Tarihçi-Yazar Latif Salihoğlu; ”Risale-i Nur’lar iki defa devletle ve hükümetle mahkemelik oldu. İlki, 1935’te. O zaman devlet şöyle demişti: ‘Kimse Risaleleri basamaz’. İkincisi ise 2014. Şimdiki mevut AKP Hükümeti ise; ’Benden başka kimse basamaz’ diyor. İki dönemin ortak noktası, o dönemde Cumhurbaşkanı partiliydi, bugün de Tayyip Erdoğan partili Cumhurbaşkanı ”dedi.
Uzaktan farklı görünen Avustralya’yı, yakından nasıl gördünüz?
Avustralya uzaktan farklı hayal ediliyor. Geldiğinizde daha farklı bir gerçekle karşılaşıyorsunuz. Benim gördüğüm, Avrupa medeniyeti, hürriyet ve demokraside Türkiye’den ileri noktada. Avustralya’nın ise; Avrupa’dan daha ileri olduğunu tespit ettim.
Kıta ülkesini özgürlükler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özgürlüklerin sınırı alabildiğine genişlemiş. Ve insanlar, kültürlerini ve dinlerini yaşasınlar diye bir yasak koridoru veya zinciri yok. Yasağın ve sınırlamanın olmadığı yerde insanların kabiliyeti gelişiyor. Yasak kabiliyetleri daraltıyor. Hürriyet, imanın hülasasıdır. Hürriyet arttıkça iman ziyadeleşir. Asrı saadette, sahabe efendilerimiz konuşmak isteyin hiçbir bedeviyi konuşturmama yoluna gitmemiştir. Yeni bir dünya olduğu için mimari ve çevre düzenlemesi ve müstakil evlerin ortamı, muhafazakâr inancına daha uygun. Fitne ve fesat müstakil evlerde fazla barınamaz. Çünkü girip çıkanlar belli oluyor. Herkes görüyor girip çıkanları. Ama yüksek binanın olduğu yerlerde, bu kontrol zorlaşıyor. Ayrıca, her şey nizami. Her şey en ince detaya kadar düşünülmüş. Bütün kurallar konmuş olmasına rağmen, insan hayatı öncelikli olarak korunmuştur.
İnsan merkezli bir yaklaşım mı?
Evet aynen. İnsanı merkeze alan bir düşünce, inancı ne olursa olsun sosyolojik açıdan İslam’a yaklaştırır. Bunu düşünen ve uygulayanlar belki Müslüman değil ama mümince bir iş. Yapılanlar, İslam’ın ruhuna uygun. Burada böyle bir medeniyet gördüm. İslamiyet’in de buralarda gelişip genişleyeceğini düşünüyorum. İnsanlar bulundukları işyerinde, okuduğu okullarda ve ortamlarda rahat bir şekilde inancını ve kültürünü yaşayabiliyor. İbadet yapmak istediği zaman imkân sağlanıyor. İpe un serilmiyor. Federal Parlamento’da Boşnak asıllı Müslüman Milletvekilinin yeminini Kur’an-ı Kerim üzerinde yapması en canlı örnektir.
AVRUPA’DA İSLAMİYET’İN ÖNÜNDE HALA BİR DİRENİŞ RUHU VAR AMA AVUSTRALYA’DA BU YOK
Dünyada, etnik ve mezhep çatışmalarının yoğun yaşandığı Orta Doğu’da, Avustralya’daki çok kültürlü ortamı ve farklı etniklerin birbiriyle barış içinde yaşamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avustralya, küçük bir dünya demek. Bilebildiğim kadarıyla 200’e yakın farklı etnik, dil veya lehçe konuşuluyor. Bütün dünya burada. İşin bir başka güzel tarafı, buradaki her bir toplum, kendi memleketiyle ve ülkesiyle de sürekli irtibatlı. Buradaki İslami inkişaf, bu manada bütün dünya ülkelerini etkileyecek diye düşünüyorum. Bardağın dolu taraflarına baka baka işlerimizi yapmalıyız. Tabi ki, eksik ve aksak yönleri de vardır.
