme etmek zorunda kalmasın. Türkçe gazeteleri okumalılar, TV kanallarını izlemeliler. Biz buradaki halka Türkçe kursları ile Türkçe öğretmeye çalışırken, kendi çocuklarımıza neden İngilizce tercüme etmek zorunda kalalım ki! Bu nedenle, eskiden çocuklarımız okuyamıyorlardı, ama kendi dillerini ve geleneklerini koruyorlardı. Şimdi ise, toplumumuz eğitime daha çok önem veriyor ama kendi ana dillerini muhafaza etme konusunda zorluk yaşanıyor.
TÜRK OKULLARI OLMASAYDI, BEN DE BUGÜN BURADA OLMAYABİLİRDİM
Avustralya’ya geldiğiniz günden bu yana, daha çok hangi yıllar aralığında gençlerimiz, bir takım kötü alışkanlıkların etkisinde kaldı?
Maalesef, 2015’li yıllarda en büyük kaybı vermeye başladık. 1990’lı yıllarda ise biz nereye gidiyoruz, ne yapmalıyız diye kıvranmaya başladık. Özel okullarımız açılmaya başlayınca, bu konuda daha da rahatladık. Ben kendimden örnek verecek olursam. Oğlum Hakan ortaokula başladığı zaman kafamdan, Avustralya’yı terk etmeyi geçiriyordum. Ve o niyetteydim. Çünkü çok kayıp verdik. Kimisi hapishanelere düştü, kimisi vefat etti. Kimisi esrar ve eroinin pençesine düştü. Bende hep bu üzücü olayları duydukça buradan ayrılmayı düşünüyordum. Ama eğitim gönüllüleri sağolsunlar, NSW’de açtıkları Şule Koleji, imdadıma yetişti. Şule Koleji’nin ilk talebesi de oğlum Hakan oldu. O okula başlayınca kendime ümit geldi. Çocuklarımıza sahip çıktılar. Eğer Türk okulları olmasaydı bende burada olmayabilirdim. Okullarımızdan çok memnunuz. Oğlum ve kızım Şule Koleji’nden mezun oldu. Kızım üniversitede öğretmenlik branşı ilgili bölüm okuyor. Bitirince belki de kendi mezun olduğu okula öğretmen olarak görev alacak. En küçük çocuğumda aynı okulda 6.sınıfda okuyor. Türk gençleri birbirleri ile tanışıyor ve Türk kültürünü tanıyarak büyüyorlar. Onun için herkese tavsiyem, bu kurumlara yaklaşımımızı ve eleştirilerimizi yaparken, toplumumuza kazanımlarını hiçbir zaman göz ardı etmesinler.
Toplumumuzun yaşadığı merkezlerden ülkeye değil, de Avustralya’dan kendi toplumumuzun oturduğu ortamlara bakarken neler görüyorsunuz? Ve beklentileriniz nelerdir?
İnsanlarımızdan öncelikli beklentilerim, çocukları ile daha fazla ilgilensinler ve eğitimlerine önem versinler. Geçmişte yaşanan hatalardan iyi ders çıkarsınlar. Avustralya’daki resmimize geniş baksınlar. Bakınız, kendi içimizde küçük bir toplumken, bugün Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağı dalgalanıyor, müzik ve şarkılarımız söyleniyor. Ve bir anda 30- 40 bin insanı bir arada toplayabiliyoruz. Türk Bayrağının Sydney şehir merkezinde dalgalanmasını görmek çok büyük bir gurur. Darling Harbour’a kaç defa sadece bayrağımızı seyretmek için gittim. Halkımız da bu düşünceyi benimsemeli diye düşünüyorum. Türk Bayrağını, Türk kimliğimizi en güzel şekilde nasıl temsil edebiliriz, bu düşünce de olmalıyız. Herkes kendi konumunda Türk kimliğini de vurgulamalı ve aynı zamanda yaşadığımız bu ülkeye de örnek insanlar olup, faydalı olmalıyız. Avustralya’daki resmimize geniş bakmalıyız, Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağını dalgalandırıp, 30-40 bin insanı toplamak önemli bir hadise.
Festivalden söz açılmışken, aynı zamanda Bayram Kültür Merkezi’nin de Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyorsunuz. 2.Festivali de geçen Pazar günü gerçekleştirdiniz. Duygularınızı ve size yansıyan mesajları alabilirmiyiz?
Geçen yıl, 3 aylık bir süre içinde hazırlık yapabilmiştik. Çok fazla süre olmadığı için kısa zamanda en iyisini yapmaya çalıştık ve bayağı büyük ses getirdi. Bu seneki organize biraz daha sağlıklı işledi ve çok daha güzel oldu. Tabii bu bir yönüyle ekip işi. Arkadaşlar adına her ne kadar biz ön planda gibi gözüksek de geride büyük bir fedakârlıkla gece, gündüz çalışanlar vardı. Büyük kahramanlar var. Bu festivallerin amacı Türk kültürünü bilmeyen diğer toplumlara, kendi kültürümüzü, mutfağımızı tanıtmak ve ayrıca toplumumuzu bu festival çatısı altında buluşturmaktı. Bunda da başarılı olduk zannediyorum. Biz çok memnun kaldık. Özellikle kendi toplumumuzdan olsun diğer farklı milletlerden tanıdıklar olsun, tebrik ve teşekkürlerini ilettiler bizlere. Çok duygulandım, içimden ağlamak geliyor diyenler vardı. Protokoldeki davetlilerimiz de konuşmalarını yapıp ayrılırken, tebrik ettiler.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Zaman Avustralya Gazetesi’ni 17.Yılı dolayısıyla ve almış olduğu Başbakanlık Çokkültürülük Medya ödülü nedeniyle tebrik ederim. Bu çok önemli bir durum. Türk toplumunun adeta nabzını tutuyorsunuz. Ayrıca buradaki politikacıların toplumumuz ile ilgili düşüncelerini bizlere aktarıyorsunuz. Benim de çok önemsediğim renk uyumu ve tasarımı çok hoşuma gidiyor.
Yakın zamanlara kadar, kendi halimizde bir toplumken, bugün Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağı dalgalanıyor, müzik ve şarkılarımız söyleniyor. Onun için Avustralya’daki resmimize geniş bakmalıyız, Sydney’in kalbinde bayrağımızı dalgalandırıp, 30-40 bin insanı bir araya toplamak önemli hadise” dedi.
