Tefekkür, derin düşünme, işin şuurunda olma demektir. Dünyalara değişilmeyecek kıymet ve değerde bulunan Allah’ın (c.c.) kullarına ücretsiz bağışlayıp hediye etiği binlerce nimetlerden birisi de akıldır. Onun en önemli vazifelerinden birisi de tefekkürdür.
Akıl, kalbin hem misbah-ı (lambası) hem de miftâhı (anahtarı)dır.
Akıl öyle bir nimettir ki, A’dan Z’ye bütün maddi manevi nimetlerin kıymeti, değeri onunla anlaşılır ve onunla kazanılır. Akıl muhtaç olduğumuz her şeyde, hayrı ve şerri birbirinden ayıran, insanı doğruya yönlendiren İlâhî bir nurdur.
Akıl öyle sırlı bir anahtardır ki: Dünya ve âhirete ait hazine ve definelerin kapıları onunla açılır.
Dünyada ilim ve medeniyet, maddî terakki ve muvaffakiyet, âhiret saadet-i ve mutluluğu da, akıl sayesinde gerçekleşir.
Aklın semeresi, meyvesi, tefekkürdür. Akıl insanı bilinenlerden, bilinmeyen hakikat ve gerçeklere götürür. Aklın en büyük gayesi; marifetullah, yani; Allah’ı bilmek ve muhabbetullah, yani; Allah sevgisine ulaştırmaktır.
Kur’an’da Cenab-ı Hak, “Niçin aklet miyorsunuz? Kâinatı Allah hesabına okumuyorsunuz?” Akıl, kalbin siracı ve nurudur. İnsan aklıyla neye meylederse, kıymeti ona göre olur. Aklını hayırda kullanırsa aziz ve şerif olur. Şerde kullanırsa zelil ve rezil olur.
Tefekkür, büyük bir ibadettir. Efendimiz (S.A.S.) “Bir saat tefekkür bazen bir sene, bazen altı sene, bazen de yetmiş sene nafile ibadetten hayırlıdır.” Buyurmuşlardır.
Tefekkür iki kısımdır. Biri enfüsî, diğeri âfâki’dir. İnsan her iki tefekkürle Yüce Allah’ın azamet ve rahmetine kapılar açar.
“İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.” (Rum suresi-52)
Efendimiz (sav) “Mü’minin bakışı ibret, konuşması hikmet ve sükutu ise tefekkürdür” buyurmaktadır. Bir insan kainattaki Allah’ın namütenahi yarattığı ve insan emrine hizmetine verdiği taklidi mümkün olmayan harika sanatlarına bakmalı, onları Allah (cc) hesabına okumalıdır.
Tefekkür ruhun gözü, kalbin ziyası, aklında nurudur. Hz. Aişe (r.a.) validemiz buyuruyor ki, Efendimiz (sav) “Bir gece namaz kıldı çok ağladı. Sabah ezanı için gelen Hz. Bilal (r.a.) “Ya Resulullah! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, Sizi ağlatan nadir?” diye sorunca, bu gece bir ayet nazil oldu. O Beni ağlattı buyurdu ve şu ayeti okudu: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklı selim sahipleri için ibret verici deliller vardır.” (Al-i İmran Suresi, 190) buyuruyor ve daha sonra Efendimiz (S.A.S.) “Bu âyeti okuyup ta, üzerinde tefekkürde bulunmayan ve düşünmeyen kişilere yazıklar olsun.” buyurdular.
Resulullah (sav) olmasaydı hepimiz ruhen, kalben ölülerdik. O’nu (sav) tanıdığımız ölçüde, mutlu ve huzurlu olmayı, dünyaya niçin geldiğimizi, vazifemizin ne olduğunu, nereye gideceğimizi, nelerle karşılaşacağımızı O’ndan öğrendik, O’nun (sav) rehberliğinde yaratılan varlıkların en şereflisi, halife-i ruy-i zemin olduğumuzun farkına varmış olduk.