Hicret ve ‘Hicri Yıl’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Muharrem mevsimindeyiz. Muharrem hicri yılbaşı demek. Bu nedenle buraya hicret etmiş gelmiş insanlarımız, İslam’ın hicretiyle de bir mana bağlantılı. İslamiyet’in doğuşu Mekke’de olmuş ama Medine’de parlamıştır. Yani hicretle parlamıştır.
Bir tarihçi gözüyle, günümüzdeki ‘Hicret duygusu’ nu gerçek hicret duygusuyla, biraz daha açar mısınız?
Mekke’den Medine’ye yapılan hicret, doğudan batıya yapılan hicrettir. Doğu’dan batıya yapılan hicret, 1293 yıl boyunca devam etti. Sürekli batıya doğru. Viyana kapılarına ve Bosna’ya kadar gitti ve orda durdu. 1683 Viyana kuşatmasıyla durdu. İleriye gitmedi. Geriye de gelmedi. Sadece durdu. Bu din Macaristan, Romanya’da yine durdu. İslamiyet’in doğuşundan Bediüzzaman Hazretlerinin doğumuna kadar hep batıya ve etrafa göç yapıldı. Ama Osmanlı-Rus harbi patladı, Anadolu’dan Kafkaslardan ve Rumeli’den göç başladı. Tersine göç. Ne zamana kadar Üstadın vefat yılı olan 1960’a kadar. Onun vefatından hemen sonra Viyana kapılarının ötesine Türk işçileri göç etmeye başladılar. Ve Viyana kapılarına kadar geldiler. Ondan sonra da Avusturya, Almanya’ya göç başladı. Sonra Avustralya’da, Almanya’daki işçilerimizin performansı nedeniyle, ülkemizden işçi talebinde bulundu. Buradaki varlığımızın ve durumumuzun hikmetli bir hicret akışı içinde olduğunu unutmayalım. Almanya, Avusturya ve Avustralya normalde Hristiyan inancına sahip ülkeler olmasına rağmen bizim gibi, Müslüman ülkelerden işçi talebinde bulundular. Bunun hikmeti İslamiyet’in hicret yoluyla inkişafıdır. Çünkü hicrette hikmet ve hizmet var. Hicrette bir sır vardır.
Avrupa ülkelerinde de çeşitli konferanslar veriyorsunuz. İnanç özgürlüğü açısından Avustralya ve Avrupa arasında ne gibi farklar var?
İnceliklere ve detaylara bakıldığı zaman, Avrupa’ya göre İslamiyet’e daha fazla bir yakınlık olduğunu hissediyoruz. Temizlik, düzen, adalet, hak, hukuk, özgürlükler, insan hakları ve ‘insan merkezli’ yaklaşım açısından. İslamiyet’e karşı tek bir ters kural yok. Avrupa’da İslamiyet’in önünde bir direniş ruhu hala var. Haçlı zihniyetinin kalıntıları hala devam ediyor. Osmanlı Avrupa savaşlarının tesiri hala etkisini devam ettiriyor. Ama Avustralya’da bu yok. Çünkü Anzak savaşlarının dışında bir savaşımız olmamıştır. O da İngiliz kolonisi olduğu için buradan asker götürmüşler. Bu savaş aslında tanışmaya ve kaynaşmaya vesile olmuştur. Birbiriyle savaşıp, dost olan Türkiye ve Avustralya’dan başka üçüncü bir ülke şu anda yok. Onun için burayı çok önemsiyorum. Daha büyük hizmetlere vesile olacağını düşünüyorum. Osmanlı, Avrupa’ya hamiledir, Avrupa’da ise İslam’a hamiledir, günün birinde doğuracak diyor, Beddiüzzaman. Biz hep bu söze göre Almanya’ya odaklandık. Orası İslam’a müsait diye. Ama güneşin doğduğu yer Avustralya. Buradan 9 saat sonra güneş Türkiye’ye ulaşıyor.
AKP’NİN RİSALELERE KARŞI ZULMÜ, HALİS KARDEŞLERİ BİRBİRİNE DAHA DA YAKLAŞTIRDI
Arap Baharı çıkışıyla Türkiye’yi örnek almak isteyen Orta Doğu ülkeleri ve İslam dünyasında, geldiğimiz nokta çok hazin. Türkiye’nin dünyada zayıflayan etkinliğini nasıl görüyorsunuz?
