‘Polis teşkilatında cemaatçileri tasfiye etti ve Ağar-Korkut Eken’in eski ekipleri yeniden göreve çağrıldı. 90’ların JİTEM ve Özel Harekat Ekipleri şu anda görevdedir. Şu anda AKP’in çözüm diye bir projesi yok.’
Zübeyir Aydar… KCK Yürütme Konseyi Üyesi… TBMM’de 19. dönem Siirt milletvekili olarak görev yaptı. 1994’te aralarındaLayla Zana ve Orhan Doğan‘ın da bulunduğu DEP milletvekillerinin cezaevine konulmaları üzerine Türkiye’yi terk etti.
Aydar, Brüksel’de Nokta Dergisi’nden Müjgan Halis’e konuştu
Hareketiniz, Antalya’da yapılan G20 zirvesini Türkiye ve Ortadoğu açısından nasıl değerlendiriyor?
G20 belli bir ekonomik potansiyeli olan 20 devletin bir araya geldiği bir platformdur. Ama bu toplantı, ekonomiden çok siyasetin konuştuğu bir toplantı oldu. Ağırlıklı gündem Suriye’ydi, Paris Katliamı da bu gündemi perçinledi. Türkiye ve Tayyip Erdoğan orada bir şov yapmak istedi, bir nevi yaptı ama şovu gölgede kaldı. Yine de dünyaya ve Türkiye’ye “Hükümet yok burada belirleyici benim” mesajı vermek istemişti, bu mesajı verdi. Çünkü orada gerçekten de hükümet yoktu.
ERDOĞAN G20’DEN UMDUĞUNU BULAMADI
Bir tür başkan gibi yani…
Evet öyle. Aslında G20 kurulduğundan beri hiçbir zaman Cumhurbaşkanı düzeyinde katılım olmamıştır, hep Başbakanlar katılmıştır. Abdullah Gül 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde hiçbir G20 toplantısına gitmedi. Tayyip Erdoğan sistemi alt üst etmiş durumda. Mesela Almanya Cumhurbaşkanı görev tanımında olmayan bir yere gidemez, ‘gideceğim’ deseydi ona uçak bile vermezlerdi. İtalya’da Cumhurbaşkanı, İspanya’da kral, İngiltere’de kraliçe görevi olmayan yerlere gidemez. ABD’de başkanlık sistemi olduğu için elbette Obama gitti. Fakat bu adam (Erdoğan) kendisine göre sistem değiştirmiş durumda. Aslında muhalefetin bunu gündemleştirmesi gerekirdi ama sessizce geçiştirildi. Ülke Tayyip Erdoğan diktatörlüğüne alıştırılıyor.
G20 zirvesinin diğer bir sonucu ise, Tayyip Erdoğan’ın zirveden beklentilerinin boşa çıkmasıdır. Mülteci krizi bahanesiyle Suriye’de tampon bölge istiyordu. Ancak Obama’nın son günkü konuşmasında tampon bölge ve uçuşa yasaklı bölgeyi gerekli görmediğini söylemesi, Erdoğan’ın umutlarını da suya düşürdü. Ayrıca Erdoğan konuşmalarında sürekli IŞİD ile Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni eşitlemeye çalışma çabası da tutmadı. YPG’yi terörist olarak nitelendirmesine kimse kulak asmadı.
Putin’in “G20 ülkeleri içinde IŞİD’i destekleyenler var” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlginç tabii, 20 ülke arasında IŞİD’i destekleyen ülkeler var demesi. Benim ilk aklıma birinci şüpheli Türkiye, ikincisi de Suudi Arabistan’dır. Putin’in elinde çok daha önemli bilgiler olduğu kesin. Çünkü onlar da Suriye’de ve her şeyi, IŞİD’e giden TIR’ları izliyorlar. Gerçekten de IŞİD’in Ortadoğu’ya getirilmesinde, palazlanmasında bu iki ülkenin azımsanmayacak payı vardır.
VİYANA ÇÖZÜMÜNÜN HAYATA GEÇİRİLMESİ ZOR
Amerika ve Rusya şu anda Rojava’da Kürtlerin müttefiki durumundalar. G20 sonrası alınan kararlar Ortadoğu ve Rojava’ya nasıl yansır?
G20, Viyana’da alınan kararları desteklediğini açıkladı. Ancak önemli olan Viyana’da alınan kararların hayata geçirilip geçirilemeyeceği. Çünkü önce bir muhalefet listesi oluşturmak, bunları buluşturmak, uzlaştırmak ve Rejim’le müzakere masasına oturmak gerekiyor. Ama muhalefet kimdir, bunlar anlaşır mı anlaşmaz mı gibi pek çok cevaplanması gereken soru var. Ne kadar ciddiler ve bu ciddiyetlerini zeminde nasıl uyguluyacak bunu zaman gösterecek çünkü Suriye topraklarının yarısı Selefi grupların denetiminde. Çoğunluk IŞİD’de, ama El Nusra’nın, Ahrar u Şam’ın, İslami Cephe’nin elinde olan yerler var. Ve bunların tamamı El Kaide uzantılı örgütler. Diğer tarafta tek demokratik yapılanma olan Kürtler ve müttefiklerinin yarattığı Rojava var. Bir de Rejim ve destekçileri var.
AHRAR-U ŞAM’IN BAŞINA MİT’E YAKIN BİRİ GETİRİLDİ
Peki PYD, saydığınız bu örgütlerle aynı muhalefet cephesinin içinde Rejim’le müzakerelere katılır mı?
Kimse Nusra’yı o muhalif cephenin içine katamaz. Çünkü doğrudan El Kadie’nin Suriye koludur. Türkiye Ahraru Şam’ı katmak istiyor ama onlar da Nusra’yla her yerde müttefikler, birlikte çalışıyorlar. Zaten son zamanlarda başına MİT’e yakın biri getirildi, Türkiye onları pazarlamaya çalışıyor. Olay şu: Muhaliflerin bir araya getirilmesi, uzlaşması, aralarından bir sözcü seçmesi ve bu sözcünün de Rejim’e bir projeyle gitmesi lazım. Kürtler savaşta muhatap olarak alındı, elbette siyasi çözümde de muhatap olacaklardır. Ancak ben işlerin kolay olmayacağı kanaatindeyim. Çünkü Cenevre 1-2 gibi deneyimler hala akıllarda.
HERKES HAZIRLIĞINI SAVAŞA GÖRE YAPMALI
Muhataplık sadece Rojava’yla ilgili bir mevzu değil. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti bundan sonra PKK’yi, Kandil’i, İmralı’yı hatta HDP’yi hiçbir şekilde muhatap almayacaklarına dair bir açıklama yaptı ve kendi muhataplarını oluşturacaklarını söyledi. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Kimi muhatap alacaklar sizce?
(Gülerek) Canı sağolsun. Tayyip Erdoğan kendisine birkaç tane AKP’li bulsun konuşsun, kendi milletvekilleriyle, il başkanlarıyla sohbetler etsin. Ama neyi çözecek bu yöntemle? Bütün bunlara Kürtlerin karnı toktur. Benim muhatabım millettir diyor. Ne milleti, sen o milleti yok etmeye çalışıyorsun. Bu, çözüme niyeti olmayanın söylemidir. Ortada bir sorun varsa onu sorunun taraflarıyla çözersiniz, çözmeye niyetiniz yoksa dolambaçlı yollara başvurursunuz. Tayyip Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun ve AKP temsilcilerinin söylemi bizim çok yabancısı olmadığımız söylemlerdir. Eskiden de ‘Biz teröristlerle masaya oturmayız’ diyenler oldu, Tansu Çiller ‘Ya bitecek ya bitecek’ dedi. ‘Son terörist kalana kadar’ gibi lafları çok duyduk. Biz bu sözlerin ne anlama geldiğini iyi biliyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti yönetimini de tanıyoruz, AKP’yi de tanıyoruz, ordusunu da tanıyoruz. Bizi yenemeyeceğini görünce, yine gelip görüşecek. Ayrıca eskiden bizimle görüşünce çok mu hoşlarına gidiyordu, bizi çok mu seviyorlardı? Önceden düşünmeden ‘Kürt sorunu yoktur’ diyenler onlar değil miydi? Sonra düşündü ve var olduğunu gördü, şimdi de düşünmesini öneririz. AKP yarın öbür gün bu söylemini değiştirmek zorunda kalacak. Zaten biz o söyleme de takılmıyoruz. Şu anda halkımız, hareketimiz, insanlarımız topyekun bir saldırı altındadır. Bugün gündemimizde olan bu saldırıya karşı direniştir, onun dışında farklı bir gündemimiz yoktur. O istediği kadar konuşsun.
AKP’NİN ÇÖZÜM DİYE BİR PROJESİ YOK
AKP sözcüleri, Davutoğlu, yandaş basın ‘Hükümet KCK’ye şans verdi, ama onlar bu şansı kullanmadılar’ diyor. Ne şansı verdiler Allah aşkına? 2005’ten 2015’e kadar 10 yıldır bazen dolaylı, bazen yüz yüze görüşmelerimiz oldu. Türkiye hangi sorunu çözdü de biz kabul etmedik? Anadilde eğitim mi kabul edildi, kültürel kimlik mi? Kürt dili mi kamu dili haline geldi? Türkiye mi demokratikleşti? Yerel yönetim mi özerkleşti? Kürdistan Parlamentosu mu oluştu? Bunlar oldu da biz mi karşı çıktık?
Tayyip Erdoğan, cemaatle arası bozulduktan sonra çok korktu ve orduya yanaştı. Ergenekon-Balyoz davaları beraati, bu korkusunun sonucudur. Polis teşkilatında cemaatçileri tasfiye etti ve Ağar-Korkut Eken’in eski ekiplerini yeniden göreve çağrıldı. 90’ların JİTEM ve Özel Harekat Ekipleri şu anda görevdedir. Şu anda AKP’in çözüm diye bir projesi yok, bütün planları savaş üstüne. Herkes hazırlığını buna göre yapmalıdır.
Sizden resmi olarak ateşkes de talep edilmişti değil mi?
Tabii ki ateşkesler hiçbir zaman kendiliğinden olmadı. Bütün bu görüşmeleri bilen, içinde yer alan biri olarak söylüyorum: AKP bu 10 yıl içinde sorunu çözmek değil, sorunu yönetmek istedi. İşine geldiği zaman barış dedi, şu anda işine savaş demek geliyor. Son söylemlerine bakın: ‘Tek bir silahlı unsurları kalmayacak, gidecekler buradan, silahları bırakacaklar, silahları gömüp üzerine beton dökecekler’ diyorlar. Biz de diyoruz ki; madem o kadar diyorsun gel al silahları; çünkü söyleyecek başka bir şey kalmadı.
BİZİ ELEŞTİREN KESİMLER AKP PROPAGANDASININ ETKİSİNDE
Çatışmalar başladıktan sonra aralarında Türkiye sosyalist hareketinin ileri gelenlerinin de olduğu bazı kesimler, PKK’yi, HDP’nin 1 Kasım’da aldığı sonuç nedeniyle suçladılar. Hatta PKK’nin HDP’yi bir şekilde tasfiye etmeye çalıştığına dair iddialar dile getirildi. PKK, gerçekten de kendi projesi olan bir partiyi bitirmek mi istiyor?