Rıdvan Manav, diğer soydaşlarımız gibi, o da 2015’li yıllarda Avustralya’ya gelenlerden. 37 yıldan bu yana devam ettirdiği bu spora, 31 yıldan bu yana hocalık yapıyor. Ve 20 bine yakın tekvandocu öğrenci yetiştirdi. Bunun diğer bir anlamı, 20 bin genci, olabilecek kötü alışkanlıklardan koruyarak, spor gibi önemli ve birleştirici iştigal alanına sev ketmiş. 1982 yılında kendi ismini verdiği Rıdvan’s Tekvando Akademisi’ni kurmuş. Şimdi ise akademi ‘Australian Martial Arts’ ismi ile hizmet vermeye devam ediyor. İlk yıllarda daha çok kendi toplumumuzun gençlerine hitap etmiş. Ama aradan geçen süreden sonra, NSW’in diğer farklı toplumlarına da, tekvando akademisinin kapılarını açmış. Akademi, şimdiye kadar çok önemli fonksiyonları yerine getirdi. Bu spor ocağında, yetişen 20 bin insana sadece tekvando öğretilmemiş, aynı zamanda ülkemizi, kültürümüzü ve yemeklerimizi seven geniş bir ’dost kitlesi’ oluşmuş. Rıdvan hoca, oğlu Hakan, işletme fakültesini bitirmesine rağmen ‘Baba mesleği ’ne sevk etmiş durumda. Kızı Buşra’yı ise, yine insanları yetiştirmeninin ana kaynağı olan öğretmenlik mesleğine yönlendirmiş. Hatta mezun olduğu Şule Koleji’nde öğretmenlik yapmasını arzu ediyor. Tekvando Akademisi, adeta bir aile şirketi gibi; aile fertlerinin de katkılarıyla, tüm sporseverlere hizmet vermeyi asıl hedef edinmiş. Rıdvan hoca, sahip olduğu bu tecrübe ve birikimi, aynı zamanda Avustralya sınırlarının dışına taşırmış durumda. Ve aynı zamanda, Avustralya’da gerçekleşen veya medyada yer alan Uzakdoğu sporlarıyla ilgili, tüm medya kuruluşları ve diğer kurumlar, danışmanlık konusunda bizim Akademiden destek alıyorlar. Avustralya’nın dışında yaşanan tüm tekvando müsabakalarıyla ilgili, NSW Tekvando Federasyonu Müdür Yardımcılığının yanında, Türkiye’nin de Tekvando Federasyonu Yurtdışı Danışmanlığı ve Menajerliği görevini halan yürütmekte. En son ‘Londra 2012 Dünya Olimpiyatları’na katıldı. Londra’da Türkiye’nin ilk altın madalyasının da tekvandodan gelmesine vesile oldu. Türk toplumu olarak, gençlerimizin önemli maddi ve manevi kayıplar verdiğini belirten Manav, o dönemde genç neslin bir takım yanlış ve kötü alışkanlıklara maruz kalmasının, bir baba ve aynı zamanda spor hocası olarak, kendisini çok etkilediğini belirtiyor. Öyle ki, büyük oğlunun devlet okuluna başlamasıyla, kafasında Avustralya’yı terk etmeyi bile düşünmüş. Türkiye Tekvando Federasyonu’nun Dış İlişkilerden Sorumlu Danışmanı ve Olimpiyat Takım Menajeri, NSW Tekvando Federasyonu Müdür Yardımcısı ve Bayram Kültür Merkezi Başkanı olan Rıdvan Manav; bu süreçte adeta bir Hızır gibi yetişen Şule Koleji’ne olan minnetini şu ifadelerle belirtiyor, “Gençlerimizin kimisi hapishane, kimi esrar ve eroin belasına yakasını kaptırdığı için çok üzülüyordum. Ve burayı terk etmeyi düşünmüştüm. Ama NSW’de açılan Şule Koleji, imdadıma yetişti. Şule Koleji’nin ilk talebesi de oğlum Hakan oldu. O okula başlayınca kendime ümit geldi. Çocuklarımıza sahip çıktılar. Eğer Türk okulları olmasaydı bende şimdi burada olmayabilirdim.”
Kendi işiniz, resmi göreviniz ve gönüllü olarak yaptığınız görevleri de sayarsak, spor ve kültürel birçok faaliyetin içerisindesiniz. Toplumumuz sizi çok iyi tanımakla birlikte, ‘Tekvando hocası Rıdvan Manav’ı biraz daha ayrıntılı tanıyabilir miyiz?
2015’li yıllarda Avustralya’ya geldim. Lise eğitiminin hemen ardından, Judo yapmaya başladım. Aynı zamanda boks dersleri aldım. Tekvandoya ise 1976’da başladım. 1982 yılında Rıdvan’s Tekvando Akademisi’ni kurdum. 1991 yılında ise; Avustralya Tekvando Akademisi’ni kurduk. Kısacası 37 yıldan beri tekvando yapıyorum. Kendi çalışmalarıma gelince ise, Avustralya’da ilk merkezimizi 1982 yılında Marrickville’de açtık. Aradan geçen 31 yıldan bu yana yaklaşık 20 binin üzerinde öğrenci yetiştirdik. Bunların yaklaşık 1400 kadarı, siyah kuşak. Öğrencilerimizin %80’den fazlası, yabancı uyruklu insanlardan oluşuyor. Geri kalanı da kendi insanlarımızın çocukları. Bundan 15 yıl önce ise, tablo farklıydı. Yabancı ile Türk sayısı yarı yarıyaydı. Ayrıca, Avustralya’nın yerel medya kanallarında, çoğu programlarda, Akademiy olarak olarak danışmanlık hizmetini veriyoruz. Bu konuya ilgi duyanlar, internetten bizimle ilgili televizyon kanallarındaki görüntü ve faaliyetleri, web sitemizden. www.australianmartialarts.com.au takip edebilirler.
Şu anda hangi Dan’dasınız. Bildiğimiz kadarıyla, en yüksek Dan 9. Türkiye’de ve Avustralya’da sizin sahip olduğunuz dereceye sahip başka kimse var mı?
Dünya’da en yüksek Dan, 9 oluyor. Ben 8.Dan dayım. Avustralya’daki en yüksek kuşağa sahip Koreli hocaların dışında, en yüksek dan hocalarından biriyim. Sekizinci dana kadar geldim. En son basamak dokuz. İnşallah, 9.sunu da almak üzere Kore’ye gideceğim. Bildiğiniz gibi, bizim spor dalının dünyadaki merkezi Kore. Onun için 8. ve 9. dan için Kore’de imtihana girmek gerekiyor. Çok ağır bir imtihan. Kore’deki çok önemli hocaların gözetiminde, hem yazılı hem de haraketli sınav yapılıyor. Aynı zamanda Uluslararası Tekvando Hakemi ve NSW Tekvando Federasyonu’nun Müdür Yardımcısıyım.
Türkiye Tekvando Federasyonu’nda Dış İlişkilerden Sorumlu Danışman ve Menajer olarak görev yapıyorsunuz. Bu ilişki nasıl başladı?
1995 yılında Filipinlere dünya tekvando şampiyonasına katılmak üzere gitmiştim. Orada Türkiye Tekvando Milli Takımı’ndan bazı sporcu arkadaşlarla tanıştık. Tabii orada İngilizcede zorlandıklarını farkettimi. Onlara yardımcı olmaya başladım. Daha sonra bana milli takıma yardımcı olmam ve benim tecrübelerimden faydalanmak için birlikte çalışma teklifinde bulundular. Spor hayatım ile ilgili bütün her şeyi burada öğrendiğim için, Türkiye ile bu konuda herhangi bir bağlantım olmamıştı. Ancak her zaman kalbimizde Türkiye sevdası devam ediyordu. Filipinlerde milli takımda sporcu arkadaşlarla daha çok samimi olduk. Spor bizi birbirimize bağladı. Başkan Metin Şahin ile daha samimi olduk. İrtibatımızı kaybetmedik ve ileriki yıllarda da yardımcı olmaya devam ettim.
LONDRA OLİMPİYATLARI’NDA TEKVANDOCULARIMIZ YÜZÜMÜZÜ GÜLDÜRDÜ
Gönüllükten, resmiyete ne zaman geçiş yapıldı?
2004 yılında Metin Şahin, bana resmi olarak Milli Takım da görev teklifinde bulundu. Çünkü daha önce gönüllü olarak yardımcı oluyordum. Aynı zamanda da Metin Şahin, Dünya Tekvando Yönetim Kurulu’nda olduğu için toplantılara birlikte gidiyoruz.
Bir hayli zorlu geçen 2012 dünya olimpiyatlarında ilk madalyayı aldınız. O psikolojiden biraz bahseder misiniz. Nasıl bir ortamdı?
2012 Londra Olimpiyatları’nda bende tekvando takımının menajeri olarak görev yapıyordum. Çok heyecanlıydık. En iyi sporcular orada. Herkes sporcu. Türkiye açısından ilk günler çok iyi geçmedi. Çok strese girdik. Çünkü Spor Bakanımız Sayın Suat Kılıç dâhil herkesin bizden beklentisi altın madalya idi. Son günlere kadar bir tek güreş dalında bronz madalya alabilmiştik. İlk sporcumuz Servet Tazegül altın beklediğimiz kişiydi. Ve hakikaten de öyle oldu, yüzümüzü güldürdü. Türkiye’nin Tekvando da ilk altın madalyasını almış olduk. Bütün herkesle o sevinci paylaştık. Bu sevinci, sadece oradaki insanlar değil, başta ülkemizdeki 75 milyon olmak üzere Avustralya ve dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan soydaşlarımıza yaşattık. Türkiye’den Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanımızın eşi Hayrünnisa Gül hanımefendi ve bir çok yetkili bizi aradılar, tebrik ettiler. İkinci gün Nur Tatar kızımız finale kadar gelerek, Gümüş aldı. Üçüncü gün ise Bahri Tanrıkulu madalya maçını maalesef kaybetti. Ama üç sporcu ile katıldığımız olimpiyatlarda, yine de bu kadar sayıda madalya almak büyük bir olay. Çok büyük gurur oldu bizim için ve ülkemiz için.