1.Dünya Savaşı’nda çok sayıda insan hayatını kaybetti. Avrupa zalimleri ile Asya münafıkları beraber çalıştılar. Birinci dünya savaşından sonra her fırsatta Türkiye’nin başını belaya sokmak için çalıştılar. İçerdeki cuntalar hariçteki karanlık odaklar Kürt, Türk, Alevi Sünni çatışmalarını sürekli kaşıdılar. Komşularla çatıştırmak için her türlü plan sergilendi. Ama hiç biri iç savaşa götürmedi. Hiçbir ülkeyle de savaşa götürmedi Türkiye’yi. 1.Dünya Savaşı’ndan Türkiye çok zarar gördü ve çok acı çekti. 2.Dünya Savaşı’nda Cenâb-ı Hak Türkiye’yi muhafaza etti. Musolin ve Hitler Ordusu Bulgaristan ve Yunanistan’a kadar geldi ama Türkiye giremedi. Etrafımızdaki hemen hemen bütün ülkelerde savaş oldu. Bugün de oluyor. Ya iç savaş veya dış savaş. Ama Türkiye’de olmadı. İran, Irak, Ermenistan ve Azerbaycan, Gürcistan, Rusya, ABD Irak gibi dış savaşlar, Bulgaristan, Suriye, Libya, Mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerinde ise iç çatışmalar yaşandı/yaşanıyor. Ama Türkiye’de sıkıntılara rağmen ne iç, ne de dış savaş yaşanmadı. İçeride ve dışarıda herkes var gücüyle, Türkiye’yi savaşa sokmaya çalışıyor.
Bu başaramamanın önündeki engel nedir?
Çünkü Anadolu’ya Nuru İman girdi. Başka bir şeyle izah edilemez. Türkü, Kürdü, Arabı, Lazı, Zaza’sı hasılı her kesimden insanlar Anadolu topraklarında yoğruldular. İnsanlarımız kardeş olmuşlar. Bu bariyeri aşamıyorlar. Bu zinciri kıramıyorlar. Zaman zaman bugünkü hükümetin basiretsizliğiyle, Türkiye tehlikenin eşiğine kadar gelse de Cenab-ı Hak muhafaza etmiştir. Çünkü harp belası bambaşka bir şey. Harp belası başladığında bütün sosyal doku zarar görür. Ekonomik düzen ve sosyal düzen bozulur. Bakın Irak, bir türlü kaynaşamıyor. Şiiler, Sünniler, Araplar, Türkler, Kürtler… Güya demokrasi getireceklerdi. Ama harp belası ve yarası çok derin olur. Anadolu harp meydanı olmayacak. Arada meydana gelen yangın, sel, deprem gibi hadiseler ise birer tokattır.
Türkiye’de Risale-i Nur külliyatı, yaklaşık 9 aydan bu yana basılamıyor. AKP Hükümeti’nin engellerine takıldı. Mahkeme sürecinde olan bu durumu değerlendirir misiniz?
Risale-i Nur, güneş gibidir, bazen gizlenir ama hiçbir zaman söndürülemez. Geçici olarak perdelenmiş oluyor. Bu engellemeler her dönemde olmuştur. Mesela, Ankara’da Bediüzzaman Mevlidi 14 sene kadar yapılmadı. Ama Isparta, Bursa, Urfa ve Van gibi yerlerde yapıldı. Risale-i Nurlar da yasaklandı, engellendi, bu nedenle elle yazıldı, mahkemelik oldu ama geçici olarak yapıldı. Bir takım dönmelerin etkisiyle oluyor. Bunların nüfusları yok ama nüfuzları var. Bunlar bazen bürokrasiyi ve hükûmetleri iğfal ederler. Bunlar bizim teyakkuz ve dikkatimizi artırıyorlar. Kim bunlar? Hilafeti kim kaldırdıysa, bugün risaleyle uğraşan muktedirler de aynı damardır. Ama o damar gizlidir, fark edilemiyor. Yeniçeri değil, Yeniçeri’nin içine sızmış zındıklar var. Bu damar, Bediüzzaman’a da büyük zulüm çektirmiştir. Ona Hürriyet, hak, hukuk ve imkân tanınmadı. Diyar, diyar gezdiren, mahkemeden mahkemeye sevk eden defalarca zehirlemek isteyen aynı zalimlerdi. Zahirde bu farklı bir el olabilir. Kürdü iğfal eder Kürtçü yapar, Türkü iğfal eder Türkçü yapar. Cihad için cihana koşturan askerleri de, darbeci yapar. Sivilleri gaddarlaştırır. Çünkü o gizli kuvvet çok güçlüdür. Cenâb-ı Hak onların bir şekilde belasını verir.