Karşımızda medya gücü ve bütün kurumlarıyla saldırıya geçmiş bir devlet ve bu devletin bir özel savaş merkezi var. Psikolojik savaş yöntemleriye kendisine göre gündem yaratıp yalan haberler uyduruyorlar. Kürt sorunuyla ilgili ne tartışılmasını istiyorlarsa, nasıl bir imaj yaratmak istiyorlarsa onu yaratıp piyasaya sürüyorlar. Muhaliflerin sesi kesildiği için, hareketle bağı olmayan birçok kesim de o gündeme göre yorumlar yapıyor. Bunu iyi niyetli olanlar için söylüyorum, çünkü aralarında düşmanlık niyetiyle bunu yapanlar olduğu da kesin. o tür söylemlerin bilgi eksikliği ve psikolojik savaş merkezlerinin propagandasının etkisi olduğunu düşünmek istiyorum. O dostlara ve çevrelere biraz empati öneriyorum. Bakın, 7 aydır görüşmediğimiz başkan adına mesajlar yayınlanıyor. Başkan ailesini, avukatlarını geçtik yanındakilerle bile görüştürülmüyor, mektup yazması bile engelleniyor. Bu nasıl bir basın ahlakı, birilerinin sorması lazım.
HDP’NİN TÜRKİYELİLEŞMESİ GEREKİYOR
Sizce neye hizmet ediyor İmralı kaynak gösterilerek yapılan haberler?
Psikolojik savaş merkezi bir imaj yaratmaya çalışıyor: O da Kürt hareketinin bileşenlerinin birlik olmadığı imajı. Diyor ya Yalçın Akdoğan, ‘İmralı bunları görürse sopayla kovalar’ diye. Hele bir görelim, bakalım kovalıyor mu, kovalamıyor mu? Sen bütün kapıları kapatmışsın, böyle bol keseden kimin adına konuşuyorsun? Diyorlar ki; Kandil ayrı, HDP ayrı, Avrupa ayrı düşünüyor. Bunlar böyle parça parça oldukları sürece muhatap alamayız. İkinci olarak da HDP’nin kafasını karıştırmaya çalışıyorlar. Kandil’dekiler, yani hareketin merkezi HDP’den rahatsız diye iddialar yayıyorlar. HDP sinmemeli, iktidarın yarattığı gündemin peşine takılmamalı, kendi gündemini yaratmalıdır. HDP’nin önünde anamuhalefet olma görevi var. Bu dönem tam da her tarafta Türkiye’nin sorunlarına sahip çıkıp, Türkiyelileşmesi gereken dönemdir.
Yani 1 Kasım’daki psikolojik eşik aşılmalı diyorsunuz.
Rastgele bir şekilde başkanlık gündemi gibi konularda konuşulmamalı, bunlar Tayyip Erdoğan’ın gündemidir. Biz demokratik olmayan hiçbir şeye taraf olamayız. Her uzatılan mikrofona da onların gündemi çerçevesinde cevap verilmemesi gerekir. Benim tasvsiyem budur. Bu tavsiyem de sakın HDP’ye direktif, vesayet olarak algılanmasın. Yaptığım düşünce beyanından ibarettir. AKP’nin kurumsal olarak getirip HDP’nin önüne koyduğu bir teklif yoktur. Getirip ‘Sen bu Anayasa’ya ne diyorsun?’ demiyor. Zoraki ve darbe ortamında bir seçim yapılmıştır ve seçim bitmiştir. Ordusuyla, askeriyle, polisiyle, valisiyle, kaymakamıyla her şeyin bir partinin emrinde oldağu bir seçim yürütülmüştür. Yaşanılan demokratik bir ortam değildir. Mart’tan bu yana Türkiye’de parlamento yoktur, Tayyip Erdoğan’ın olağanüstü tek kişilik yönetimi vardır. Buna rağmen alınan sonuç başarılı bir sonuçtur, herkes bunu böyle görmeli ve bunun üzerine ne koyabiliriz diye çalışmalıdır. Kimse, CHP’den ve MHP’den muhalefet beklentisinde değildir, gözler HDP’dedir ve HDP de Türkiye kamuoyunun beklentisine uygun davranmalıdır.
90’LARDA CENAZELERİ DERİN DONDURUCADA SAKLAMIYORDUK
40 yıllık dönem içinde PKK’ye çok defa sınır ötesi harekatlar düzenlendi. Fakat temmuz sonrası başlatılan harekat, tarihin en büyük operasyonu. Sizi nasıl etkiledi bu operasyonlar?
Evet Türk devleti, hava operasyonu olarak büyük operasyonlar düzenliyor ama karada etkili bir operasyon yapamıyorlar. Zaten bunu yapmak da kolay değil. Hava operasyonu Türkiye açısından can güvenliği riski taşımıyor, ama karada bunu göze alamıyorlar.
Ama Genelkurmay Başkanlığı da, Dağlıca gibi yerlerde ilerleme kat ettiklerini ilan etti. Bu doğru değil mi?
Psikolojik harekatın bir yönü de, düşmana ne kadar zarar verdiğine dair yalan haberler uydurmaktır. Psikolojik üstünlüğü ele geçirmek her savaşta denenen bir yöntemdir. Zaten yapılan açıklamalarda söylenen rakamlara bakarsanız, şimdi bizim hiçbirimizin kalmaması gerekirdi. Tayyip Erdoğan bile Temmuz ayında 2 bin kişiyi öldürdüklerini söylemişti ki, bunun doğrulukla uzaktan yakından alakası yok. Tabii ki bu bir savaş ve karşılıklı kayıplar var. Ama HPG kayıplarını her gün açıklıyor. Bizim bunu kamuoyundan saklama gibi bir derdimiz ve politikamız yok. Yalnız şunu söyleyeyim: Bu savaş Türkiye’yi nereye götürür en ufak bir fikirleri yok.
Ayrıca şunu da belirteyim ki, Kürdistan’daki uygulamalar da 90’lardan beterdir. Onlar her ne kadar biz 90’lara dönmedik deseler de, biz 90’larda çocuklarımızın cenazelerini derin dondurucularda saklamıyorduk. Tayyip Erdoğan, Mısır’da katledilen Esma için ağlıyordu ama Cizre’de öldürülen Cemile’nin adını bile bilmiyordur.
Özellikle sivillerin hedef alınmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bilinçli ve kararlaştırımış bir politikadır. Kontrollü bir yaklaşımla her çıktıklarında birkaç tane sivil vurun talimatı almışlar. Böylece sivilleri ‘terbiye’ etmeyi ve PKK’ye halkın verdiği desteği bitirebileceklerini sanıyorlar. İkinci amaçları da, boşaltmaya ve onlara karşı duran dinamik nüfusu göçtürmeye yöneliktir. Halkı gelirsizleştirmek ve mülteci konumuna itmek istiyorlar.
SAVAŞI ŞEHİRLERE BİZ TAŞIMADIK
Bu dönemin savaşının 90’larda hatta 2013 öncesinde yaşanan savaştan belirgin bir farkı var. Eskiden gerilla ile devlet arasında dağlarda süren savaş, şimdi şehir merkezlerinde siviller, gençler ve devlet arasında sürüyor. Bu hareketinizin bir tercihi mi?
Biz savaşı şehirlere taşımak istemedik, böyle bir politikamız yoktu. Ama insanların kendisini yönetme talebi var. Halk bizim başımıza kaymakam, polis, müdür atamayın, diyor. Şehirlerde yaşanan, bu talebe devletin saldırması olayıdır. Eğer devlet saldırmasa o sokaklarda hiçbir olay çıkmayacak. Bir mahallenin kendi meclisi olacak, kooperatifi olacak, bunun eğitim, sağlık, sosyal, ekonomik örgütlenmeleri olacak. Fakat saldırılarla sadece savunma yanı öne çıktı. Yani halkın sosyal, idari taleplerine devletin verdiği yanıttır savaş. Bu, her şeyin Saray’dan yürütülmesini isteyenlerin yanıtıdır. Yarın öbür gün İzmir’de, Edirne’de ‘Mahallemize karışmayın biz kendimizi yönetmek istiyoruz’ derlerse aynı tavırla karşılaşacaklar. Öte yandan Türkiye’de birçok kesimde hükümet güçlüdür, devlet babadır sizi döver anlayışı hakim. Yani devletin dövmesini doğal buluyorlar. Sorunun bir yanı da bu. Zaten bu isyan o devletin dövmesine karşı gelişti.
YA MÜZAKERE YA DA BEDELİ NE OLURSA OLSUN MÜCADELE
Bir de hareketinize yönelik şöyle bir eleştiri var, deniliyor ki bunlar zaten kendilerinin yönettiği belediyeler, öz yönetime ne gerek var. Buna ne diyorsunuz?
Türkiye’de belediyelerin yetkileri yok, biliyorsunuz hepsi valiler tarafından görevden alınabiliyor ki, son dönemde bu sıkça yaşandı. Böyle güvencesi olmayan, kaynağını merkezi idareden alan, devlet para verirse çalışan bir yerel yönetim olabilir mi? Biz yıllardır belediyelere yetki verin, Avrupa Konseyi’nin Yerel Yönetim Şartı’ndaki çekinceleri kaldırın diyoruz. Şu anda olan, kendini yönetme değildir.
Peki özyönetim mücadelesi Kürt kasabalarında ne kadar sürecek? Koyduğunuz bir vade var mı?
Biz tek tek bireyler değiliz, halkız, kolektif bir iradeyiz. Bizim kimlik talebimiz var, bizim kendimizi yönetme talebimiz var. Bu talep, mücadelenin bütünüdür ve gelişecektir. Nereye varacağını onu şu anda kestiremeyiz. Zaten bunlar masaya getirilen önerilerdi. Şunu diyoruz: Ya bizimle müzakere ederek bunu kabul edersiniz ya da bu halk bedeli ne olursa olsun, özgür bir şekilde kendini yönetene kadar mücadelesini sürdürür.
HERŞEY PARLAMENTO DEĞİL!
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt halkının yalnız bırakıldığını söyledi. Tam burada HDP’nin üstüne düşen görev ne olmalı?
Sayın Kalkan’ın söylediği haklı bir serzeniştir. Gezi’ye Kürtler yeterince katılmadı diyenler bu serzenişi dikkate almalıdır. Gezi ayları bulan bir direniş değildi ama Türkiye ölçeğinde iyi bir başlangıçtı, devam ettirilmesi gerekiyordu ama devletin saldırısıyla kesildi. Bugün hem Türkiye’de hem Kürdistan’da Gezi’nin 40 katı daha fazla gerekçe vardır. Şimdi Kürdistan yanıp yıkılıyor, biz buzdolaplarında ceset saklıyoruz. Tam burada HDP’ye düşen görev, Gezi ruhuyla batıyı ayağa kaldırmak ve Türkiye’yi doğusuyla batısıyla birleştirmektir. Batıda bu potansiyel vardır ve harekete geçirilmesi zor değildir. Her şey parlamento değil, demokrasiler tek başlarına parlamentolarda kurulmuyor, sokak da genel muhalefetin parçasıdır.
Son olarak Türkiye seçimleri sonrası ülkede çok ciddi bir umutsuzluk ruh hali var. Hatta korku… Buna dair yorumunuz nedir?
Türkiye’de birçok kesimde ciddi bir umutsuzluk ve moral düşüklüğü olduğunu duyuyoruz. Özellikle belli bir yaşam tarzı olan laik-demokratik çevrelerde yaygın olan bir duygu durumu olduğuna dair bilgilerimiz var. Hatta Türkiye’yi terk etmenin de birçok kişinin gündeminde olduğunu da biliyoruz. Sürgünde yaşayan biri olarak söylüyorum; gidilecek bir yer yok. Ayrıca moral bozulacak bir durum da yoktur. Tayyip Erdoğan da, iktidarı da o kadar güçlü değildir. Zulüm kalınlaştıkça kırılır. Onu sarsacağız ve düşüreceğiz. Ortada kapı gibi Kürdistan Özgürlük Direnişi var, önemli olan direnişi bir potada toplamaktır.KAYNAK: NOKTA DERGİSİ
‘Polis teşkilatında cemaatçileri tasfiye etti ve Ağar-Korkut Eken’in eski ekipleri yeniden göreve çağrıldı. 90’ların JİTEM ve Özel Harekat Ekipleri şu anda görevdedir. Şu anda AKP’in çözüm diye bir projesi yok.’
