ABDULHAMİT BİLİCİ-
Bu satırların yazarı bir Türk gazeteci. Ben Türkiye’nin en büyük gazetesini yönetirken bir kaç saat içinde genel yayın yönetmenliğinden « terör örgütü üyeliği »ne geçmiş birisiyim. 4 Mart Cuma günü ülkem 2 yıldır siyaset sahnesine hakim olan sürrealist sahnelerden birine daha şahit oldu. İktidar benim gazeteme biber gazı ve Toma’larla saldırdı. Kimimizi darp etti, kimimize hakaret etti.
Evet, benim güzel ülkem Türkiye’den bahsediyorum. Kısa bir süre öncesine kadar müslüman dünyasında bir başarı modeli olarak gösterilen ülkemden. Demokratik reformları ve ekonomik başarıları atbaşı giden ve uluslararası arenada yeni bir dönemin öncüsü olarak görülen ülkemden. Hepsi tarih oldu. Artık ülkem baskı, terör, otokrasi ve kaosla anılıyor. Bu fırsatın kaçırılmış olması bana tarif edilmez bir acı veriyor. Anayasamız askıya alındı. Yargı kurumlarımız Tayyip Erdoğan’ın gücü karşısında titriyor. Kendisi ise yargının bu teslimiyetinden pek memnun değilmiş gibi görünmüyor. Kurduğu özel mahkemelerle ve taraflı yargıçlarıyla en ufak eleştiriyi eziyor. Basından sivil topluma ve iş dünyasına herkes korku içinde.
Basın özgürlüğüne yönelik bu yeni saldırıda en dramatik olan yargının Zaman gazetesinin bir terör örgütünün medya ayağı olduğunu savunması oldu. 1987’de kurulan bu büyük gazete, Türkiye’nin aynı tarihte başlayan AB adaylık yolculuğuna eşlik etti. İnsan haklarını ve muhafazakarlardan alevilere, laiklerden kürtlere herkes için demokrasiyi savundu. Sosyalist, muhafazakar, liberal ya da Yunan veya Ermeni kökenli her görüş ve kesimden yazara kapılarını açtı. Zaman, bir dönem bir milyona tiraja ulaştı. Türkiye’deki durum akıl almaz bir hale geldi. Erdoğan rejimi hakkında olumsuz görüş taşıdığı düşünülen herkes tacize uğruyor ; « İhanet » ya da « casusluk »la suçlanıyor. Bu sürecin son kurbanı, tüm dünyada aşırılıklara karşı mücadelesiyle tanınan islam alimi Fethullah Gülen’in kurduğu Hizmet hareketi oldu. Erdoğan kendi deyimiyle bir « cadı avı » başlatarak hareketin gönüllülerini silindirle ezmeye başladı. Hakaretler, tacizler, eğitim kurumlarının kapatılması, insani yardım derneklerinin yasaklanması, ekonomi ve finans aktörlerinin taciz edilmesi artık sıradanlaştı. Ev kadınından üniversite hocasına yaklaşık 1800 kişi sadece Hizmet hareketine sempati duyduğu için tutuklandı.
Bu psikoz ortamında Zaman gazetesi muhafazakar cenahta demokrasinin kalesi rolünü ifa ediyordu. Bu nedenle, gazetemize yönelik bu saldırı sadece Hizmet hareketine yönelik sistematik saldırıların bir parçası olarak değerlendirilemez. Bu gasp hadisesi aslında iktidarın tüm medyayı kontrol etme arzusunu ortaya koyan sayısız örnekten birisi. Gazetemin gasp edilmesinin asıl amacının anlaşılması için iki örnek vermem yeterli olacaktır. Zaman gazetesi hukuksuz şekilde yeni yönetimin eline geçtikten sonra 24 saat içinde Erdoğan yanlısı bir gazeteye dönüştü. İkinci çarpıcı örnek ise, Zaman’ın gasp edilmesi dünya medyasında dakika dakika verilirken, ana akım Türk medyasının bu hadiseye neredeyse hiç değinmemesiydi. Aynı hafta içinde biri Kürt yanlısı, diğer Türk milliyetçisi iki televizyon kanalı uydudan çıkarıldı. Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, bir kez daha cumhurbaşkanı tarafından tehdit edildi. Güneydoğu’daki Kürt sorunu üzerine bir bildiriye imza atan 3 öğretim görevlisi tutuklandı. Medya patronu Aydın Doğan hakkında yeni bir soruşturma açıldı. Kısacası, iktidarın hedef tahtasına oturmak için Hizmet yanlısı olmanız şart değil.