RİSALELERLE İLGİLİ TABLO, DEVLETİN SERT VE ZALİM YÜZÜNÜ GÖSTERİYOR
Çıkmaza giren Risale-i Nur’lara bandrol vermeyen Hükümetle mahkemelik olundu. Şu anda mahkeme süreci hangi aşamada?
Risale baskısı şu anda çıkmaza girdi… Tam bir belirsizlik hakim. Risale-i Nurlar, devletle iki defa karşı karşıya geldi. Risale-i Nur iki defa devletle ve hükümetle mahkemelik oldu. Birincisi, 1935’te devlet şöyle demişti: ‘Kimse Risaleleri basamaz’ 1935 Eskişehir ağır ceza mahkemesi, tarafından Yasaktır basamazsınız, Yasaktır kimse basamaz. Şimdi ise yani mevcut hükümet olan AKP iktidarı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Partili cumhurbaşkanı. Şimdiki devlette şöyle diyor, ‘benden başka kimse basamaz’ İşte bu durum mahkemelik. Çünkü bugünkü dünyada bunu diyemezsiniz. Anayasa Mahkemesi’ne gideriz. İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideriz. Bu yasak sökmez. Devlet eline tekeline alınmaya çalışılıyor. Bediüzzaman’ın varisiyiz diyenler, hükümete müracaat ederek, risalelerin varisi olduğunu, bu nedenle kendilerinden başka kimsenin basmaması gerektiğini söylüyorlar. Bu müracaatla hükümetin ayağına pas verdiler, hükümette bunu gole çevirmeye çalışıyor. Hükümetin kararıyla, öyle hale geldi ki, varisler de risaleleri basamıyor. Yani ‘Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan oldular’ maalesef. Onlar da şu anda 9 aydan beri basamıyorlar yeni bandrol alamıyorlar. İş farklı bir sürece girdi ve benden başka kimse basamaz noktasına geldi.
Varisiyim diyen Üstadın talebeleri 80-85 yaşlarında. Onlar vefat edip gittikten sonra bu varis hakkı kimler tarafından sürdürülecek?
Zaten asıl telaş ta bu. Bunlar vefat edip gidecek. Bunu biran önce hal edelim. Şu anda işler mahkeme safhasında. Henüz devlette karar vermedi. Devletin tekeline girmiş oldu. Ama bu da böyle devam edemez.
Peki, şu andaki ‘adalet mekanizmasına göre’ mahkemeler, hükümete rağmen adil bir karar çıkarabilir mi?
Bazı avukat milletvekilleri konuyu en üst mahkemelere kadar götüreceklerini ve yardımcı olacaklarını söylüyorlar. Hükümet veya devlet sivil insiyatifle yola çıkmış bir hizmeti tekeline alamaz. Şu anda meçhul bir dönem. Adım atanlarda pişman oldular. Böyle kör bir düğüme gireceğini beklemiyorlardı. Bunlar büyük davaların büyük bedelleri oluyor. Geçmişteki mahkemelerin devamıdır. Devletin sert ve zalim yüzüdür. Öncelikler aşıldığı gibi, bunlar da aşılacak. Ve birbirimize daha da yakınlaştıracak. Üstümüzdeki uyuşukluğu aldırmış, hakiki ve halis kardeşleri birbirine daha da yaklaştıracak.