Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner, aynı zamanda uluslararası güvenlik ve terör uzmanı. Laçiner’le bayrak hadisesini, Lice’deki olayları, çocuğu dağa çıkarılan annelerin eylemini ve Ortadoğu’nun yeni baş ağrısı IŞİD’i gibi konularla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Laçiner;” Türkiye, Suriye’de ciddi anlamda başını belaya soktu. Kamuoyu farkında değil belki ama Irak’ta da tam olayların ortasına düştü.” dedi.
TUĞBA KAPLAN-Röportaj
Bayrak olayı güvenlik güçlerinin çözüm süreci boyunca sessiz kaldığının fotoğrafı gibi algılandı kamuoyunda. Konun iç boyutu nedir?
Ordu ile hükümet arasında düne kadar bir uyumsuzluk vardı. Dolayısıyla ordu bir şey deyince hükümet bunu benimsemiyordu. Hükümet emir verdiğinde, ordu bunu emir olarak görmüyordu. MİT ile ordu arasında bir kopukluk vardı. Bunlar boşlukta dönen çarklar gibiydi. Polis bunlardan ayrı bir yapıydı. Yani güvenlik güçleri arasında bir uyum yoktu. Hükümetle ordu arasındaki o soğukluk ortadan kalktı. MİT’in başına hükümetin güvendiği biri geldi, zaten polis İçişleri Bakanlığı’na bağlı. 2012’de güvenlik güçleri arasında sıkı bir işbirliği başladı. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel sahaya indi. PKK’ya karşı ciddi bir başarı da elde edilmeye başlandı. Ciddi ümitlenmiştim o dönem. Çünkü sahada sıkı durursanız, masada sıkı durabilirsiniz. Avantajlı hale gelebilirsiniz. O zaman bir açılım yapabilirsiniz. Fakat devlet ‘Ben açılım yapacağım, örgütle masada görüşeceğim. Ama bunu yaparken sahada olmamam lazım. Sahada olursam bunu yapamam.’ gibi bir varsayımla hareket etti. Bana göre komple yanlış bir düşünceydi.
Çözüm için masada olmak yetmiyor mu?
Sahada olmazsanız masada olamazsınız, hiçbir yerde yoksunuz demektir. Örgütün insafına kalır işler, sıkıntıya girersiniz. Güvenlik güçleri de süreçle beraber ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Kendilerinden ne beklendiğini kestiremediler. Nasıl davranacaklarına dair bir rehber yine oluşturulamadı.
Temel hak ve özgürlükler pazarlık konusu olmaz ve geciktirilemez
Bayrak hadisesinden sonra fatura Genelkurmay’a kesildi…
Normalde bir ordunun bahçesine giremezsiniz. ‘Dur!’ ihtarıyla karşılaşırsınız. Durmazsanız ateş açılır. Bu da orayı koruyanın yasal hakkıdır. Bayrağın indirilmesi ise daha büyük suç. Ben o olayı inanın hiç anlayamadım. Ama eğer o 16 yaşındaki çocuk vurulmuş olsaydı, bu PKK açısından efsane olacaktı. ‘Türk bayrağını indirirken öldürülen şehidimiz.’ diyerek bir mağduriyet ve negatif bir algı oluşturulacaktı. Özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımız şöyle düşünmeye daha meyilli olacaktı: Bir Kürt’ün kanı bu kadar mı kıymetsiz.
Peki örgüt neden şimdi harekete geçti?
Gezi olaylarından sonra hükümetin iç siyasetteki konumu sıkıntılı hale geldi. Buna 17 ve 25 Aralık da eklendi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken hükümet yalnızlaştı. Hükümetin ülkeyi idare etmesi sıkıntıya girdi. Elit kesim, bürokrasi, medya, dış unsurlar ve iktisadi aktörler tarafından hükümet sıkıştırılıyor. Bu durumda PKK ‘Erdoğan’ın geleceği var mı?’ ‘Bunun sonu olacak mı?’ Sıkışmış vaziyette. ‘Bunu istismar edebilirim.’ ‘Ölümü gösterip sıtmaya razı edebilirim.’ şeklinde bakıyor. MHP-CHP karşısında. 17 Aralık’la ilgili iddialar artıyor. AK Parti’nin bu durumda PKK’ya ihtiyacı var. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt oyları gerekiyor. Dolayısıyla PKK bunu iyi bir fırsat olarak gördü. Seçim öncesinde istismar etmeye devam ediyor.
Çözüm sürecinde tarafların hataları neler?
Türkiye’nin hatası kolay yolu araması. ‘Şu terör belasından bir an evvel kurtulayım, bir gecede silahlar sussun, kimsenin burnu kanamasın.’ diyor. 1,5 yıl önce terörden insanlar ölüyorsa, şimdilerde terörün bitmesini gerektirecek hiçbir şey olmadıysa, hâlâ PKK’nın elinde silah varsa, demokratik reformlar umurunda değilse ve terör birden kesiliyorsa orada bir gariplik vardır. Sorunu çözdüğünüzü sanıyorsanız yanılırsınız. Sorunu ötelemiş, ertelemiş ya da oyuna gelmişsinizdir.