Zübeyir Aydar… KCK Yürütme Konseyi Üyesi… TBMM’de 19. dönem Siirt milletvekili olarak görev yaptı. 1994’te aralarındaLayla Zana ve Orhan Doğan‘ın da bulunduğu DEP milletvekillerinin cezaevine konulmaları üzerine Türkiye’yi terk etti.
Aydar, Brüksel’de Nokta Dergisi’nden Müjgan Halis’e konuştu
Hareketiniz, Antalya’da yapılan G20 zirvesini Türkiye ve Ortadoğu açısından nasıl değerlendiriyor?
G20 belli bir ekonomik potansiyeli olan 20 devletin bir araya geldiği bir platformdur. Ama bu toplantı, ekonomiden çok siyasetin konuştuğu bir toplantı oldu. Ağırlıklı gündem Suriye’ydi, Paris Katliamı da bu gündemi perçinledi. Türkiye ve Tayyip Erdoğan orada bir şov yapmak istedi, bir nevi yaptı ama şovu gölgede kaldı. Yine de dünyaya ve Türkiye’ye “Hükümet yok burada belirleyici benim” mesajı vermek istemişti, bu mesajı verdi. Çünkü orada gerçekten de hükümet yoktu.
ERDOĞAN G20’DEN UMDUĞUNU BULAMADI
Bir tür başkan gibi yani…
Evet öyle. Aslında G20 kurulduğundan beri hiçbir zaman Cumhurbaşkanı düzeyinde katılım olmamıştır, hep Başbakanlar katılmıştır. Abdullah Gül 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde hiçbir G20 toplantısına gitmedi. Tayyip Erdoğan sistemi alt üst etmiş durumda. Mesela Almanya Cumhurbaşkanı görev tanımında olmayan bir yere gidemez, ‘gideceğim’ deseydi ona uçak bile vermezlerdi. İtalya’da Cumhurbaşkanı, İspanya’da kral, İngiltere’de kraliçe görevi olmayan yerlere gidemez. ABD’de başkanlık sistemi olduğu için elbette Obama gitti. Fakat bu adam (Erdoğan) kendisine göre sistem değiştirmiş durumda. Aslında muhalefetin bunu gündemleştirmesi gerekirdi ama sessizce geçiştirildi. Ülke Tayyip Erdoğan diktatörlüğüne alıştırılıyor.
G20 zirvesinin diğer bir sonucu ise, Tayyip Erdoğan’ın zirveden beklentilerinin boşa çıkmasıdır. Mülteci krizi bahanesiyle Suriye’de tampon bölge istiyordu. Ancak Obama’nın son günkü konuşmasında tampon bölge ve uçuşa yasaklı bölgeyi gerekli görmediğini söylemesi, Erdoğan’ın umutlarını da suya düşürdü. Ayrıca Erdoğan konuşmalarında sürekli IŞİD ile Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni eşitlemeye çalışma çabası da tutmadı. YPG’yi terörist olarak nitelendirmesine kimse kulak asmadı.
Putin’in “G20 ülkeleri içinde IŞİD’i destekleyenler var” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlginç tabii, 20 ülke arasında IŞİD’i destekleyen ülkeler var demesi. Benim ilk aklıma birinci şüpheli Türkiye, ikincisi de Suudi Arabistan’dır. Putin’in elinde çok daha önemli bilgiler olduğu kesin. Çünkü onlar da Suriye’de ve her şeyi, IŞİD’e giden TIR’ları izliyorlar. Gerçekten de IŞİD’in Ortadoğu’ya getirilmesinde, palazlanmasında bu iki ülkenin azımsanmayacak payı vardır.
VİYANA ÇÖZÜMÜNÜN HAYATA GEÇİRİLMESİ ZOR
Amerika ve Rusya şu anda Rojava’da Kürtlerin müttefiki durumundalar. G20 sonrası alınan kararlar Ortadoğu ve Rojava’ya nasıl yansır?
G20, Viyana’da alınan kararları desteklediğini açıkladı. Ancak önemli olan Viyana’da alınan kararların hayata geçirilip geçirilemeyeceği. Çünkü önce bir muhalefet listesi oluşturmak, bunları buluşturmak, uzlaştırmak ve Rejim’le müzakere masasına oturmak gerekiyor. Ama muhalefet kimdir, bunlar anlaşır mı anlaşmaz mı gibi pek çok cevaplanması gereken soru var. Ne kadar ciddiler ve bu ciddiyetlerini zeminde nasıl uyguluyacak bunu zaman gösterecek çünkü Suriye topraklarının yarısı Selefi grupların denetiminde. Çoğunluk IŞİD’de, ama El Nusra’nın, Ahrar u Şam’ın, İslami Cephe’nin elinde olan yerler var. Ve bunların tamamı El Kaide uzantılı örgütler. Diğer tarafta tek demokratik yapılanma olan Kürtler ve müttefiklerinin yarattığı Rojava var. Bir de Rejim ve destekçileri var.
AHRAR-U ŞAM’IN BAŞINA MİT’E YAKIN BİRİ GETİRİLDİ
Peki PYD, saydığınız bu örgütlerle aynı muhalefet cephesinin içinde Rejim’le müzakerelere katılır mı?
Kimse Nusra’yı o muhalif cephenin içine katamaz. Çünkü doğrudan El Kadie’nin Suriye koludur. Türkiye Ahraru Şam’ı katmak istiyor ama onlar da Nusra’yla her yerde müttefikler, birlikte çalışıyorlar. Zaten son zamanlarda başına MİT’e yakın biri getirildi, Türkiye onları pazarlamaya çalışıyor. Olay şu: Muhaliflerin bir araya getirilmesi, uzlaşması, aralarından bir sözcü seçmesi ve bu sözcünün de Rejim’e bir projeyle gitmesi lazım. Kürtler savaşta muhatap olarak alındı, elbette siyasi çözümde de muhatap olacaklardır. Ancak ben işlerin kolay olmayacağı kanaatindeyim. Çünkü Cenevre 1-2 gibi deneyimler hala akıllarda.
HERKES HAZIRLIĞINI SAVAŞA GÖRE YAPMALI
Muhataplık sadece Rojava’yla ilgili bir mevzu değil. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti bundan sonra PKK’yi, Kandil’i, İmralı’yı hatta HDP’yi hiçbir şekilde muhatap almayacaklarına dair bir açıklama yaptı ve kendi muhataplarını oluşturacaklarını söyledi. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Kimi muhatap alacaklar sizce?
(Gülerek) Canı sağolsun. Tayyip Erdoğan kendisine birkaç tane AKP’li bulsun konuşsun, kendi milletvekilleriyle, il başkanlarıyla sohbetler etsin. Ama neyi çözecek bu yöntemle? Bütün bunlara Kürtlerin karnı toktur. Benim muhatabım millettir diyor. Ne milleti, sen o milleti yok etmeye çalışıyorsun. Bu, çözüme niyeti olmayanın söylemidir. Ortada bir sorun varsa onu sorunun taraflarıyla çözersiniz, çözmeye niyetiniz yoksa dolambaçlı yollara başvurursunuz. Tayyip Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun ve AKP temsilcilerinin söylemi bizim çok yabancısı olmadığımız söylemlerdir. Eskiden de ‘Biz teröristlerle masaya oturmayız’ diyenler oldu, Tansu Çiller ‘Ya bitecek ya bitecek’ dedi. ‘Son terörist kalana kadar’ gibi lafları çok duyduk. Biz bu sözlerin ne anlama geldiğini iyi biliyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti yönetimini de tanıyoruz, AKP’yi de tanıyoruz, ordusunu da tanıyoruz. Bizi yenemeyeceğini görünce, yine gelip görüşecek. Ayrıca eskiden bizimle görüşünce çok mu hoşlarına gidiyordu, bizi çok mu seviyorlardı? Önceden düşünmeden ‘Kürt sorunu yoktur’ diyenler onlar değil miydi? Sonra düşündü ve var olduğunu gördü, şimdi de düşünmesini öneririz. AKP yarın öbür gün bu söylemini değiştirmek zorunda kalacak. Zaten biz o söyleme de takılmıyoruz. Şu anda halkımız, hareketimiz, insanlarımız topyekun bir saldırı altındadır. Bugün gündemimizde olan bu saldırıya karşı direniştir, onun dışında farklı bir gündemimiz yoktur. O istediği kadar konuşsun.
AKP’NİN ÇÖZÜM DİYE BİR PROJESİ YOK
AKP sözcüleri, Davutoğlu, yandaş basın ‘Hükümet KCK’ye şans verdi, ama onlar bu şansı kullanmadılar’ diyor. Ne şansı verdiler Allah aşkına? 2005’ten 2015’e kadar 10 yıldır bazen dolaylı, bazen yüz yüze görüşmelerimiz oldu. Türkiye hangi sorunu çözdü de biz kabul etmedik? Anadilde eğitim mi kabul edildi, kültürel kimlik mi? Kürt dili mi kamu dili haline geldi? Türkiye mi demokratikleşti? Yerel yönetim mi özerkleşti? Kürdistan Parlamentosu mu oluştu? Bunlar oldu da biz mi karşı çıktık?
Tayyip Erdoğan, cemaatle arası bozulduktan sonra çok korktu ve orduya yanaştı. Ergenekon-Balyoz davaları beraati, bu korkusunun sonucudur. Polis teşkilatında cemaatçileri tasfiye etti ve Ağar-Korkut Eken’in eski ekiplerini yeniden göreve çağrıldı. 90’ların JİTEM ve Özel Harekat Ekipleri şu anda görevdedir. Şu anda AKP’in çözüm diye bir projesi yok, bütün planları savaş üstüne. Herkes hazırlığını buna göre yapmalıdır.
Sizden resmi olarak ateşkes de talep edilmişti değil mi?
Tabii ki ateşkesler hiçbir zaman kendiliğinden olmadı. Bütün bu görüşmeleri bilen, içinde yer alan biri olarak söylüyorum: AKP bu 10 yıl içinde sorunu çözmek değil, sorunu yönetmek istedi. İşine geldiği zaman barış dedi, şu anda işine savaş demek geliyor. Son söylemlerine bakın: ‘Tek bir silahlı unsurları kalmayacak, gidecekler buradan, silahları bırakacaklar, silahları gömüp üzerine beton dökecekler’ diyorlar. Biz de diyoruz ki; madem o kadar diyorsun gel al silahları; çünkü söyleyecek başka bir şey kalmadı.
BİZİ ELEŞTİREN KESİMLER AKP PROPAGANDASININ ETKİSİNDE
Çatışmalar başladıktan sonra aralarında Türkiye sosyalist hareketinin ileri gelenlerinin de olduğu bazı kesimler, PKK’yi, HDP’nin 1 Kasım’da aldığı sonuç nedeniyle suçladılar. Hatta PKK’nin HDP’yi bir şekilde tasfiye etmeye çalıştığına dair iddialar dile getirildi. PKK, gerçekten de kendi projesi olan bir partiyi bitirmek mi istiyor?