Genel olarak, Türkiye’nin olimpiyatlarda spor dallarındaki durumu nedir? Türkiye’deki gençlerin tablosunu nasıl görüyorsunuz?
Türkiye adına çok ümitliyiz. Türkiye Milli Takımı alt yapısı çok güzel. Gençlere önem veriliyor. Bütün sporcular sadece sporcu olarak görülmüyor. Ailesi, eğitimi sosyal hayatı, maddi durumu akla gelebilecek her sorunu ile ilgileniyorlar. Futboldan sonra Türkiye’de revaçta olan ikinci spor Tekvando’dur. Yönetimdeki arkadaşları bu nedenle tebrik ediyorum. Türkiye’de Tekvando sporunun daha iyi yerlere geleceğini söyleyebilirim.
Güreş dalında Türkiye, önemli bir yere sahipti. Ama geçtiğimiz ay, alınan sürpriz bir kararla, olimpiyat yarışına artık giremeyecek.
Güreş dünyası, için çok üzücü bir olay. Çünkü güreş olimpiyatların ilk gününden beri var. Hiç beklenmedik bir sonuç. Tekvando’dan dolayı tedirginlik vardı bizde ama güreş hiç aklımıza gelmemişti. Türkiye içinde çok üzücü oldu. Türkiye’nin olimpiyatlar tarihinde en çok madalyası güreş sporundandı. Şimdi ise buradaki boşluğu tekvando ile kapatmaya çalışacağız.
1982 yılından bu yana kendi toplumumuzun insanlarını da eğitiyorsunuz. Bu kadar farklı bir kitleye hitap etmek muazzam bir olay. Çünkü bu yabancı öğrencileriniz, ülkemizin ve insanlarımızın da potansiyel birer dostu anlamını taşıyor. Bunun size yansımaları nasıl oluyor?
Tabii bu çok güzel bir duygu. Birçok genç yetiştirdik. Çok büyük faydasını gördüm. Yetiştirdiğim öğrencilerin içinde, doktor, avukat, mühendis, iş adamı ve değişik kategoride insanlar var. Çok farklı platformlarda karşılaşıyoruz. Bana karşı son derece saygılılar. Tabi ülkemiz ve toplumumuz adına önemli gelişmeler bunlar.
Peki, çok erken yaştan başlaması nedeniyle, öğrencilerin derslerine negatif yönde bir etkisi var mı?
Çocuğum liseye başladı derslerini etkiler düşüncesi bence yanlış. Tam tersi öğrencileri motive etmesi, saygılı ve ahlaklı olması, zamanı verimli kullanma, disiplin gibi açılardan gençlere daha çok faydası var diyebilirim. Kötü alışkanlıklardan uzak tutar. Daha doğrusu tüm spor dalları, her zaman faydalıdır.
Buraya ilk gelen jenerasyondansınız, aynı zamanda sürekli gençlerle meşgul olan onlarla iç içe yaşayan biri olarak, geçmişten bu yana, gençlerimizin Avustralya’da kazanımlarını ve kayıplarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk geldiğim yıllar da, çocukların üzerine fazla eğilemediğimiz için çok kayıp verdik diyebilirim. Çünkü anne, baba gece gündüz çalışıyordu. O eski yıllar da üniversiteye giden Türk genci bilmiyorduk. Şimdi ise gelecekten daha da umutluyum. Ama şunu da söylemeliyim; gençlerimiz Türkçeyi unutuyorlar. Şimdiki gençliğin hedefini, çalışmalarını takdir ediyorum. Ama bir araya geldiklerinde Türkçe konuşmalarını arzu ediyorum. Bir başkası Türkçe konuşulanları İngilizce tercüme etmek zorunda kalmasın. Türkçe gazeteleri okumalılar, TV kanallarını izlemeliler. Biz buradaki halka Türkçe kursları ile Türkçe öğretmeye çalışırken, kendi çocuklarımıza neden İngilizce tercüme etmek zorunda kalalım ki! Bu nedenle, eskiden çocuklarımız okuyamıyorlardı, ama kendi dillerini ve geleneklerini koruyorlardı. Şimdi ise, toplumumuz eğitime daha çok önem veriyor ama kendi ana dillerini muhafaza etme konusunda zorluk yaşanıyor.
TÜRK OKULLARI OLMASAYDI, BEN DE BUGÜN BURADA OLMAYABİLİRDİM
Avustralya’ya geldiğiniz günden bu yana, daha çok hangi yıllar aralığında gençlerimiz, bir takım kötü alışkanlıkların etkisinde kaldı?
Maalesef, 2015’li yıllarda en büyük kaybı vermeye başladık. 1990’lı yıllarda ise biz nereye gidiyoruz, ne yapmalıyız diye kıvranmaya başladık. Özel okullarımız açılmaya başlayınca, bu konuda daha da rahatladık. Ben kendimden örnek verecek olursam. Oğlum Hakan ortaokula başladığı zaman kafamdan, Avustralya’yı terk etmeyi geçiriyordum. Ve o niyetteydim. Çünkü çok kayıp verdik. Kimisi hapishanelere düştü, kimisi vefat etti. Kimisi esrar ve eroinin pençesine düştü. Bende hep bu üzücü olayları duydukça buradan ayrılmayı düşünüyordum. Ama eğitim gönüllüleri sağolsunlar, NSW’de açtıkları Şule Koleji, imdadıma yetişti. Şule Koleji’nin ilk talebesi de oğlum Hakan oldu. O okula başlayınca kendime ümit geldi. Çocuklarımıza sahip çıktılar. Eğer Türk okulları olmasaydı bende burada olmayabilirdim. Okullarımızdan çok memnunuz. Oğlum ve kızım Şule Koleji’nden mezun oldu. Kızım üniversitede öğretmenlik branşı ilgili bölüm okuyor. Bitirince belki de kendi mezun olduğu okula öğretmen olarak görev alacak. En küçük çocuğumda aynı okulda 6.sınıfda okuyor. Türk gençleri birbirleri ile tanışıyor ve Türk kültürünü tanıyarak büyüyorlar. Onun için herkese tavsiyem, bu kurumlara yaklaşımımızı ve eleştirilerimizi yaparken, toplumumuza kazanımlarını hiçbir zaman göz ardı etmesinler.
Toplumumuzun yaşadığı merkezlerden ülkeye değil, de Avustralya’dan kendi toplumumuzun oturduğu ortamlara bakarken neler görüyorsunuz? Ve beklentileriniz nelerdir?
İnsanlarımızdan öncelikli beklentilerim, çocukları ile daha fazla ilgilensinler ve eğitimlerine önem versinler. Geçmişte yaşanan hatalardan iyi ders çıkarsınlar. Avustralya’daki resmimize geniş baksınlar. Bakınız, kendi içimizde küçük bir toplumken, bugün Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağı dalgalanıyor, müzik ve şarkılarımız söyleniyor. Ve bir anda 30- 40 bin insanı bir arada toplayabiliyoruz. Türk Bayrağının Sydney şehir merkezinde dalgalanmasını görmek çok büyük bir gurur. Darling Harbour’a kaç defa sadece bayrağımızı seyretmek için gittim. Halkımız da bu düşünceyi benimsemeli diye düşünüyorum. Türk Bayrağını, Türk kimliğimizi en güzel şekilde nasıl temsil edebiliriz, bu düşünce de olmalıyız. Herkes kendi konumunda Türk kimliğini de vurgulamalı ve aynı zamanda yaşadığımız bu ülkeye de örnek insanlar olup, faydalı olmalıyız. Avustralya’daki resmimize geniş bakmalıyız, Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağını dalgalandırıp, 30-40 bin insanı toplamak önemli bir hadise.
Festivalden söz açılmışken, aynı zamanda Bayram Kültür Merkezi’nin de Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyorsunuz. 2.Festivali de geçen Pazar günü gerçekleştirdiniz. Duygularınızı ve size yansıyan mesajları alabilirmiyiz?