Öyleyse iki taraf da zamana oynadı…
Devlet zaman kazanıp bu süre içinde Güneydoğu’da PKK’nın tabanını çözmeye çalıştı. PKK ise zaman kazanıp, bir yandan Suriye’de askeri, silahlı başarı kazanmak istedi, diğer taraftan güneydoğuda meşrulaşmak ve topluma nüfuz etmek istedi.
Taraflar bu hedeflerine ne ölçüde ulaştı?
Doğrusu devlet istediklerine tam ulaşamadı. Gezi, 17 Aralık, yerel seçim rekabetleri oldu. Bütün enerji güneydoğuya verilemedi. PKK’nın ulaştığı, ulaşamadığı noktalar var. PKK topluma yayılmış durumda. PKK’nın içinde yer almayanlar da onun ilke ve hedeflerini benimsemeye başladı. Yeni nesil daha Kürtçü olarak ortaya çıkmaya başladı.
Türkiye, Suriye’de ciddi anlamda başını belaya soktu
Komşu ülkelerdeki gelişmeler hep aleyhimize işliyor. Kürt sorununun çözümü de bundan yara alıyor. Katılır mısınız?
Kesinlikle. Türkiye, Suriye’de ciddi anlamda başını belaya soktu. Kamuoyu farkında değil belki ama Irak’ta da tam olayların ortasına düştü. Gücünün üstünde sorunlarla karşı karşıya kaldı. Bu iç savaşın içinde etnik çatışmalar var. Arap, Kürt, Türkmen gibi. Bunların içinde Türkiye’yi de geren ve karşılığı olan mezhep çatışmaları var. Ve PKK da nefis bir araç. Türkiye bu sorunların içine düşerken devletlerin çoğuyla da sorunlu hale geldi. Türkiye-Irak, Türkiye-Suriye ilişkileri hiçbir dönemde olmadığı kadar sorunlu hale geldi. İran’la ilişkiler söylem düzeyinde o kadar kötü olmasa da, Irak ve Suriye konusunda 180 derece zıt yerde duruyor. Türkiye-ABD, İsrail ve Avrupa ilişkileri de son bir yıllık hadiseler de üstüne eklenince ilişkiler dibe vurdu. Elbette PKK meselesini diğer ülkelerle çözmeyeceksiniz. Ama Türkiye’nin konumu başkentlerle kavgalı olmayı ne kadar kaldırır bilmiyorum.
Şimdi bir de IŞİD eklendi denkleme.
Türkiye, biraz Suudi Arabistan’a, biraz El Kaide’ye yakın radikal İslamcı diye bilinen gruplarla idare ediyordu güya. Belki Esed’e karşı onlara yardımcı bile oluyordu. Ama son zamanlarda IŞİD ve Nusra gibi örgütler aracılığıyla tam tersine Esed’e yardımcı oluyorlar. Esed’i meşrulaştırıyorlar ve muhalif bir blokun oluşmasına mani oluyorlar. Hem Irak’ı hem Suriye’yi bölecek işler yapıyor IŞİD. Acaba bir vekâletler savaşı da orada mı var diye düşündürüyor. Türkiye, Irak ve Suriye’nin bölünmesine hazır olmak durumunda. Bunu yaparken de diğer devletlerle de görüşmesi, istişare etmesi gerekir.
Türkiye bu arapsaçını çözmek için ne yapmalı?
Daha gerçekçi davranması gerekiyor. Politikalarını sorgulamalı. Daha ayık bakması gerekiyor meselelere. İdeallerin sarhoşluğu içinde olunmamalı. Kahire, Bağdat, Şam, Tahran, Moskova ile ilişkilerin düzelmesi şart. Buna Tel Aviv bile dâhil. Devletlerin iç işlerine müdahale etmeme gibi bir temel ilke var. Hele hele Türkiye gibi zayıf bir ülke, başka bir devletin iç işlerine müdahale ederse kendi iç işlerine de müdahale edilir. Elbette bu ilişkilerin düzelmesi zaman alır. Ama bir restorasyon dönemine ihtiyaç var. Alev hızlandı. Daha diplomatik bir dil gerekiyor. Türkiye’nin gücü dünyayı değiştirmeye yetmez. Bırakın dünyayı, Suriye’yi bile değiştirmeye yetmedi.
Bir medeniyet ve insan tasavvurunun olması lazım
Uzun süre Ankara’da yaşadıktan sonra rektör olarak Çanakkale’ye geldiniz. Zor oldu mu alışmak?
Kadrom daha önce Çanakkale’deydi. Eşim de Çanakkaleli zaten. İstanbul ve Ankara dışındaki her yer taşra, İzmir bile. O yüzden Ankara’dan sonra Çanakkale taşra gibi görünebilir. Ama Çanakkale dışardan gelene taşra gibi görünse de, aslında Kadıköy gibidir. İnsanların çoğu eğitimli. Emekli asker, öğretmenler var daha çok. 3 yıl oldu rektör olalı. Bakalım daha ne kadar sürecek? Bu süre zarfında üniversite adına hep ‘Daha ne yapabilirim?’ diye düşünmeye çalıştım.