Karşımızda medya gücü ve bütün kurumlarıyla saldırıya geçmiş bir devlet ve bu devletin bir özel savaş merkezi var. Psikolojik savaş yöntemleriye kendisine göre gündem yaratıp yalan haberler uyduruyorlar. Kürt sorunuyla ilgili ne tartışılmasını istiyorlarsa, nasıl bir imaj yaratmak istiyorlarsa onu yaratıp piyasaya sürüyorlar. Muhaliflerin sesi kesildiği için, hareketle bağı olmayan birçok kesim de o gündeme göre yorumlar yapıyor. Bunu iyi niyetli olanlar için söylüyorum, çünkü aralarında düşmanlık niyetiyle bunu yapanlar olduğu da kesin. o tür söylemlerin bilgi eksikliği ve psikolojik savaş merkezlerinin propagandasının etkisi olduğunu düşünmek istiyorum. O dostlara ve çevrelere biraz empati öneriyorum. Bakın, 7 aydır görüşmediğimiz başkan adına mesajlar yayınlanıyor. Başkan ailesini, avukatlarını geçtik yanındakilerle bile görüştürülmüyor, mektup yazması bile engelleniyor. Bu nasıl bir basın ahlakı, birilerinin sorması lazım.
HDP’NİN TÜRKİYELİLEŞMESİ GEREKİYOR
Sizce neye hizmet ediyor İmralı kaynak gösterilerek yapılan haberler?
Psikolojik savaş merkezi bir imaj yaratmaya çalışıyor: O da Kürt hareketinin bileşenlerinin birlik olmadığı imajı. Diyor ya Yalçın Akdoğan, ‘İmralı bunları görürse sopayla kovalar’ diye. Hele bir görelim, bakalım kovalıyor mu, kovalamıyor mu? Sen bütün kapıları kapatmışsın, böyle bol keseden kimin adına konuşuyorsun? Diyorlar ki; Kandil ayrı, HDP ayrı, Avrupa ayrı düşünüyor. Bunlar böyle parça parça oldukları sürece muhatap alamayız. İkinci olarak da HDP’nin kafasını karıştırmaya çalışıyorlar. Kandil’dekiler, yani hareketin merkezi HDP’den rahatsız diye iddialar yayıyorlar. HDP sinmemeli, iktidarın yarattığı gündemin peşine takılmamalı, kendi gündemini yaratmalıdır. HDP’nin önünde anamuhalefet olma görevi var. Bu dönem tam da her tarafta Türkiye’nin sorunlarına sahip çıkıp, Türkiyelileşmesi gereken dönemdir.
Yani 1 Kasım’daki psikolojik eşik aşılmalı diyorsunuz.
Rastgele bir şekilde başkanlık gündemi gibi konularda konuşulmamalı, bunlar Tayyip Erdoğan’ın gündemidir. Biz demokratik olmayan hiçbir şeye taraf olamayız. Her uzatılan mikrofona da onların gündemi çerçevesinde cevap verilmemesi gerekir. Benim tasvsiyem budur. Bu tavsiyem de sakın HDP’ye direktif, vesayet olarak algılanmasın. Yaptığım düşünce beyanından ibarettir. AKP’nin kurumsal olarak getirip HDP’nin önüne koyduğu bir teklif yoktur. Getirip ‘Sen bu Anayasa’ya ne diyorsun?’ demiyor. Zoraki ve darbe ortamında bir seçim yapılmıştır ve seçim bitmiştir. Ordusuyla, askeriyle, polisiyle, valisiyle, kaymakamıyla her şeyin bir partinin emrinde oldağu bir seçim yürütülmüştür. Yaşanılan demokratik bir ortam değildir. Mart’tan bu yana Türkiye’de parlamento yoktur, Tayyip Erdoğan’ın olağanüstü tek kişilik yönetimi vardır. Buna rağmen alınan sonuç başarılı bir sonuçtur, herkes bunu böyle görmeli ve bunun üzerine ne koyabiliriz diye çalışmalıdır. Kimse, CHP’den ve MHP’den muhalefet beklentisinde değildir, gözler HDP’dedir ve HDP de Türkiye kamuoyunun beklentisine uygun davranmalıdır.
90’LARDA CENAZELERİ DERİN DONDURUCADA SAKLAMIYORDUK
40 yıllık dönem içinde PKK’ye çok defa sınır ötesi harekatlar düzenlendi. Fakat temmuz sonrası başlatılan harekat, tarihin en büyük operasyonu. Sizi nasıl etkiledi bu operasyonlar?
Evet Türk devleti, hava operasyonu olarak büyük operasyonlar düzenliyor ama karada etkili bir operasyon yapamıyorlar. Zaten bunu yapmak da kolay değil. Hava operasyonu Türkiye açısından can güvenliği riski taşımıyor, ama karada bunu göze alamıyorlar.
Ama Genelkurmay Başkanlığı da, Dağlıca gibi yerlerde ilerleme kat ettiklerini ilan etti. Bu doğru değil mi?
Psikolojik harekatın bir yönü de, düşmana ne kadar zarar verdiğine dair yalan haberler uydurmaktır. Psikolojik üstünlüğü ele geçirmek her savaşta denenen bir yöntemdir. Zaten yapılan açıklamalarda söylenen rakamlara bakarsanız, şimdi bizim hiçbirimizin kalmaması gerekirdi. Tayyip Erdoğan bile Temmuz ayında 2 bin kişiyi öldürdüklerini söylemişti ki, bunun doğrulukla uzaktan yakından alakası yok. Tabii ki bu bir savaş ve karşılıklı kayıplar var. Ama HPG kayıplarını her gün açıklıyor. Bizim bunu kamuoyundan saklama gibi bir derdimiz ve politikamız yok. Yalnız şunu söyleyeyim: Bu savaş Türkiye’yi nereye götürür en ufak bir fikirleri yok.
Ayrıca şunu da belirteyim ki, Kürdistan’daki uygulamalar da 90’lardan beterdir. Onlar her ne kadar biz 90’lara dönmedik deseler de, biz 90’larda çocuklarımızın cenazelerini derin dondurucularda saklamıyorduk. Tayyip Erdoğan, Mısır’da katledilen Esma için ağlıyordu ama Cizre’de öldürülen Cemile’nin adını bile bilmiyordur.
Özellikle sivillerin hedef alınmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bilinçli ve kararlaştırımış bir politikadır. Kontrollü bir yaklaşımla her çıktıklarında birkaç tane sivil vurun talimatı almışlar. Böylece sivilleri ‘terbiye’ etmeyi ve PKK’ye halkın verdiği desteği bitirebileceklerini sanıyorlar. İkinci amaçları da, boşaltmaya ve onlara karşı duran dinamik nüfusu göçtürmeye yöneliktir. Halkı gelirsizleştirmek ve mülteci konumuna itmek istiyorlar.
SAVAŞI ŞEHİRLERE BİZ TAŞIMADIK
Bu dönemin savaşının 90’larda hatta 2013 öncesinde yaşanan savaştan belirgin bir farkı var. Eskiden gerilla ile devlet arasında dağlarda süren savaş, şimdi şehir merkezlerinde siviller, gençler ve devlet arasında sürüyor. Bu hareketinizin bir tercihi mi?
Biz savaşı şehirlere taşımak istemedik, böyle bir politikamız yoktu. Ama insanların kendisini yönetme talebi var. Halk bizim başımıza kaymakam, polis, müdür atamayın, diyor. Şehirlerde yaşanan, bu talebe devletin saldırması olayıdır. Eğer devlet saldırmasa o sokaklarda hiçbir olay çıkmayacak. Bir mahallenin kendi meclisi olacak, kooperatifi olacak, bunun eğitim, sağlık, sosyal, ekonomik örgütlenmeleri olacak. Fakat saldırılarla sadece savunma yanı öne çıktı. Yani halkın sosyal, idari taleplerine devletin verdiği yanıttır savaş. Bu, her şeyin Saray’dan yürütülmesini isteyenlerin yanıtıdır. Yarın öbür gün İzmir’de, Edirne’de ‘Mahallemize karışmayın biz kendimizi yönetmek istiyoruz’ derlerse aynı tavırla karşılaşacaklar. Öte yandan Türkiye’de birçok kesimde hükümet güçlüdür, devlet babadır sizi döver anlayışı hakim. Yani devletin dövmesini doğal buluyorlar. Sorunun bir yanı da bu. Zaten bu isyan o devletin dövmesine karşı gelişti.
YA MÜZAKERE YA DA BEDELİ NE OLURSA OLSUN MÜCADELE
Bir de hareketinize yönelik şöyle bir eleştiri var, deniliyor ki bunlar zaten kendilerinin yönettiği belediyeler, öz yönetime ne gerek var. Buna ne diyorsunuz?
Türkiye’de belediyelerin yetkileri yok, biliyorsunuz hepsi valiler tarafından görevden alınabiliyor ki, son dönemde bu sıkça yaşandı. Böyle güvencesi olmayan, kaynağını merkezi idareden alan, devlet para verirse çalışan bir yerel yönetim olabilir mi? Biz yıllardır belediyelere yetki verin, Avrupa Konseyi’nin Yerel Yönetim Şartı’ndaki çekinceleri kaldırın diyoruz. Şu anda olan, kendini yönetme değildir.
Peki özyönetim mücadelesi Kürt kasabalarında ne kadar sürecek? Koyduğunuz bir vade var mı?
Biz tek tek bireyler değiliz, halkız, kolektif bir iradeyiz. Bizim kimlik talebimiz var, bizim kendimizi yönetme talebimiz var. Bu talep, mücadelenin bütünüdür ve gelişecektir. Nereye varacağını onu şu anda kestiremeyiz. Zaten bunlar masaya getirilen önerilerdi. Şunu diyoruz: Ya bizimle müzakere ederek bunu kabul edersiniz ya da bu halk bedeli ne olursa olsun, özgür bir şekilde kendini yönetene kadar mücadelesini sürdürür.
HERŞEY PARLAMENTO DEĞİL!
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt halkının yalnız bırakıldığını söyledi. Tam burada HDP’nin üstüne düşen görev ne olmalı?
Sayın Kalkan’ın söylediği haklı bir serzeniştir. Gezi’ye Kürtler yeterince katılmadı diyenler bu serzenişi dikkate almalıdır. Gezi ayları bulan bir direniş değildi ama Türkiye ölçeğinde iyi bir başlangıçtı, devam ettirilmesi gerekiyordu ama devletin saldırısıyla kesildi. Bugün hem Türkiye’de hem Kürdistan’da Gezi’nin 40 katı daha fazla gerekçe vardır. Şimdi Kürdistan yanıp yıkılıyor, biz buzdolaplarında ceset saklıyoruz. Tam burada HDP’ye düşen görev, Gezi ruhuyla batıyı ayağa kaldırmak ve Türkiye’yi doğusuyla batısıyla birleştirmektir. Batıda bu potansiyel vardır ve harekete geçirilmesi zor değildir. Her şey parlamento değil, demokrasiler tek başlarına parlamentolarda kurulmuyor, sokak da genel muhalefetin parçasıdır.
Son olarak Türkiye seçimleri sonrası ülkede çok ciddi bir umutsuzluk ruh hali var. Hatta korku… Buna dair yorumunuz nedir?
Türkiye’de birçok kesimde ciddi bir umutsuzluk ve moral düşüklüğü olduğunu duyuyoruz. Özellikle belli bir yaşam tarzı olan laik-demokratik çevrelerde yaygın olan bir duygu durumu olduğuna dair bilgilerimiz var. Hatta Türkiye’yi terk etmenin de birçok kişinin gündeminde olduğunu da biliyoruz. Sürgünde yaşayan biri olarak söylüyorum; gidilecek bir yer yok. Ayrıca moral bozulacak bir durum da yoktur. Tayyip Erdoğan da, iktidarı da o kadar güçlü değildir. Zulüm kalınlaştıkça kırılır. Onu sarsacağız ve düşüreceğiz. Ortada kapı gibi Kürdistan Özgürlük Direnişi var, önemli olan direnişi bir potada toplamaktır.KAYNAK: NOKTA DERGİSİ
‘Polis teşkilatında cemaatçileri tasfiye etti ve Ağar-Korkut Eken’in eski ekipleri yeniden göreve çağrıldı. 90’ların JİTEM ve Özel Harekat Ekipleri şu anda görevdedir. Şu anda AKP’in çözüm diye bir projesi yok.’