Geçen yıl, 3 aylık bir süre içinde hazırlık yapabilmiştik. Çok fazla süre olmadığı için kısa zamanda en iyisini yapmaya çalıştık ve bayağı büyük ses getirdi. Bu seneki organize biraz daha sağlıklı işledi ve çok daha güzel oldu. Tabii bu bir yönüyle ekip işi. Arkadaşlar adına her ne kadar biz ön planda gibi gözüksek de geride büyük bir fedakârlıkla gece, gündüz çalışanlar vardı. Büyük kahramanlar var. Bu festivallerin amacı Türk kültürünü bilmeyen diğer toplumlara, kendi kültürümüzü, mutfağımızı tanıtmak ve ayrıca toplumumuzu bu festival çatısı altında buluşturmaktı. Bunda da başarılı olduk zannediyorum. Biz çok memnun kaldık. Özellikle kendi toplumumuzdan olsun diğer farklı milletlerden tanıdıklar olsun, tebrik ve teşekkürlerini ilettiler bizlere. Çok duygulandım, içimden ağlamak geliyor diyenler vardı. Protokoldeki davetlilerimiz de konuşmalarını yapıp ayrılırken, tebrik ettiler.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Zaman Avustralya Gazetesi’ni 17.Yılı dolayısıyla ve almış olduğu Başbakanlık Çokkültürülük Medya ödülü nedeniyle tebrik ederim. Bu çok önemli bir durum. Türk toplumunun adeta nabzını tutuyorsunuz. Ayrıca buradaki politikacıların toplumumuz ile ilgili düşüncelerini bizlere aktarıyorsunuz. Benim de çok önemsediğim renk uyumu ve tasarımı çok hoşuma gidiyor.
Yakın zamanlara kadar, kendi halimizde bir toplumken, bugün Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağı dalgalanıyor, müzik ve şarkılarımız söyleniyor. Onun için Avustralya’daki resmimize geniş bakmalıyız, Sydney’in kalbinde bayrağımızı dalgalandırıp, 30-40 bin insanı bir araya toplamak önemli hadise” dedi.
Rıdvan Manav, diğer soydaşlarımız gibi, o da 2015’li yıllarda Avustralya’ya gelenlerden. 37 yıldan bu yana devam ettirdiği bu spora, 31 yıldan bu yana hocalık yapıyor. Ve 20 bine yakın tekvandocu öğrenci yetiştirdi. Bunun diğer bir anlamı, 20 bin genci, olabilecek kötü alışkanlıklardan koruyarak, spor gibi önemli ve birleştirici iştigal alanına sev ketmiş. 1982 yılında kendi ismini verdiği Rıdvan’s Tekvando Akademisi’ni kurmuş. Şimdi ise akademi ‘Australian Martial Arts’ ismi ile hizmet vermeye devam ediyor. İlk yıllarda daha çok kendi toplumumuzun gençlerine hitap etmiş. Ama aradan geçen süreden sonra, NSW’in diğer farklı toplumlarına da, tekvando akademisinin kapılarını açmış. Akademi, şimdiye kadar çok önemli fonksiyonları yerine getirdi. Bu spor ocağında, yetişen 20 bin insana sadece tekvando öğretilmemiş, aynı zamanda ülkemizi, kültürümüzü ve yemeklerimizi seven geniş bir ’dost kitlesi’ oluşmuş. Rıdvan hoca, oğlu Hakan, işletme fakültesini bitirmesine rağmen ‘Baba mesleği ’ne sevk etmiş durumda. Kızı Buşra’yı ise, yine insanları yetiştirmeninin ana kaynağı olan öğretmenlik mesleğine yönlendirmiş. Hatta mezun olduğu Şule Koleji’nde öğretmenlik yapmasını arzu ediyor. Tekvando Akademisi, adeta bir aile şirketi gibi; aile fertlerinin de katkılarıyla, tüm sporseverlere hizmet vermeyi asıl hedef edinmiş. Rıdvan hoca, sahip olduğu bu tecrübe ve birikimi, aynı zamanda Avustralya sınırlarının dışına taşırmış durumda. Ve aynı zamanda, Avustralya’da gerçekleşen veya medyada yer alan Uzakdoğu sporlarıyla ilgili, tüm medya kuruluşları ve diğer kurumlar, danışmanlık konusunda bizim Akademiden destek alıyorlar. Avustralya’nın dışında yaşanan tüm tekvando müsabakalarıyla ilgili, NSW Tekvando Federasyonu Müdür Yardımcılığının yanında, Türkiye’nin de Tekvando Federasyonu Yurtdışı Danışmanlığı ve Menajerliği görevini halan yürütmekte. En son ‘Londra 2012 Dünya Olimpiyatları’na katıldı. Londra’da Türkiye’nin ilk altın madalyasının da tekvandodan gelmesine vesile oldu. Türk toplumu olarak, gençlerimizin önemli maddi ve manevi kayıplar verdiğini belirten Manav, o dönemde genç neslin bir takım yanlış ve kötü alışkanlıklara maruz kalmasının, bir baba ve aynı zamanda spor hocası olarak, kendisini çok etkilediğini belirtiyor. Öyle ki, büyük oğlunun devlet okuluna başlamasıyla, kafasında Avustralya’yı terk etmeyi bile düşünmüş. Türkiye Tekvando Federasyonu’nun Dış İlişkilerden Sorumlu Danışmanı ve Olimpiyat Takım Menajeri, NSW Tekvando Federasyonu Müdür Yardımcısı ve Bayram Kültür Merkezi Başkanı olan Rıdvan Manav; bu süreçte adeta bir Hızır gibi yetişen Şule Koleji’ne olan minnetini şu ifadelerle belirtiyor, “Gençlerimizin kimisi hapishane, kimi esrar ve eroin belasına yakasını kaptırdığı için çok üzülüyordum. Ve burayı terk etmeyi düşünmüştüm. Ama NSW’de açılan Şule Koleji, imdadıma yetişti. Şule Koleji’nin ilk talebesi de oğlum Hakan oldu. O okula başlayınca kendime ümit geldi. Çocuklarımıza sahip çıktılar. Eğer Türk okulları olmasaydı bende şimdi burada olmayabilirdim.”
Kendi işiniz, resmi göreviniz ve gönüllü olarak yaptığınız görevleri de sayarsak, spor ve kültürel birçok faaliyetin içerisindesiniz. Toplumumuz sizi çok iyi tanımakla birlikte, ‘Tekvando hocası Rıdvan Manav’ı biraz daha ayrıntılı tanıyabilir miyiz?
2015’li yıllarda Avustralya’ya geldim. Lise eğitiminin hemen ardından, Judo yapmaya başladım. Aynı zamanda boks dersleri aldım. Tekvandoya ise 1976’da başladım. 1982 yılında Rıdvan’s Tekvando Akademisi’ni kurdum. 1991 yılında ise; Avustralya Tekvando Akademisi’ni kurduk. Kısacası 37 yıldan beri tekvando yapıyorum. Kendi çalışmalarıma gelince ise, Avustralya’da ilk merkezimizi 1982 yılında Marrickville’de açtık. Aradan geçen 31 yıldan bu yana yaklaşık 20 binin üzerinde öğrenci yetiştirdik. Bunların yaklaşık 1400 kadarı, siyah kuşak. Öğrencilerimizin %80’den fazlası, yabancı uyruklu insanlardan oluşuyor. Geri kalanı da kendi insanlarımızın çocukları. Bundan 15 yıl önce ise, tablo farklıydı. Yabancı ile Türk sayısı yarı yarıyaydı. Ayrıca, Avustralya’nın yerel medya kanallarında, çoğu programlarda, Akademiy olarak olarak danışmanlık hizmetini veriyoruz. Bu konuya ilgi duyanlar, internetten bizimle ilgili televizyon kanallarındaki görüntü ve faaliyetleri, web sitemizden. www.australianmartialarts.com.au takip edebilirler.
Şu anda hangi Dan’dasınız. Bildiğimiz kadarıyla, en yüksek Dan 9. Türkiye’de ve Avustralya’da sizin sahip olduğunuz dereceye sahip başka kimse var mı?
Dünya’da en yüksek Dan, 9 oluyor. Ben 8.Dan dayım. Avustralya’daki en yüksek kuşağa sahip Koreli hocaların dışında, en yüksek dan hocalarından biriyim. Sekizinci dana kadar geldim. En son basamak dokuz. İnşallah, 9.sunu da almak üzere Kore’ye gideceğim. Bildiğiniz gibi, bizim spor dalının dünyadaki merkezi Kore. Onun için 8. ve 9. dan için Kore’de imtihana girmek gerekiyor. Çok ağır bir imtihan. Kore’deki çok önemli hocaların gözetiminde, hem yazılı hem de haraketli sınav yapılıyor. Aynı zamanda Uluslararası Tekvando Hakemi ve NSW Tekvando Federasyonu’nun Müdür Yardımcısıyım.