Zübeyir Aydar… KCK Yürütme Konseyi Üyesi… TBMM’de 19. dönem Siirt milletvekili olarak görev yaptı. 1994’te aralarındaLayla Zana ve Orhan Doğan‘ın da bulunduğu DEP milletvekillerinin cezaevine konulmaları üzerine Türkiye’yi terk etti.
Aydar, Brüksel’de Nokta Dergisi’nden Müjgan Halis’e konuştu
Hareketiniz, Antalya’da yapılan G20 zirvesini Türkiye ve Ortadoğu açısından nasıl değerlendiriyor?
G20 belli bir ekonomik potansiyeli olan 20 devletin bir araya geldiği bir platformdur. Ama bu toplantı, ekonomiden çok siyasetin konuştuğu bir toplantı oldu. Ağırlıklı gündem Suriye’ydi, Paris Katliamı da bu gündemi perçinledi. Türkiye ve Tayyip Erdoğan orada bir şov yapmak istedi, bir nevi yaptı ama şovu gölgede kaldı. Yine de dünyaya ve Türkiye’ye “Hükümet yok burada belirleyici benim” mesajı vermek istemişti, bu mesajı verdi. Çünkü orada gerçekten de hükümet yoktu.
ERDOĞAN G20’DEN UMDUĞUNU BULAMADI
Bir tür başkan gibi yani…
Evet öyle. Aslında G20 kurulduğundan beri hiçbir zaman Cumhurbaşkanı düzeyinde katılım olmamıştır, hep Başbakanlar katılmıştır. Abdullah Gül 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde hiçbir G20 toplantısına gitmedi. Tayyip Erdoğan sistemi alt üst etmiş durumda. Mesela Almanya Cumhurbaşkanı görev tanımında olmayan bir yere gidemez, ‘gideceğim’ deseydi ona uçak bile vermezlerdi. İtalya’da Cumhurbaşkanı, İspanya’da kral, İngiltere’de kraliçe görevi olmayan yerlere gidemez. ABD’de başkanlık sistemi olduğu için elbette Obama gitti. Fakat bu adam (Erdoğan) kendisine göre sistem değiştirmiş durumda. Aslında muhalefetin bunu gündemleştirmesi gerekirdi ama sessizce geçiştirildi. Ülke Tayyip Erdoğan diktatörlüğüne alıştırılıyor.
G20 zirvesinin diğer bir sonucu ise, Tayyip Erdoğan’ın zirveden beklentilerinin boşa çıkmasıdır. Mülteci krizi bahanesiyle Suriye’de tampon bölge istiyordu. Ancak Obama’nın son günkü konuşmasında tampon bölge ve uçuşa yasaklı bölgeyi gerekli görmediğini söylemesi, Erdoğan’ın umutlarını da suya düşürdü. Ayrıca Erdoğan konuşmalarında sürekli IŞİD ile Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni eşitlemeye çalışma çabası da tutmadı. YPG’yi terörist olarak nitelendirmesine kimse kulak asmadı.
Putin’in “G20 ülkeleri içinde IŞİD’i destekleyenler var” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlginç tabii, 20 ülke arasında IŞİD’i destekleyen ülkeler var demesi. Benim ilk aklıma birinci şüpheli Türkiye, ikincisi de Suudi Arabistan’dır. Putin’in elinde çok daha önemli bilgiler olduğu kesin. Çünkü onlar da Suriye’de ve her şeyi, IŞİD’e giden TIR’ları izliyorlar. Gerçekten de IŞİD’in Ortadoğu’ya getirilmesinde, palazlanmasında bu iki ülkenin azımsanmayacak payı vardır.
VİYANA ÇÖZÜMÜNÜN HAYATA GEÇİRİLMESİ ZOR
Amerika ve Rusya şu anda Rojava’da Kürtlerin müttefiki durumundalar. G20 sonrası alınan kararlar Ortadoğu ve Rojava’ya nasıl yansır?
G20, Viyana’da alınan kararları desteklediğini açıkladı. Ancak önemli olan Viyana’da alınan kararların hayata geçirilip geçirilemeyeceği. Çünkü önce bir muhalefet listesi oluşturmak, bunları buluşturmak, uzlaştırmak ve Rejim’le müzakere masasına oturmak gerekiyor. Ama muhalefet kimdir, bunlar anlaşır mı anlaşmaz mı gibi pek çok cevaplanması gereken soru var. Ne kadar ciddiler ve bu ciddiyetlerini zeminde nasıl uyguluyacak bunu zaman gösterecek çünkü Suriye topraklarının yarısı Selefi grupların denetiminde. Çoğunluk IŞİD’de, ama El Nusra’nın, Ahrar u Şam’ın, İslami Cephe’nin elinde olan yerler var. Ve bunların tamamı El Kaide uzantılı örgütler. Diğer tarafta tek demokratik yapılanma olan Kürtler ve müttefiklerinin yarattığı Rojava var. Bir de Rejim ve destekçileri var.
AHRAR-U ŞAM’IN BAŞINA MİT’E YAKIN BİRİ GETİRİLDİ
Peki PYD, saydığınız bu örgütlerle aynı muhalefet cephesinin içinde Rejim’le müzakerelere katılır mı?
Kimse Nusra’yı o muhalif cephenin içine katamaz. Çünkü doğrudan El Kadie’nin Suriye koludur. Türkiye Ahraru Şam’ı katmak istiyor ama onlar da Nusra’yla her yerde müttefikler, birlikte çalışıyorlar. Zaten son zamanlarda başına MİT’e yakın biri getirildi, Türkiye onları pazarlamaya çalışıyor. Olay şu: Muhaliflerin bir araya getirilmesi, uzlaşması, aralarından bir sözcü seçmesi ve bu sözcünün de Rejim’e bir projeyle gitmesi lazım. Kürtler savaşta muhatap olarak alındı, elbette siyasi çözümde de muhatap olacaklardır. Ancak ben işlerin kolay olmayacağı kanaatindeyim. Çünkü Cenevre 1-2 gibi deneyimler hala akıllarda.
HERKES HAZIRLIĞINI SAVAŞA GÖRE YAPMALI
Muhataplık sadece Rojava’yla ilgili bir mevzu değil. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti bundan sonra PKK’yi, Kandil’i, İmralı’yı hatta HDP’yi hiçbir şekilde muhatap almayacaklarına dair bir açıklama yaptı ve kendi muhataplarını oluşturacaklarını söyledi. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Kimi muhatap alacaklar sizce?
(Gülerek) Canı sağolsun. Tayyip Erdoğan kendisine birkaç tane AKP’li bulsun konuşsun, kendi milletvekilleriyle, il başkanlarıyla sohbetler etsin. Ama neyi çözecek bu yöntemle? Bütün bunlara Kürtlerin karnı toktur. Benim muhatabım millettir diyor. Ne milleti, sen o milleti yok etmeye çalışıyorsun. Bu, çözüme niyeti olmayanın söylemidir. Ortada bir sorun varsa onu sorunun taraflarıyla çözersiniz, çözmeye niyetiniz yoksa dolambaçlı yollara başvurursunuz. Tayyip Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun ve AKP temsilcilerinin söylemi bizim çok yabancısı olmadığımız söylemlerdir. Eskiden de ‘Biz teröristlerle masaya oturmayız’ diyenler oldu, Tansu Çiller ‘Ya bitecek ya bitecek’ dedi. ‘Son terörist kalana kadar’ gibi lafları çok duyduk. Biz bu sözlerin ne anlama geldiğini iyi biliyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti yönetimini de tanıyoruz, AKP’yi de tanıyoruz, ordusunu da tanıyoruz. Bizi yenemeyeceğini görünce, yine gelip görüşecek. Ayrıca eskiden bizimle görüşünce çok mu hoşlarına gidiyordu, bizi çok mu seviyorlardı? Önceden düşünmeden ‘Kürt sorunu yoktur’ diyenler onlar değil miydi? Sonra düşündü ve var olduğunu gördü, şimdi de düşünmesini öneririz. AKP yarın öbür gün bu söylemini değiştirmek zorunda kalacak. Zaten biz o söyleme de takılmıyoruz. Şu anda halkımız, hareketimiz, insanlarımız topyekun bir saldırı altındadır. Bugün gündemimizde olan bu saldırıya karşı direniştir, onun dışında farklı bir gündemimiz yoktur. O istediği kadar konuşsun.
AKP’NİN ÇÖZÜM DİYE BİR PROJESİ YOK
AKP sözcüleri, Davutoğlu, yandaş basın ‘Hükümet KCK’ye şans verdi, ama onlar bu şansı kullanmadılar’ diyor. Ne şansı verdiler Allah aşkına? 2005’ten 2015’e kadar 10 yıldır bazen dolaylı, bazen yüz yüze görüşmelerimiz oldu. Türkiye hangi sorunu çözdü de biz kabul etmedik? Anadilde eğitim mi kabul edildi, kültürel kimlik mi? Kürt dili mi kamu dili haline geldi? Türkiye mi demokratikleşti? Yerel yönetim mi özerkleşti? Kürdistan Parlamentosu mu oluştu? Bunlar oldu da biz mi karşı çıktık?
Tayyip Erdoğan, cemaatle arası bozulduktan sonra çok korktu ve orduya yanaştı. Ergenekon-Balyoz davaları beraati, bu korkusunun sonucudur. Polis teşkilatında cemaatçileri tasfiye etti ve Ağar-Korkut Eken’in eski ekiplerini yeniden göreve çağrıldı. 90’ların JİTEM ve Özel Harekat Ekipleri şu anda görevdedir. Şu anda AKP’in çözüm diye bir projesi yok, bütün planları savaş üstüne. Herkes hazırlığını buna göre yapmalıdır.
Sizden resmi olarak ateşkes de talep edilmişti değil mi?
Tabii ki ateşkesler hiçbir zaman kendiliğinden olmadı. Bütün bu görüşmeleri bilen, içinde yer alan biri olarak söylüyorum: AKP bu 10 yıl içinde sorunu çözmek değil, sorunu yönetmek istedi. İşine geldiği zaman barış dedi, şu anda işine savaş demek geliyor. Son söylemlerine bakın: ‘Tek bir silahlı unsurları kalmayacak, gidecekler buradan, silahları bırakacaklar, silahları gömüp üzerine beton dökecekler’ diyorlar. Biz de diyoruz ki; madem o kadar diyorsun gel al silahları; çünkü söyleyecek başka bir şey kalmadı.
BİZİ ELEŞTİREN KESİMLER AKP PROPAGANDASININ ETKİSİNDE
Çatışmalar başladıktan sonra aralarında Türkiye sosyalist hareketinin ileri gelenlerinin de olduğu bazı kesimler, PKK’yi, HDP’nin 1 Kasım’da aldığı sonuç nedeniyle suçladılar. Hatta PKK’nin HDP’yi bir şekilde tasfiye etmeye çalıştığına dair iddialar dile getirildi. PKK, gerçekten de kendi projesi olan bir partiyi bitirmek mi istiyor?
Karşımızda medya gücü ve bütün kurumlarıyla saldırıya geçmiş bir devlet ve bu devletin bir özel savaş merkezi var. Psikolojik savaş yöntemleriye kendisine göre gündem yaratıp yalan haberler uyduruyorlar. Kürt sorunuyla ilgili ne tartışılmasını istiyorlarsa, nasıl bir imaj yaratmak istiyorlarsa onu yaratıp piyasaya sürüyorlar. Muhaliflerin sesi kesildiği için, hareketle bağı olmayan birçok kesim de o gündeme göre yorumlar yapıyor. Bunu iyi niyetli olanlar için söylüyorum, çünkü aralarında düşmanlık niyetiyle bunu yapanlar olduğu da kesin. o tür söylemlerin bilgi eksikliği ve psikolojik savaş merkezlerinin propagandasının etkisi olduğunu düşünmek istiyorum. O dostlara ve çevrelere biraz empati öneriyorum. Bakın, 7 aydır görüşmediğimiz başkan adına mesajlar yayınlanıyor. Başkan ailesini, avukatlarını geçtik yanındakilerle bile görüştürülmüyor, mektup yazması bile engelleniyor. Bu nasıl bir basın ahlakı, birilerinin sorması lazım.
HDP’NİN TÜRKİYELİLEŞMESİ GEREKİYOR
Sizce neye hizmet ediyor İmralı kaynak gösterilerek yapılan haberler?
Psikolojik savaş merkezi bir imaj yaratmaya çalışıyor: O da Kürt hareketinin bileşenlerinin birlik olmadığı imajı. Diyor ya Yalçın Akdoğan, ‘İmralı bunları görürse sopayla kovalar’ diye. Hele bir görelim, bakalım kovalıyor mu, kovalamıyor mu? Sen bütün kapıları kapatmışsın, böyle bol keseden kimin adına konuşuyorsun? Diyorlar ki; Kandil ayrı, HDP ayrı, Avrupa ayrı düşünüyor. Bunlar böyle parça parça oldukları sürece muhatap alamayız. İkinci olarak da HDP’nin kafasını karıştırmaya çalışıyorlar. Kandil’dekiler, yani hareketin merkezi HDP’den rahatsız diye iddialar yayıyorlar. HDP sinmemeli, iktidarın yarattığı gündemin peşine takılmamalı, kendi gündemini yaratmalıdır. HDP’nin önünde anamuhalefet olma görevi var. Bu dönem tam da her tarafta Türkiye’nin sorunlarına sahip çıkıp, Türkiyelileşmesi gereken dönemdir.
Yani 1 Kasım’daki psikolojik eşik aşılmalı diyorsunuz.
Rastgele bir şekilde başkanlık gündemi gibi konularda konuşulmamalı, bunlar Tayyip Erdoğan’ın gündemidir. Biz demokratik olmayan hiçbir şeye taraf olamayız. Her uzatılan mikrofona da onların gündemi çerçevesinde cevap verilmemesi gerekir. Benim tasvsiyem budur. Bu tavsiyem de sakın HDP’ye direktif, vesayet olarak algılanmasın. Yaptığım düşünce beyanından ibarettir. AKP’nin kurumsal olarak getirip HDP’nin önüne koyduğu bir teklif yoktur. Getirip ‘Sen bu Anayasa’ya ne diyorsun?’ demiyor. Zoraki ve darbe ortamında bir seçim yapılmıştır ve seçim bitmiştir. Ordusuyla, askeriyle, polisiyle, valisiyle, kaymakamıyla her şeyin bir partinin emrinde oldağu bir seçim yürütülmüştür. Yaşanılan demokratik bir ortam değildir. Mart’tan bu yana Türkiye’de parlamento yoktur, Tayyip Erdoğan’ın olağanüstü tek kişilik yönetimi vardır. Buna rağmen alınan sonuç başarılı bir sonuçtur, herkes bunu böyle görmeli ve bunun üzerine ne koyabiliriz diye çalışmalıdır. Kimse, CHP’den ve MHP’den muhalefet beklentisinde değildir, gözler HDP’dedir ve HDP de Türkiye kamuoyunun beklentisine uygun davranmalıdır.
90’LARDA CENAZELERİ DERİN DONDURUCADA SAKLAMIYORDUK
40 yıllık dönem içinde PKK’ye çok defa sınır ötesi harekatlar düzenlendi. Fakat temmuz sonrası başlatılan harekat, tarihin en büyük operasyonu. Sizi nasıl etkiledi bu operasyonlar?
Evet Türk devleti, hava operasyonu olarak büyük operasyonlar düzenliyor ama karada etkili bir operasyon yapamıyorlar. Zaten bunu yapmak da kolay değil. Hava operasyonu Türkiye açısından can güvenliği riski taşımıyor, ama karada bunu göze alamıyorlar.
Ama Genelkurmay Başkanlığı da, Dağlıca gibi yerlerde ilerleme kat ettiklerini ilan etti. Bu doğru değil mi?
Psikolojik harekatın bir yönü de, düşmana ne kadar zarar verdiğine dair yalan haberler uydurmaktır. Psikolojik üstünlüğü ele geçirmek her savaşta denenen bir yöntemdir. Zaten yapılan açıklamalarda söylenen rakamlara bakarsanız, şimdi bizim hiçbirimizin kalmaması gerekirdi. Tayyip Erdoğan bile Temmuz ayında 2 bin kişiyi öldürdüklerini söylemişti ki, bunun doğrulukla uzaktan yakından alakası yok. Tabii ki bu bir savaş ve karşılıklı kayıplar var. Ama HPG kayıplarını her gün açıklıyor. Bizim bunu kamuoyundan saklama gibi bir derdimiz ve politikamız yok. Yalnız şunu söyleyeyim: Bu savaş Türkiye’yi nereye götürür en ufak bir fikirleri yok.
Ayrıca şunu da belirteyim ki, Kürdistan’daki uygulamalar da 90’lardan beterdir. Onlar her ne kadar biz 90’lara dönmedik deseler de, biz 90’larda çocuklarımızın cenazelerini derin dondurucularda saklamıyorduk. Tayyip Erdoğan, Mısır’da katledilen Esma için ağlıyordu ama Cizre’de öldürülen Cemile’nin adını bile bilmiyordur.
Özellikle sivillerin hedef alınmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bilinçli ve kararlaştırımış bir politikadır. Kontrollü bir yaklaşımla her çıktıklarında birkaç tane sivil vurun talimatı almışlar. Böylece sivilleri ‘terbiye’ etmeyi ve PKK’ye halkın verdiği desteği bitirebileceklerini sanıyorlar. İkinci amaçları da, boşaltmaya ve onlara karşı duran dinamik nüfusu göçtürmeye yöneliktir. Halkı gelirsizleştirmek ve mülteci konumuna itmek istiyorlar.
SAVAŞI ŞEHİRLERE BİZ TAŞIMADIK
Bu dönemin savaşının 90’larda hatta 2013 öncesinde yaşanan savaştan belirgin bir farkı var. Eskiden gerilla ile devlet arasında dağlarda süren savaş, şimdi şehir merkezlerinde siviller, gençler ve devlet arasında sürüyor. Bu hareketinizin bir tercihi mi?
Biz savaşı şehirlere taşımak istemedik, böyle bir politikamız yoktu. Ama insanların kendisini yönetme talebi var. Halk bizim başımıza kaymakam, polis, müdür atamayın, diyor. Şehirlerde yaşanan, bu talebe devletin saldırması olayıdır. Eğer devlet saldırmasa o sokaklarda hiçbir olay çıkmayacak. Bir mahallenin kendi meclisi olacak, kooperatifi olacak, bunun eğitim, sağlık, sosyal, ekonomik örgütlenmeleri olacak. Fakat saldırılarla sadece savunma yanı öne çıktı. Yani halkın sosyal, idari taleplerine devletin verdiği yanıttır savaş. Bu, her şeyin Saray’dan yürütülmesini isteyenlerin yanıtıdır. Yarın öbür gün İzmir’de, Edirne’de ‘Mahallemize karışmayın biz kendimizi yönetmek istiyoruz’ derlerse aynı tavırla karşılaşacaklar. Öte yandan Türkiye’de birçok kesimde hükümet güçlüdür, devlet babadır sizi döver anlayışı hakim. Yani devletin dövmesini doğal buluyorlar. Sorunun bir yanı da bu. Zaten bu isyan o devletin dövmesine karşı gelişti.
YA MÜZAKERE YA DA BEDELİ NE OLURSA OLSUN MÜCADELE
Bir de hareketinize yönelik şöyle bir eleştiri var, deniliyor ki bunlar zaten kendilerinin yönettiği belediyeler, öz yönetime ne gerek var. Buna ne diyorsunuz?
Türkiye’de belediyelerin yetkileri yok, biliyorsunuz hepsi valiler tarafından görevden alınabiliyor ki, son dönemde bu sıkça yaşandı. Böyle güvencesi olmayan, kaynağını merkezi idareden alan, devlet para verirse çalışan bir yerel yönetim olabilir mi? Biz yıllardır belediyelere yetki verin, Avrupa Konseyi’nin Yerel Yönetim Şartı’ndaki çekinceleri kaldırın diyoruz. Şu anda olan, kendini yönetme değildir.
Peki özyönetim mücadelesi Kürt kasabalarında ne kadar sürecek? Koyduğunuz bir vade var mı?
Biz tek tek bireyler değiliz, halkız, kolektif bir iradeyiz. Bizim kimlik talebimiz var, bizim kendimizi yönetme talebimiz var. Bu talep, mücadelenin bütünüdür ve gelişecektir. Nereye varacağını onu şu anda kestiremeyiz. Zaten bunlar masaya getirilen önerilerdi. Şunu diyoruz: Ya bizimle müzakere ederek bunu kabul edersiniz ya da bu halk bedeli ne olursa olsun, özgür bir şekilde kendini yönetene kadar mücadelesini sürdürür.
HERŞEY PARLAMENTO DEĞİL!
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt halkının yalnız bırakıldığını söyledi. Tam burada HDP’nin üstüne düşen görev ne olmalı?
Sayın Kalkan’ın söylediği haklı bir serzeniştir. Gezi’ye Kürtler yeterince katılmadı diyenler bu serzenişi dikkate almalıdır. Gezi ayları bulan bir direniş değildi ama Türkiye ölçeğinde iyi bir başlangıçtı, devam ettirilmesi gerekiyordu ama devletin saldırısıyla kesildi. Bugün hem Türkiye’de hem Kürdistan’da Gezi’nin 40 katı daha fazla gerekçe vardır. Şimdi Kürdistan yanıp yıkılıyor, biz buzdolaplarında ceset saklıyoruz. Tam burada HDP’ye düşen görev, Gezi ruhuyla batıyı ayağa kaldırmak ve Türkiye’yi doğusuyla batısıyla birleştirmektir. Batıda bu potansiyel vardır ve harekete geçirilmesi zor değildir. Her şey parlamento değil, demokrasiler tek başlarına parlamentolarda kurulmuyor, sokak da genel muhalefetin parçasıdır.
Son olarak Türkiye seçimleri sonrası ülkede çok ciddi bir umutsuzluk ruh hali var. Hatta korku… Buna dair yorumunuz nedir?
Türkiye’de birçok kesimde ciddi bir umutsuzluk ve moral düşüklüğü olduğunu duyuyoruz. Özellikle belli bir yaşam tarzı olan laik-demokratik çevrelerde yaygın olan bir duygu durumu olduğuna dair bilgilerimiz var. Hatta Türkiye’yi terk etmenin de birçok kişinin gündeminde olduğunu da biliyoruz. Sürgünde yaşayan biri olarak söylüyorum; gidilecek bir yer yok. Ayrıca moral bozulacak bir durum da yoktur. Tayyip Erdoğan da, iktidarı da o kadar güçlü değildir. Zulüm kalınlaştıkça kırılır. Onu sarsacağız ve düşüreceğiz. Ortada kapı gibi Kürdistan Özgürlük Direnişi var, önemli olan direnişi bir potada toplamaktır.KAYNAK: NOKTA DERGİSİ
‘Polis teşkilatında cemaatçileri tasfiye etti ve Ağar-Korkut Eken’in eski ekipleri yeniden göreve çağrıldı. 90’ların JİTEM ve Özel Harekat Ekipleri şu anda görevdedir. Şu anda AKP’in çözüm diye bir projesi yok.’