Türkiye Tekvando Federasyonu’nda Dış İlişkilerden Sorumlu Danışman ve Menajer olarak görev yapıyorsunuz. Bu ilişki nasıl başladı?
1995 yılında Filipinlere dünya tekvando şampiyonasına katılmak üzere gitmiştim. Orada Türkiye Tekvando Milli Takımı’ndan bazı sporcu arkadaşlarla tanıştık. Tabii orada İngilizcede zorlandıklarını farkettimi. Onlara yardımcı olmaya başladım. Daha sonra bana milli takıma yardımcı olmam ve benim tecrübelerimden faydalanmak için birlikte çalışma teklifinde bulundular. Spor hayatım ile ilgili bütün her şeyi burada öğrendiğim için, Türkiye ile bu konuda herhangi bir bağlantım olmamıştı. Ancak her zaman kalbimizde Türkiye sevdası devam ediyordu. Filipinlerde milli takımda sporcu arkadaşlarla daha çok samimi olduk. Spor bizi birbirimize bağladı. Başkan Metin Şahin ile daha samimi olduk. İrtibatımızı kaybetmedik ve ileriki yıllarda da yardımcı olmaya devam ettim.
LONDRA OLİMPİYATLARI’NDA TEKVANDOCULARIMIZ YÜZÜMÜZÜ GÜLDÜRDÜ
Gönüllükten, resmiyete ne zaman geçiş yapıldı?
2004 yılında Metin Şahin, bana resmi olarak Milli Takım da görev teklifinde bulundu. Çünkü daha önce gönüllü olarak yardımcı oluyordum. Aynı zamanda da Metin Şahin, Dünya Tekvando Yönetim Kurulu’nda olduğu için toplantılara birlikte gidiyoruz.
Bir hayli zorlu geçen 2012 dünya olimpiyatlarında ilk madalyayı aldınız. O psikolojiden biraz bahseder misiniz. Nasıl bir ortamdı?
2012 Londra Olimpiyatları’nda bende tekvando takımının menajeri olarak görev yapıyordum. Çok heyecanlıydık. En iyi sporcular orada. Herkes sporcu. Türkiye açısından ilk günler çok iyi geçmedi. Çok strese girdik. Çünkü Spor Bakanımız Sayın Suat Kılıç dâhil herkesin bizden beklentisi altın madalya idi. Son günlere kadar bir tek güreş dalında bronz madalya alabilmiştik. İlk sporcumuz Servet Tazegül altın beklediğimiz kişiydi. Ve hakikaten de öyle oldu, yüzümüzü güldürdü. Türkiye’nin Tekvando da ilk altın madalyasını almış olduk. Bütün herkesle o sevinci paylaştık. Bu sevinci, sadece oradaki insanlar değil, başta ülkemizdeki 75 milyon olmak üzere Avustralya ve dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan soydaşlarımıza yaşattık. Türkiye’den Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanımızın eşi Hayrünnisa Gül hanımefendi ve bir çok yetkili bizi aradılar, tebrik ettiler. İkinci gün Nur Tatar kızımız finale kadar gelerek, Gümüş aldı. Üçüncü gün ise Bahri Tanrıkulu madalya maçını maalesef kaybetti. Ama üç sporcu ile katıldığımız olimpiyatlarda, yine de bu kadar sayıda madalya almak büyük bir olay. Çok büyük gurur oldu bizim için ve ülkemiz için.
Genel olarak, Türkiye’nin olimpiyatlarda spor dallarındaki durumu nedir? Türkiye’deki gençlerin tablosunu nasıl görüyorsunuz?
Türkiye adına çok ümitliyiz. Türkiye Milli Takımı alt yapısı çok güzel. Gençlere önem veriliyor. Bütün sporcular sadece sporcu olarak görülmüyor. Ailesi, eğitimi sosyal hayatı, maddi durumu akla gelebilecek her sorunu ile ilgileniyorlar. Futboldan sonra Türkiye’de revaçta olan ikinci spor Tekvando’dur. Yönetimdeki arkadaşları bu nedenle tebrik ediyorum. Türkiye’de Tekvando sporunun daha iyi yerlere geleceğini söyleyebilirim.
Güreş dalında Türkiye, önemli bir yere sahipti. Ama geçtiğimiz ay, alınan sürpriz bir kararla, olimpiyat yarışına artık giremeyecek.
Güreş dünyası, için çok üzücü bir olay. Çünkü güreş olimpiyatların ilk gününden beri var. Hiç beklenmedik bir sonuç. Tekvando’dan dolayı tedirginlik vardı bizde ama güreş hiç aklımıza gelmemişti. Türkiye içinde çok üzücü oldu. Türkiye’nin olimpiyatlar tarihinde en çok madalyası güreş sporundandı. Şimdi ise buradaki boşluğu tekvando ile kapatmaya çalışacağız.
1982 yılından bu yana kendi toplumumuzun insanlarını da eğitiyorsunuz. Bu kadar farklı bir kitleye hitap etmek muazzam bir olay. Çünkü bu yabancı öğrencileriniz, ülkemizin ve insanlarımızın da potansiyel birer dostu anlamını taşıyor. Bunun size yansımaları nasıl oluyor?
Tabii bu çok güzel bir duygu. Birçok genç yetiştirdik. Çok büyük faydasını gördüm. Yetiştirdiğim öğrencilerin içinde, doktor, avukat, mühendis, iş adamı ve değişik kategoride insanlar var. Çok farklı platformlarda karşılaşıyoruz. Bana karşı son derece saygılılar. Tabi ülkemiz ve toplumumuz adına önemli gelişmeler bunlar.
Peki, çok erken yaştan başlaması nedeniyle, öğrencilerin derslerine negatif yönde bir etkisi var mı?
Çocuğum liseye başladı derslerini etkiler düşüncesi bence yanlış. Tam tersi öğrencileri motive etmesi, saygılı ve ahlaklı olması, zamanı verimli kullanma, disiplin gibi açılardan gençlere daha çok faydası var diyebilirim. Kötü alışkanlıklardan uzak tutar. Daha doğrusu tüm spor dalları, her zaman faydalıdır.
Buraya ilk gelen jenerasyondansınız, aynı zamanda sürekli gençlerle meşgul olan onlarla iç içe yaşayan biri olarak, geçmişten bu yana, gençlerimizin Avustralya’da kazanımlarını ve kayıplarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk geldiğim yıllar da, çocukların üzerine fazla eğilemediğimiz için çok kayıp verdik diyebilirim. Çünkü anne, baba gece gündüz çalışıyordu. O eski yıllar da üniversiteye giden Türk genci bilmiyorduk. Şimdi ise gelecekten daha da umutluyum. Ama şunu da söylemeliyim; gençlerimiz Türkçeyi unutuyorlar. Şimdiki gençliğin hedefini, çalışmalarını takdir ediyorum. Ama bir araya geldiklerinde Türkçe konuşmalarını arzu ediyorum. Bir başkası Türkçe konuşulanları İngilizce tercüme etmek zorunda kalmasın. Türkçe gazeteleri okumalılar, TV kanallarını izlemeliler. Biz buradaki halka Türkçe kursları ile Türkçe öğretmeye çalışırken, kendi çocuklarımıza neden İngilizce tercüme etmek zorunda kalalım ki! Bu nedenle, eskiden çocuklarımız okuyamıyorlardı, ama kendi dillerini ve geleneklerini koruyorlardı. Şimdi ise, toplumumuz eğitime daha çok önem veriyor ama kendi ana dillerini muhafaza etme konusunda zorluk yaşanıyor.
TÜRK OKULLARI OLMASAYDI, BEN DE BUGÜN BURADA OLMAYABİLİRDİM
Avustralya’ya geldiğiniz günden bu yana, daha çok hangi yıllar aralığında gençlerimiz, bir takım kötü alışkanlıkların etkisinde kaldı?