Zübeyir Aydar… KCK Yürütme Konseyi Üyesi… TBMM’de 19. dönem Siirt milletvekili olarak görev yaptı. 1994’te aralarındaLayla Zana ve Orhan Doğan‘ın da bulunduğu DEP milletvekillerinin cezaevine konulmaları üzerine Türkiye’yi terk etti.
Aydar, Brüksel’de Nokta Dergisi’nden Müjgan Halis’e konuştu
Hareketiniz, Antalya’da yapılan G20 zirvesini Türkiye ve Ortadoğu açısından nasıl değerlendiriyor?
G20 belli bir ekonomik potansiyeli olan 20 devletin bir araya geldiği bir platformdur. Ama bu toplantı, ekonomiden çok siyasetin konuştuğu bir toplantı oldu. Ağırlıklı gündem Suriye’ydi, Paris Katliamı da bu gündemi perçinledi. Türkiye ve Tayyip Erdoğan orada bir şov yapmak istedi, bir nevi yaptı ama şovu gölgede kaldı. Yine de dünyaya ve Türkiye’ye “Hükümet yok burada belirleyici benim” mesajı vermek istemişti, bu mesajı verdi. Çünkü orada gerçekten de hükümet yoktu.
ERDOĞAN G20’DEN UMDUĞUNU BULAMADI
Bir tür başkan gibi yani…
Evet öyle. Aslında G20 kurulduğundan beri hiçbir zaman Cumhurbaşkanı düzeyinde katılım olmamıştır, hep Başbakanlar katılmıştır. Abdullah Gül 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde hiçbir G20 toplantısına gitmedi. Tayyip Erdoğan sistemi alt üst etmiş durumda. Mesela Almanya Cumhurbaşkanı görev tanımında olmayan bir yere gidemez, ‘gideceğim’ deseydi ona uçak bile vermezlerdi. İtalya’da Cumhurbaşkanı, İspanya’da kral, İngiltere’de kraliçe görevi olmayan yerlere gidemez. ABD’de başkanlık sistemi olduğu için elbette Obama gitti. Fakat bu adam (Erdoğan) kendisine göre sistem değiştirmiş durumda. Aslında muhalefetin bunu gündemleştirmesi gerekirdi ama sessizce geçiştirildi. Ülke Tayyip Erdoğan diktatörlüğüne alıştırılıyor.
G20 zirvesinin diğer bir sonucu ise, Tayyip Erdoğan’ın zirveden beklentilerinin boşa çıkmasıdır. Mülteci krizi bahanesiyle Suriye’de tampon bölge istiyordu. Ancak Obama’nın son günkü konuşmasında tampon bölge ve uçuşa yasaklı bölgeyi gerekli görmediğini söylemesi, Erdoğan’ın umutlarını da suya düşürdü. Ayrıca Erdoğan konuşmalarında sürekli IŞİD ile Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni eşitlemeye çalışma çabası da tutmadı. YPG’yi terörist olarak nitelendirmesine kimse kulak asmadı.
Putin’in “G20 ülkeleri içinde IŞİD’i destekleyenler var” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlginç tabii, 20 ülke arasında IŞİD’i destekleyen ülkeler var demesi. Benim ilk aklıma birinci şüpheli Türkiye, ikincisi de Suudi Arabistan’dır. Putin’in elinde çok daha önemli bilgiler olduğu kesin. Çünkü onlar da Suriye’de ve her şeyi, IŞİD’e giden TIR’ları izliyorlar. Gerçekten de IŞİD’in Ortadoğu’ya getirilmesinde, palazlanmasında bu iki ülkenin azımsanmayacak payı vardır.
VİYANA ÇÖZÜMÜNÜN HAYATA GEÇİRİLMESİ ZOR
Amerika ve Rusya şu anda Rojava’da Kürtlerin müttefiki durumundalar. G20 sonrası alınan kararlar Ortadoğu ve Rojava’ya nasıl yansır?
G20, Viyana’da alınan kararları desteklediğini açıkladı. Ancak önemli olan Viyana’da alınan kararların hayata geçirilip geçirilemeyeceği. Çünkü önce bir muhalefet listesi oluşturmak, bunları buluşturmak, uzlaştırmak ve Rejim’le müzakere masasına oturmak gerekiyor. Ama muhalefet kimdir, bunlar anlaşır mı anlaşmaz mı gibi pek çok cevaplanması gereken soru var. Ne kadar ciddiler ve bu ciddiyetlerini zeminde nasıl uyguluyacak bunu zaman gösterecek çünkü Suriye topraklarının yarısı Selefi grupların denetiminde. Çoğunluk IŞİD’de, ama El Nusra’nın, Ahrar u Şam’ın, İslami Cephe’nin elinde olan yerler var. Ve bunların tamamı El Kaide uzantılı örgütler. Diğer tarafta tek demokratik yapılanma olan Kürtler ve müttefiklerinin yarattığı Rojava var. Bir de Rejim ve destekçileri var.
AHRAR-U ŞAM’IN BAŞINA MİT’E YAKIN BİRİ GETİRİLDİ
Peki PYD, saydığınız bu örgütlerle aynı muhalefet cephesinin içinde Rejim’le müzakerelere katılır mı?
Kimse Nusra’yı o muhalif cephenin içine katamaz. Çünkü doğrudan El Kadie’nin Suriye koludur. Türkiye Ahraru Şam’ı katmak istiyor ama onlar da Nusra’yla her yerde müttefikler, birlikte çalışıyorlar. Zaten son zamanlarda başına MİT’e yakın biri getirildi, Türkiye onları pazarlamaya çalışıyor. Olay şu: Muhaliflerin bir araya getirilmesi, uzlaşması, aralarından bir sözcü seçmesi ve bu sözcünün de Rejim’e bir projeyle gitmesi lazım. Kürtler savaşta muhatap olarak alındı, elbette siyasi çözümde de muhatap olacaklardır. Ancak ben işlerin kolay olmayacağı kanaatindeyim. Çünkü Cenevre 1-2 gibi deneyimler hala akıllarda.
HERKES HAZIRLIĞINI SAVAŞA GÖRE YAPMALI
Muhataplık sadece Rojava’yla ilgili bir mevzu değil. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti bundan sonra PKK’yi, Kandil’i, İmralı’yı hatta HDP’yi hiçbir şekilde muhatap almayacaklarına dair bir açıklama yaptı ve kendi muhataplarını oluşturacaklarını söyledi. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Kimi muhatap alacaklar sizce?
(Gülerek) Canı sağolsun. Tayyip Erdoğan kendisine birkaç tane AKP’li bulsun konuşsun, kendi milletvekilleriyle, il başkanlarıyla sohbetler etsin. Ama neyi çözecek bu yöntemle? Bütün bunlara Kürtlerin karnı toktur. Benim muhatabım millettir diyor. Ne milleti, sen o milleti yok etmeye çalışıyorsun. Bu, çözüme niyeti olmayanın söylemidir. Ortada bir sorun varsa onu sorunun taraflarıyla çözersiniz, çözmeye niyetiniz yoksa dolambaçlı yollara başvurursunuz. Tayyip Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun ve AKP temsilcilerinin söylemi bizim çok yabancısı olmadığımız söylemlerdir. Eskiden de ‘Biz teröristlerle masaya oturmayız’ diyenler oldu, Tansu Çiller ‘Ya bitecek ya bitecek’ dedi. ‘Son terörist kalana kadar’ gibi lafları çok duyduk. Biz bu sözlerin ne anlama geldiğini iyi biliyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti yönetimini de tanıyoruz, AKP’yi de tanıyoruz, ordusunu da tanıyoruz. Bizi yenemeyeceğini görünce, yine gelip görüşecek. Ayrıca eskiden bizimle görüşünce çok mu hoşlarına gidiyordu, bizi çok mu seviyorlardı? Önceden düşünmeden ‘Kürt sorunu yoktur’ diyenler onlar değil miydi? Sonra düşündü ve var olduğunu gördü, şimdi de düşünmesini öneririz. AKP yarın öbür gün bu söylemini değiştirmek zorunda kalacak. Zaten biz o söyleme de takılmıyoruz. Şu anda halkımız, hareketimiz, insanlarımız topyekun bir saldırı altındadır. Bugün gündemimizde olan bu saldırıya karşı direniştir, onun dışında farklı bir gündemimiz yoktur. O istediği kadar konuşsun.
AKP’NİN ÇÖZÜM DİYE BİR PROJESİ YOK
AKP sözcüleri, Davutoğlu, yandaş basın ‘Hükümet KCK’ye şans verdi, ama onlar bu şansı kullanmadılar’ diyor. Ne şansı verdiler Allah aşkına? 2005’ten 2015’e kadar 10 yıldır bazen dolaylı, bazen yüz yüze görüşmelerimiz oldu. Türkiye hangi sorunu çözdü de biz kabul etmedik? Anadilde eğitim mi kabul edildi, kültürel kimlik mi? Kürt dili mi kamu dili haline geldi? Türkiye mi demokratikleşti? Yerel yönetim mi özerkleşti? Kürdistan Parlamentosu mu oluştu? Bunlar oldu da biz mi karşı çıktık?
Tayyip Erdoğan, cemaatle arası bozulduktan sonra çok korktu ve orduya yanaştı. Ergenekon-Balyoz davaları beraati, bu korkusunun sonucudur. Polis teşkilatında cemaatçileri tasfiye etti ve Ağar-Korkut Eken’in eski ekiplerini yeniden göreve çağrıldı. 90’ların JİTEM ve Özel Harekat Ekipleri şu anda görevdedir. Şu anda AKP’in çözüm diye bir projesi yok, bütün planları savaş üstüne. Herkes hazırlığını buna göre yapmalıdır.
Sizden resmi olarak ateşkes de talep edilmişti değil mi?
Tabii ki ateşkesler hiçbir zaman kendiliğinden olmadı. Bütün bu görüşmeleri bilen, içinde yer alan biri olarak söylüyorum: AKP bu 10 yıl içinde sorunu çözmek değil, sorunu yönetmek istedi. İşine geldiği zaman barış dedi, şu anda işine savaş demek geliyor. Son söylemlerine bakın: ‘Tek bir silahlı unsurları kalmayacak, gidecekler buradan, silahları bırakacaklar, silahları gömüp üzerine beton dökecekler’ diyorlar. Biz de diyoruz ki; madem o kadar diyorsun gel al silahları; çünkü söyleyecek başka bir şey kalmadı.
BİZİ ELEŞTİREN KESİMLER AKP PROPAGANDASININ ETKİSİNDE
Çatışmalar başladıktan sonra aralarında Türkiye sosyalist hareketinin ileri gelenlerinin de olduğu bazı kesimler, PKK’yi, HDP’nin 1 Kasım’da aldığı sonuç nedeniyle suçladılar. Hatta PKK’nin HDP’yi bir şekilde tasfiye etmeye çalıştığına dair iddialar dile getirildi. PKK, gerçekten de kendi projesi olan bir partiyi bitirmek mi istiyor?