Maalesef, 2015’li yıllarda en büyük kaybı vermeye başladık. 1990’lı yıllarda ise biz nereye gidiyoruz, ne yapmalıyız diye kıvranmaya başladık. Özel okullarımız açılmaya başlayınca, bu konuda daha da rahatladık. Ben kendimden örnek verecek olursam. Oğlum Hakan ortaokula başladığı zaman kafamdan, Avustralya’yı terk etmeyi geçiriyordum. Ve o niyetteydim. Çünkü çok kayıp verdik. Kimisi hapishanelere düştü, kimisi vefat etti. Kimisi esrar ve eroinin pençesine düştü. Bende hep bu üzücü olayları duydukça buradan ayrılmayı düşünüyordum. Ama eğitim gönüllüleri sağolsunlar, NSW’de açtıkları Şule Koleji, imdadıma yetişti. Şule Koleji’nin ilk talebesi de oğlum Hakan oldu. O okula başlayınca kendime ümit geldi. Çocuklarımıza sahip çıktılar. Eğer Türk okulları olmasaydı bende burada olmayabilirdim. Okullarımızdan çok memnunuz. Oğlum ve kızım Şule Koleji’nden mezun oldu. Kızım üniversitede öğretmenlik branşı ilgili bölüm okuyor. Bitirince belki de kendi mezun olduğu okula öğretmen olarak görev alacak. En küçük çocuğumda aynı okulda 6.sınıfda okuyor. Türk gençleri birbirleri ile tanışıyor ve Türk kültürünü tanıyarak büyüyorlar. Onun için herkese tavsiyem, bu kurumlara yaklaşımımızı ve eleştirilerimizi yaparken, toplumumuza kazanımlarını hiçbir zaman göz ardı etmesinler.
Toplumumuzun yaşadığı merkezlerden ülkeye değil, de Avustralya’dan kendi toplumumuzun oturduğu ortamlara bakarken neler görüyorsunuz? Ve beklentileriniz nelerdir?
İnsanlarımızdan öncelikli beklentilerim, çocukları ile daha fazla ilgilensinler ve eğitimlerine önem versinler. Geçmişte yaşanan hatalardan iyi ders çıkarsınlar. Avustralya’daki resmimize geniş baksınlar. Bakınız, kendi içimizde küçük bir toplumken, bugün Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağı dalgalanıyor, müzik ve şarkılarımız söyleniyor. Ve bir anda 30- 40 bin insanı bir arada toplayabiliyoruz. Türk Bayrağının Sydney şehir merkezinde dalgalanmasını görmek çok büyük bir gurur. Darling Harbour’a kaç defa sadece bayrağımızı seyretmek için gittim. Halkımız da bu düşünceyi benimsemeli diye düşünüyorum. Türk Bayrağını, Türk kimliğimizi en güzel şekilde nasıl temsil edebiliriz, bu düşünce de olmalıyız. Herkes kendi konumunda Türk kimliğini de vurgulamalı ve aynı zamanda yaşadığımız bu ülkeye de örnek insanlar olup, faydalı olmalıyız. Avustralya’daki resmimize geniş bakmalıyız, Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağını dalgalandırıp, 30-40 bin insanı toplamak önemli bir hadise.
Festivalden söz açılmışken, aynı zamanda Bayram Kültür Merkezi’nin de Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyorsunuz. 2.Festivali de geçen Pazar günü gerçekleştirdiniz. Duygularınızı ve size yansıyan mesajları alabilirmiyiz?
Geçen yıl, 3 aylık bir süre içinde hazırlık yapabilmiştik. Çok fazla süre olmadığı için kısa zamanda en iyisini yapmaya çalıştık ve bayağı büyük ses getirdi. Bu seneki organize biraz daha sağlıklı işledi ve çok daha güzel oldu. Tabii bu bir yönüyle ekip işi. Arkadaşlar adına her ne kadar biz ön planda gibi gözüksek de geride büyük bir fedakârlıkla gece, gündüz çalışanlar vardı. Büyük kahramanlar var. Bu festivallerin amacı Türk kültürünü bilmeyen diğer toplumlara, kendi kültürümüzü, mutfağımızı tanıtmak ve ayrıca toplumumuzu bu festival çatısı altında buluşturmaktı. Bunda da başarılı olduk zannediyorum. Biz çok memnun kaldık. Özellikle kendi toplumumuzdan olsun diğer farklı milletlerden tanıdıklar olsun, tebrik ve teşekkürlerini ilettiler bizlere. Çok duygulandım, içimden ağlamak geliyor diyenler vardı. Protokoldeki davetlilerimiz de konuşmalarını yapıp ayrılırken, tebrik ettiler.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Zaman Avustralya Gazetesi’ni 17.Yılı dolayısıyla ve almış olduğu Başbakanlık Çokkültürülük Medya ödülü nedeniyle tebrik ederim. Bu çok önemli bir durum. Türk toplumunun adeta nabzını tutuyorsunuz. Ayrıca buradaki politikacıların toplumumuz ile ilgili düşüncelerini bizlere aktarıyorsunuz. Benim de çok önemsediğim renk uyumu ve tasarımı çok hoşuma gidiyor.
Yakın zamanlara kadar, kendi halimizde bir toplumken, bugün Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağı dalgalanıyor, müzik ve şarkılarımız söyleniyor. Onun için Avustralya’daki resmimize geniş bakmalıyız, Sydney’in kalbinde bayrağımızı dalgalandırıp, 30-40 bin insanı bir araya toplamak önemli hadise” dedi.
Rıdvan Manav, diğer soydaşlarımız gibi, o da 2015’li yıllarda Avustralya’ya gelenlerden. 37 yıldan bu yana devam ettirdiği bu spora, 31 yıldan bu yana hocalık yapıyor. Ve 20 bine yakın tekvandocu öğrenci yetiştirdi. Bunun diğer bir anlamı, 20 bin genci, olabilecek kötü alışkanlıklardan koruyarak, spor gibi önemli ve birleştirici iştigal alanına sev ketmiş. 1982 yılında kendi ismini verdiği Rıdvan’s Tekvando Akademisi’ni kurmuş. Şimdi ise akademi ‘Australian Martial Arts’ ismi ile hizmet vermeye devam ediyor. İlk yıllarda daha çok kendi toplumumuzun gençlerine hitap etmiş. Ama aradan geçen süreden sonra, NSW’in diğer farklı toplumlarına da, tekvando akademisinin kapılarını açmış. Akademi, şimdiye kadar çok önemli fonksiyonları yerine getirdi. Bu spor ocağında, yetişen 20 bin insana sadece tekvando öğretilmemiş, aynı zamanda ülkemizi, kültürümüzü ve yemeklerimizi seven geniş bir ’dost kitlesi’ oluşmuş. Rıdvan hoca, oğlu Hakan, işletme fakültesini bitirmesine rağmen ‘Baba mesleği ’ne sevk etmiş durumda. Kızı Buşra’yı ise, yine insanları yetiştirmeninin ana kaynağı olan öğretmenlik mesleğine yönlendirmiş. Hatta mezun olduğu Şule Koleji’nde öğretmenlik yapmasını arzu ediyor. Tekvando Akademisi, adeta bir aile şirketi gibi; aile fertlerinin de katkılarıyla, tüm sporseverlere hizmet vermeyi asıl hedef edinmiş. Rıdvan hoca, sahip olduğu bu tecrübe ve birikimi, aynı zamanda Avustralya sınırlarının dışına taşırmış durumda. Ve aynı zamanda, Avustralya’da gerçekleşen veya medyada yer alan Uzakdoğu sporlarıyla ilgili, tüm medya kuruluşları ve diğer kurumlar, danışmanlık konusunda bizim Akademiden destek alıyorlar. Avustralya’nın dışında yaşanan tüm tekvando müsabakalarıyla ilgili, NSW Tekvando Federasyonu Müdür Yardımcılığının yanında, Türkiye’nin de Tekvando Federasyonu Yurtdışı Danışmanlığı ve Menajerliği görevini halan yürütmekte. En son ‘Londra 2012 Dünya Olimpiyatları’na katıldı. Londra’da Türkiye’nin ilk altın madalyasının da tekvandodan gelmesine vesile oldu. Türk toplumu olarak, gençlerimizin önemli maddi ve manevi kayıplar verdiğini belirten Manav, o dönemde genç neslin bir takım yanlış ve kötü alışkanlıklara maruz kalmasının, bir baba ve aynı zamanda spor hocası olarak, kendisini çok etkilediğini belirtiyor. Öyle ki, büyük oğlunun devlet okuluna başlamasıyla, kafasında Avustralya’yı terk etmeyi bile düşünmüş. Türkiye Tekvando Federasyonu’nun Dış İlişkilerden Sorumlu Danışmanı ve Olimpiyat Takım Menajeri, NSW Tekvando Federasyonu Müdür Yardımcısı ve Bayram Kültür Merkezi Başkanı olan Rıdvan Manav; bu süreçte adeta bir Hızır gibi yetişen Şule Koleji’ne olan minnetini şu ifadelerle belirtiyor, “Gençlerimizin kimisi hapishane, kimi esrar ve eroin belasına yakasını kaptırdığı için çok üzülüyordum. Ve burayı terk etmeyi düşünmüştüm. Ama NSW’de açılan Şule Koleji, imdadıma yetişti. Şule Koleji’nin ilk talebesi de oğlum Hakan oldu. O okula başlayınca kendime ümit geldi. Çocuklarımıza sahip çıktılar. Eğer Türk okulları olmasaydı bende şimdi burada olmayabilirdim.”
Kendi işiniz, resmi göreviniz ve gönüllü olarak yaptığınız görevleri de sayarsak, spor ve kültürel birçok faaliyetin içerisindesiniz. Toplumumuz sizi çok iyi tanımakla birlikte, ‘Tekvando hocası Rıdvan Manav’ı biraz daha ayrıntılı tanıyabilir miyiz?
2015’li yıllarda Avustralya’ya geldim. Lise eğitiminin hemen ardından, Judo yapmaya başladım. Aynı zamanda boks dersleri aldım. Tekvandoya ise 1976’da başladım. 1982 yılında Rıdvan’s Tekvando Akademisi’ni kurdum. 1991 yılında ise; Avustralya Tekvando Akademisi’ni kurduk. Kısacası 37 yıldan beri tekvando yapıyorum. Kendi çalışmalarıma gelince ise, Avustralya’da ilk merkezimizi 1982 yılında Marrickville’de açtık. Aradan geçen 31 yıldan bu yana yaklaşık 20 binin üzerinde öğrenci yetiştirdik. Bunların yaklaşık 1400 kadarı, siyah kuşak. Öğrencilerimizin %80’den fazlası, yabancı uyruklu insanlardan oluşuyor. Geri kalanı da kendi insanlarımızın çocukları. Bundan 15 yıl önce ise, tablo farklıydı. Yabancı ile Türk sayısı yarı yarıyaydı. Ayrıca, Avustralya’nın yerel medya kanallarında, çoğu programlarda, Akademiy olarak olarak danışmanlık hizmetini veriyoruz. Bu konuya ilgi duyanlar, internetten bizimle ilgili televizyon kanallarındaki görüntü ve faaliyetleri, web sitemizden. www.australianmartialarts.com.au takip edebilirler.
Şu anda hangi Dan’dasınız. Bildiğimiz kadarıyla, en yüksek Dan 9. Türkiye’de ve Avustralya’da sizin sahip olduğunuz dereceye sahip başka kimse var mı?
Dünya’da en yüksek Dan, 9 oluyor. Ben 8.Dan dayım. Avustralya’daki en yüksek kuşağa sahip Koreli hocaların dışında, en yüksek dan hocalarından biriyim. Sekizinci dana kadar geldim. En son basamak dokuz. İnşallah, 9.sunu da almak üzere Kore’ye gideceğim. Bildiğiniz gibi, bizim spor dalının dünyadaki merkezi Kore. Onun için 8. ve 9. dan için Kore’de imtihana girmek gerekiyor. Çok ağır bir imtihan. Kore’deki çok önemli hocaların gözetiminde, hem yazılı hem de haraketli sınav yapılıyor. Aynı zamanda Uluslararası Tekvando Hakemi ve NSW Tekvando Federasyonu’nun Müdür Yardımcısıyım.
Türkiye Tekvando Federasyonu’nda Dış İlişkilerden Sorumlu Danışman ve Menajer olarak görev yapıyorsunuz. Bu ilişki nasıl başladı?
1995 yılında Filipinlere dünya tekvando şampiyonasına katılmak üzere gitmiştim. Orada Türkiye Tekvando Milli Takımı’ndan bazı sporcu arkadaşlarla tanıştık. Tabii orada İngilizcede zorlandıklarını farkettimi. Onlara yardımcı olmaya başladım. Daha sonra bana milli takıma yardımcı olmam ve benim tecrübelerimden faydalanmak için birlikte çalışma teklifinde bulundular. Spor hayatım ile ilgili bütün her şeyi burada öğrendiğim için, Türkiye ile bu konuda herhangi bir bağlantım olmamıştı. Ancak her zaman kalbimizde Türkiye sevdası devam ediyordu. Filipinlerde milli takımda sporcu arkadaşlarla daha çok samimi olduk. Spor bizi birbirimize bağladı. Başkan Metin Şahin ile daha samimi olduk. İrtibatımızı kaybetmedik ve ileriki yıllarda da yardımcı olmaya devam ettim.
LONDRA OLİMPİYATLARI’NDA TEKVANDOCULARIMIZ YÜZÜMÜZÜ GÜLDÜRDÜ
Gönüllükten, resmiyete ne zaman geçiş yapıldı?
2004 yılında Metin Şahin, bana resmi olarak Milli Takım da görev teklifinde bulundu. Çünkü daha önce gönüllü olarak yardımcı oluyordum. Aynı zamanda da Metin Şahin, Dünya Tekvando Yönetim Kurulu’nda olduğu için toplantılara birlikte gidiyoruz.
Bir hayli zorlu geçen 2012 dünya olimpiyatlarında ilk madalyayı aldınız. O psikolojiden biraz bahseder misiniz. Nasıl bir ortamdı?
2012 Londra Olimpiyatları’nda bende tekvando takımının menajeri olarak görev yapıyordum. Çok heyecanlıydık. En iyi sporcular orada. Herkes sporcu. Türkiye açısından ilk günler çok iyi geçmedi. Çok strese girdik. Çünkü Spor Bakanımız Sayın Suat Kılıç dâhil herkesin bizden beklentisi altın madalya idi. Son günlere kadar bir tek güreş dalında bronz madalya alabilmiştik. İlk sporcumuz Servet Tazegül altın beklediğimiz kişiydi. Ve hakikaten de öyle oldu, yüzümüzü güldürdü. Türkiye’nin Tekvando da ilk altın madalyasını almış olduk. Bütün herkesle o sevinci paylaştık. Bu sevinci, sadece oradaki insanlar değil, başta ülkemizdeki 75 milyon olmak üzere Avustralya ve dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan soydaşlarımıza yaşattık. Türkiye’den Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanımızın eşi Hayrünnisa Gül hanımefendi ve bir çok yetkili bizi aradılar, tebrik ettiler. İkinci gün Nur Tatar kızımız finale kadar gelerek, Gümüş aldı. Üçüncü gün ise Bahri Tanrıkulu madalya maçını maalesef kaybetti. Ama üç sporcu ile katıldığımız olimpiyatlarda, yine de bu kadar sayıda madalya almak büyük bir olay. Çok büyük gurur oldu bizim için ve ülkemiz için.
Genel olarak, Türkiye’nin olimpiyatlarda spor dallarındaki durumu nedir? Türkiye’deki gençlerin tablosunu nasıl görüyorsunuz?
Türkiye adına çok ümitliyiz. Türkiye Milli Takımı alt yapısı çok güzel. Gençlere önem veriliyor. Bütün sporcular sadece sporcu olarak görülmüyor. Ailesi, eğitimi sosyal hayatı, maddi durumu akla gelebilecek her sorunu ile ilgileniyorlar. Futboldan sonra Türkiye’de revaçta olan ikinci spor Tekvando’dur. Yönetimdeki arkadaşları bu nedenle tebrik ediyorum. Türkiye’de Tekvando sporunun daha iyi yerlere geleceğini söyleyebilirim.
Güreş dalında Türkiye, önemli bir yere sahipti. Ama geçtiğimiz ay, alınan sürpriz bir kararla, olimpiyat yarışına artık giremeyecek.
Güreş dünyası, için çok üzücü bir olay. Çünkü güreş olimpiyatların ilk gününden beri var. Hiç beklenmedik bir sonuç. Tekvando’dan dolayı tedirginlik vardı bizde ama güreş hiç aklımıza gelmemişti. Türkiye içinde çok üzücü oldu. Türkiye’nin olimpiyatlar tarihinde en çok madalyası güreş sporundandı. Şimdi ise buradaki boşluğu tekvando ile kapatmaya çalışacağız.