Karşımızda medya gücü ve bütün kurumlarıyla saldırıya geçmiş bir devlet ve bu devletin bir özel savaş merkezi var. Psikolojik savaş yöntemleriye kendisine göre gündem yaratıp yalan haberler uyduruyorlar. Kürt sorunuyla ilgili ne tartışılmasını istiyorlarsa, nasıl bir imaj yaratmak istiyorlarsa onu yaratıp piyasaya sürüyorlar. Muhaliflerin sesi kesildiği için, hareketle bağı olmayan birçok kesim de o gündeme göre yorumlar yapıyor. Bunu iyi niyetli olanlar için söylüyorum, çünkü aralarında düşmanlık niyetiyle bunu yapanlar olduğu da kesin. o tür söylemlerin bilgi eksikliği ve psikolojik savaş merkezlerinin propagandasının etkisi olduğunu düşünmek istiyorum. O dostlara ve çevrelere biraz empati öneriyorum. Bakın, 7 aydır görüşmediğimiz başkan adına mesajlar yayınlanıyor. Başkan ailesini, avukatlarını geçtik yanındakilerle bile görüştürülmüyor, mektup yazması bile engelleniyor. Bu nasıl bir basın ahlakı, birilerinin sorması lazım.
HDP’NİN TÜRKİYELİLEŞMESİ GEREKİYOR
Sizce neye hizmet ediyor İmralı kaynak gösterilerek yapılan haberler?
Psikolojik savaş merkezi bir imaj yaratmaya çalışıyor: O da Kürt hareketinin bileşenlerinin birlik olmadığı imajı. Diyor ya Yalçın Akdoğan, ‘İmralı bunları görürse sopayla kovalar’ diye. Hele bir görelim, bakalım kovalıyor mu, kovalamıyor mu? Sen bütün kapıları kapatmışsın, böyle bol keseden kimin adına konuşuyorsun? Diyorlar ki; Kandil ayrı, HDP ayrı, Avrupa ayrı düşünüyor. Bunlar böyle parça parça oldukları sürece muhatap alamayız. İkinci olarak da HDP’nin kafasını karıştırmaya çalışıyorlar. Kandil’dekiler, yani hareketin merkezi HDP’den rahatsız diye iddialar yayıyorlar. HDP sinmemeli, iktidarın yarattığı gündemin peşine takılmamalı, kendi gündemini yaratmalıdır. HDP’nin önünde anamuhalefet olma görevi var. Bu dönem tam da her tarafta Türkiye’nin sorunlarına sahip çıkıp, Türkiyelileşmesi gereken dönemdir.
Yani 1 Kasım’daki psikolojik eşik aşılmalı diyorsunuz.
Rastgele bir şekilde başkanlık gündemi gibi konularda konuşulmamalı, bunlar Tayyip Erdoğan’ın gündemidir. Biz demokratik olmayan hiçbir şeye taraf olamayız. Her uzatılan mikrofona da onların gündemi çerçevesinde cevap verilmemesi gerekir. Benim tasvsiyem budur. Bu tavsiyem de sakın HDP’ye direktif, vesayet olarak algılanmasın. Yaptığım düşünce beyanından ibarettir. AKP’nin kurumsal olarak getirip HDP’nin önüne koyduğu bir teklif yoktur. Getirip ‘Sen bu Anayasa’ya ne diyorsun?’ demiyor. Zoraki ve darbe ortamında bir seçim yapılmıştır ve seçim bitmiştir. Ordusuyla, askeriyle, polisiyle, valisiyle, kaymakamıyla her şeyin bir partinin emrinde oldağu bir seçim yürütülmüştür. Yaşanılan demokratik bir ortam değildir. Mart’tan bu yana Türkiye’de parlamento yoktur, Tayyip Erdoğan’ın olağanüstü tek kişilik yönetimi vardır. Buna rağmen alınan sonuç başarılı bir sonuçtur, herkes bunu böyle görmeli ve bunun üzerine ne koyabiliriz diye çalışmalıdır. Kimse, CHP’den ve MHP’den muhalefet beklentisinde değildir, gözler HDP’dedir ve HDP de Türkiye kamuoyunun beklentisine uygun davranmalıdır.
90’LARDA CENAZELERİ DERİN DONDURUCADA SAKLAMIYORDUK
40 yıllık dönem içinde PKK’ye çok defa sınır ötesi harekatlar düzenlendi. Fakat temmuz sonrası başlatılan harekat, tarihin en büyük operasyonu. Sizi nasıl etkiledi bu operasyonlar?
Evet Türk devleti, hava operasyonu olarak büyük operasyonlar düzenliyor ama karada etkili bir operasyon yapamıyorlar. Zaten bunu yapmak da kolay değil. Hava operasyonu Türkiye açısından can güvenliği riski taşımıyor, ama karada bunu göze alamıyorlar.
Ama Genelkurmay Başkanlığı da, Dağlıca gibi yerlerde ilerleme kat ettiklerini ilan etti. Bu doğru değil mi?
Psikolojik harekatın bir yönü de, düşmana ne kadar zarar verdiğine dair yalan haberler uydurmaktır. Psikolojik üstünlüğü ele geçirmek her savaşta denenen bir yöntemdir. Zaten yapılan açıklamalarda söylenen rakamlara bakarsanız, şimdi bizim hiçbirimizin kalmaması gerekirdi. Tayyip Erdoğan bile Temmuz ayında 2 bin kişiyi öldürdüklerini söylemişti ki, bunun doğrulukla uzaktan yakından alakası yok. Tabii ki bu bir savaş ve karşılıklı kayıplar var. Ama HPG kayıplarını her gün açıklıyor. Bizim bunu kamuoyundan saklama gibi bir derdimiz ve politikamız yok. Yalnız şunu söyleyeyim: Bu savaş Türkiye’yi nereye götürür en ufak bir fikirleri yok.
Ayrıca şunu da belirteyim ki, Kürdistan’daki uygulamalar da 90’lardan beterdir. Onlar her ne kadar biz 90’lara dönmedik deseler de, biz 90’larda çocuklarımızın cenazelerini derin dondurucularda saklamıyorduk. Tayyip Erdoğan, Mısır’da katledilen Esma için ağlıyordu ama Cizre’de öldürülen Cemile’nin adını bile bilmiyordur.
Özellikle sivillerin hedef alınmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bilinçli ve kararlaştırımış bir politikadır. Kontrollü bir yaklaşımla her çıktıklarında birkaç tane sivil vurun talimatı almışlar. Böylece sivilleri ‘terbiye’ etmeyi ve PKK’ye halkın verdiği desteği bitirebileceklerini sanıyorlar. İkinci amaçları da, boşaltmaya ve onlara karşı duran dinamik nüfusu göçtürmeye yöneliktir. Halkı gelirsizleştirmek ve mülteci konumuna itmek istiyorlar.
SAVAŞI ŞEHİRLERE BİZ TAŞIMADIK
Bu dönemin savaşının 90’larda hatta 2013 öncesinde yaşanan savaştan belirgin bir farkı var. Eskiden gerilla ile devlet arasında dağlarda süren savaş, şimdi şehir merkezlerinde siviller, gençler ve devlet arasında sürüyor. Bu hareketinizin bir tercihi mi?
Biz savaşı şehirlere taşımak istemedik, böyle bir politikamız yoktu. Ama insanların kendisini yönetme talebi var. Halk bizim başımıza kaymakam, polis, müdür atamayın, diyor. Şehirlerde yaşanan, bu talebe devletin saldırması olayıdır. Eğer devlet saldırmasa o sokaklarda hiçbir olay çıkmayacak. Bir mahallenin kendi meclisi olacak, kooperatifi olacak, bunun eğitim, sağlık, sosyal, ekonomik örgütlenmeleri olacak. Fakat saldırılarla sadece savunma yanı öne çıktı. Yani halkın sosyal, idari taleplerine devletin verdiği yanıttır savaş. Bu, her şeyin Saray’dan yürütülmesini isteyenlerin yanıtıdır. Yarın öbür gün İzmir’de, Edirne’de ‘Mahallemize karışmayın biz kendimizi yönetmek istiyoruz’ derlerse aynı tavırla karşılaşacaklar. Öte yandan Türkiye’de birçok kesimde hükümet güçlüdür, devlet babadır sizi döver anlayışı hakim. Yani devletin dövmesini doğal buluyorlar. Sorunun bir yanı da bu. Zaten bu isyan o devletin dövmesine karşı gelişti.
YA MÜZAKERE YA DA BEDELİ NE OLURSA OLSUN MÜCADELE
Bir de hareketinize yönelik şöyle bir eleştiri var, deniliyor ki bunlar zaten kendilerinin yönettiği belediyeler, öz yönetime ne gerek var. Buna ne diyorsunuz?
Türkiye’de belediyelerin yetkileri yok, biliyorsunuz hepsi valiler tarafından görevden alınabiliyor ki, son dönemde bu sıkça yaşandı. Böyle güvencesi olmayan, kaynağını merkezi idareden alan, devlet para verirse çalışan bir yerel yönetim olabilir mi? Biz yıllardır belediyelere yetki verin, Avrupa Konseyi’nin Yerel Yönetim Şartı’ndaki çekinceleri kaldırın diyoruz. Şu anda olan, kendini yönetme değildir.
Peki özyönetim mücadelesi Kürt kasabalarında ne kadar sürecek? Koyduğunuz bir vade var mı?
Biz tek tek bireyler değiliz, halkız, kolektif bir iradeyiz. Bizim kimlik talebimiz var, bizim kendimizi yönetme talebimiz var. Bu talep, mücadelenin bütünüdür ve gelişecektir. Nereye varacağını onu şu anda kestiremeyiz. Zaten bunlar masaya getirilen önerilerdi. Şunu diyoruz: Ya bizimle müzakere ederek bunu kabul edersiniz ya da bu halk bedeli ne olursa olsun, özgür bir şekilde kendini yönetene kadar mücadelesini sürdürür.
HERŞEY PARLAMENTO DEĞİL!
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt halkının yalnız bırakıldığını söyledi. Tam burada HDP’nin üstüne düşen görev ne olmalı?
Sayın Kalkan’ın söylediği haklı bir serzeniştir. Gezi’ye Kürtler yeterince katılmadı diyenler bu serzenişi dikkate almalıdır. Gezi ayları bulan bir direniş değildi ama Türkiye ölçeğinde iyi bir başlangıçtı, devam ettirilmesi gerekiyordu ama devletin saldırısıyla kesildi. Bugün hem Türkiye’de hem Kürdistan’da Gezi’nin 40 katı daha fazla gerekçe vardır. Şimdi Kürdistan yanıp yıkılıyor, biz buzdolaplarında ceset saklıyoruz. Tam burada HDP’ye düşen görev, Gezi ruhuyla batıyı ayağa kaldırmak ve Türkiye’yi doğusuyla batısıyla birleştirmektir. Batıda bu potansiyel vardır ve harekete geçirilmesi zor değildir. Her şey parlamento değil, demokrasiler tek başlarına parlamentolarda kurulmuyor, sokak da genel muhalefetin parçasıdır.
Son olarak Türkiye seçimleri sonrası ülkede çok ciddi bir umutsuzluk ruh hali var. Hatta korku… Buna dair yorumunuz nedir?
Türkiye’de birçok kesimde ciddi bir umutsuzluk ve moral düşüklüğü olduğunu duyuyoruz. Özellikle belli bir yaşam tarzı olan laik-demokratik çevrelerde yaygın olan bir duygu durumu olduğuna dair bilgilerimiz var. Hatta Türkiye’yi terk etmenin de birçok kişinin gündeminde olduğunu da biliyoruz. Sürgünde yaşayan biri olarak söylüyorum; gidilecek bir yer yok. Ayrıca moral bozulacak bir durum da yoktur. Tayyip Erdoğan da, iktidarı da o kadar güçlü değildir. Zulüm kalınlaştıkça kırılır. Onu sarsacağız ve düşüreceğiz. Ortada kapı gibi Kürdistan Özgürlük Direnişi var, önemli olan direnişi bir potada toplamaktır.KAYNAK: NOKTA DERGİSİ