1982 yılından bu yana kendi toplumumuzun insanlarını da eğitiyorsunuz. Bu kadar farklı bir kitleye hitap etmek muazzam bir olay. Çünkü bu yabancı öğrencileriniz, ülkemizin ve insanlarımızın da potansiyel birer dostu anlamını taşıyor. Bunun size yansımaları nasıl oluyor?
Tabii bu çok güzel bir duygu. Birçok genç yetiştirdik. Çok büyük faydasını gördüm. Yetiştirdiğim öğrencilerin içinde, doktor, avukat, mühendis, iş adamı ve değişik kategoride insanlar var. Çok farklı platformlarda karşılaşıyoruz. Bana karşı son derece saygılılar. Tabi ülkemiz ve toplumumuz adına önemli gelişmeler bunlar.
Peki, çok erken yaştan başlaması nedeniyle, öğrencilerin derslerine negatif yönde bir etkisi var mı?
Çocuğum liseye başladı derslerini etkiler düşüncesi bence yanlış. Tam tersi öğrencileri motive etmesi, saygılı ve ahlaklı olması, zamanı verimli kullanma, disiplin gibi açılardan gençlere daha çok faydası var diyebilirim. Kötü alışkanlıklardan uzak tutar. Daha doğrusu tüm spor dalları, her zaman faydalıdır.
Buraya ilk gelen jenerasyondansınız, aynı zamanda sürekli gençlerle meşgul olan onlarla iç içe yaşayan biri olarak, geçmişten bu yana, gençlerimizin Avustralya’da kazanımlarını ve kayıplarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk geldiğim yıllar da, çocukların üzerine fazla eğilemediğimiz için çok kayıp verdik diyebilirim. Çünkü anne, baba gece gündüz çalışıyordu. O eski yıllar da üniversiteye giden Türk genci bilmiyorduk. Şimdi ise gelecekten daha da umutluyum. Ama şunu da söylemeliyim; gençlerimiz Türkçeyi unutuyorlar. Şimdiki gençliğin hedefini, çalışmalarını takdir ediyorum. Ama bir araya geldiklerinde Türkçe konuşmalarını arzu ediyorum. Bir başkası Türkçe konuşulanları İngilizce tercüme etmek zorunda kalmasın. Türkçe gazeteleri okumalılar, TV kanallarını izlemeliler. Biz buradaki halka Türkçe kursları ile Türkçe öğretmeye çalışırken, kendi çocuklarımıza neden İngilizce tercüme etmek zorunda kalalım ki! Bu nedenle, eskiden çocuklarımız okuyamıyorlardı, ama kendi dillerini ve geleneklerini koruyorlardı. Şimdi ise, toplumumuz eğitime daha çok önem veriyor ama kendi ana dillerini muhafaza etme konusunda zorluk yaşanıyor.
TÜRK OKULLARI OLMASAYDI, BEN DE BUGÜN BURADA OLMAYABİLİRDİM
Avustralya’ya geldiğiniz günden bu yana, daha çok hangi yıllar aralığında gençlerimiz, bir takım kötü alışkanlıkların etkisinde kaldı?
Maalesef, 2015’li yıllarda en büyük kaybı vermeye başladık. 1990’lı yıllarda ise biz nereye gidiyoruz, ne yapmalıyız diye kıvranmaya başladık. Özel okullarımız açılmaya başlayınca, bu konuda daha da rahatladık. Ben kendimden örnek verecek olursam. Oğlum Hakan ortaokula başladığı zaman kafamdan, Avustralya’yı terk etmeyi geçiriyordum. Ve o niyetteydim. Çünkü çok kayıp verdik. Kimisi hapishanelere düştü, kimisi vefat etti. Kimisi esrar ve eroinin pençesine düştü. Bende hep bu üzücü olayları duydukça buradan ayrılmayı düşünüyordum. Ama eğitim gönüllüleri sağolsunlar, NSW’de açtıkları Şule Koleji, imdadıma yetişti. Şule Koleji’nin ilk talebesi de oğlum Hakan oldu. O okula başlayınca kendime ümit geldi. Çocuklarımıza sahip çıktılar. Eğer Türk okulları olmasaydı bende burada olmayabilirdim. Okullarımızdan çok memnunuz. Oğlum ve kızım Şule Koleji’nden mezun oldu. Kızım üniversitede öğretmenlik branşı ilgili bölüm okuyor. Bitirince belki de kendi mezun olduğu okula öğretmen olarak görev alacak. En küçük çocuğumda aynı okulda 6.sınıfda okuyor. Türk gençleri birbirleri ile tanışıyor ve Türk kültürünü tanıyarak büyüyorlar. Onun için herkese tavsiyem, bu kurumlara yaklaşımımızı ve eleştirilerimizi yaparken, toplumumuza kazanımlarını hiçbir zaman göz ardı etmesinler.
Toplumumuzun yaşadığı merkezlerden ülkeye değil, de Avustralya’dan kendi toplumumuzun oturduğu ortamlara bakarken neler görüyorsunuz? Ve beklentileriniz nelerdir?
İnsanlarımızdan öncelikli beklentilerim, çocukları ile daha fazla ilgilensinler ve eğitimlerine önem versinler. Geçmişte yaşanan hatalardan iyi ders çıkarsınlar. Avustralya’daki resmimize geniş baksınlar. Bakınız, kendi içimizde küçük bir toplumken, bugün Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağı dalgalanıyor, müzik ve şarkılarımız söyleniyor. Ve bir anda 30- 40 bin insanı bir arada toplayabiliyoruz. Türk Bayrağının Sydney şehir merkezinde dalgalanmasını görmek çok büyük bir gurur. Darling Harbour’a kaç defa sadece bayrağımızı seyretmek için gittim. Halkımız da bu düşünceyi benimsemeli diye düşünüyorum. Türk Bayrağını, Türk kimliğimizi en güzel şekilde nasıl temsil edebiliriz, bu düşünce de olmalıyız. Herkes kendi konumunda Türk kimliğini de vurgulamalı ve aynı zamanda yaşadığımız bu ülkeye de örnek insanlar olup, faydalı olmalıyız. Avustralya’daki resmimize geniş bakmalıyız, Sydney’in kalbinde ülkemizin bayrağını dalgalandırıp, 30-40 bin insanı toplamak önemli bir hadise.
Festivalden söz açılmışken, aynı zamanda Bayram Kültür Merkezi’nin de Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyorsunuz. 2.Festivali de geçen Pazar günü gerçekleştirdiniz. Duygularınızı ve size yansıyan mesajları alabilirmiyiz?
Geçen yıl, 3 aylık bir süre içinde hazırlık yapabilmiştik. Çok fazla süre olmadığı için kısa zamanda en iyisini yapmaya çalıştık ve bayağı büyük ses getirdi. Bu seneki organize biraz daha sağlıklı işledi ve çok daha güzel oldu. Tabii bu bir yönüyle ekip işi. Arkadaşlar adına her ne kadar biz ön planda gibi gözüksek de geride büyük bir fedakârlıkla gece, gündüz çalışanlar vardı. Büyük kahramanlar var. Bu festivallerin amacı Türk kültürünü bilmeyen diğer toplumlara, kendi kültürümüzü, mutfağımızı tanıtmak ve ayrıca toplumumuzu bu festival çatısı altında buluşturmaktı. Bunda da başarılı olduk zannediyorum. Biz çok memnun kaldık. Özellikle kendi toplumumuzdan olsun diğer farklı milletlerden tanıdıklar olsun, tebrik ve teşekkürlerini ilettiler bizlere. Çok duygulandım, içimden ağlamak geliyor diyenler vardı. Protokoldeki davetlilerimiz de konuşmalarını yapıp ayrılırken, tebrik ettiler.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Zaman Avustralya Gazetesi’ni 17.Yılı dolayısıyla ve almış olduğu Başbakanlık Çokkültürülük Medya ödülü nedeniyle tebrik ederim. Bu çok önemli bir durum. Türk toplumunun adeta nabzını tutuyorsunuz. Ayrıca buradaki politikacıların toplumumuz ile ilgili düşüncelerini bizlere aktarıyorsunuz. Benim de çok önemsediğim renk uyumu ve tasarımı çok hoşuma gidiyor.