Türkiye’de her türlü bağımsız gazetecilik çabası ustaca bastırılıyor. Gazetemize el konulmadan önce baskılara ve tehditlere maruz kaldık. Reklamverenler bizimle anlaşmalarını iptal etmeye teşvik edildi. Gazetecilerimiz resmi görüşmelere katılmaktan men edildi. Basın kartlarımız iptal edildi. Erdoğan yanlısı « gazeteciler » sistematik şekilde bize hakaret kampanyaları düzenledi. Halefim Ekrem Dumanlı 2014’te gözaltına alındı. İngilizce gazetemiz Today’s Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla tutuklandı. Benzersiz ekonomik zorluklar nedeniyle ne yazık ki, bazı arkadaşlarımızla yollarımızı ayırmak zorunda kalmıştık. Ancak, bu baskılara rağmen Kürtçe yayına başlamış, Aleviler üzerine geniş kapsamlı bir dosya hazırlamış, AKP’nin eski dışişleri bakanı gibi bir çok yeni ismi yazar kadromuza katmıştık. 4 Mart gaspı işte böyle bir psikoloji içinde üzerimize çöktü.
Beni derinden üzen ise internetten bütün arşivlerimizin silinmesi oldu. Milyonlarca haber, yazı, ropörtaj yeni yönetimin bir kararıyla yok edildi. Tıpkı Bugün gazetesi ve AKP’nin kontrolüne geçen diğer gazetelerde olduğu gibi. Bu alışkanlık, otoriter iktidarın aslında bir saplantısına işaret ediyor : Resmi tarihi değişen koşullara göre yeniden yazmak. Erdoğan için iktidara geldiği 2002 yılı sıfır noktasını temsil ediyor. O tarihten önce yaşanan her şey kötü ve sonrası herşey mükemmel. Medyaların gasp edilmesi tarihi bu şekilde yeniden yazmanın bir aracı haline geldi.
Rejim direnmeye çalışan diğer gazeteleri bize yaptığından farklı olarak daha sofistike yöntemlerle evcilleştirdi. Bugün o medya kurumlarının hepsi uyum içinde Erdoğan’ın zaferlerini haykırıyor. Erdoğan’ın siyasi hedefi artık çok açık. Tunus’ta Ben Ali örneğini hatırlatan bir şekilde küçük bir klanla ülkeyi yönetmek istiyor. Bir dönem İslamcılıktan demokratlığa evrilen Erdoğan, bugün artık yüzyıllık parlamenter demokrasi tecrübesini yok etmeyi amaçlıyor. Planını sabırla geliştirdi ve tatbik etti. Muhaliflerini sindirdi, yanında yer alanları güçlendirdi ve eski yol arkadaşları Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ı tasfiye etti. En sonunda ciddi bir edayla « Erdoğan giderse, devlet çöker » dedi. Yargı gücü, emniyet güçleri ve istihbarat imkanlarını mevcut iktidarı tahkim etmeye tashih edildi.
İnsan hakları ve basın özgürlüğüne inanmış tüm güçleri dayanışmaya davet ediyorum. Avrupa Birliği, Erdoğan’la mülteciler için pazarlık yaptığı bu dönemde, onu kızdıracak bu sorunlara değinmeye çekiniyor. Ancak, ülkemizde bu değerleri savunmak için tüm kaynakların mevcut olduğuna inanıyorum. Erdoğan sahip olduğu bütün bu imkanlara rağmen « sadece » yüzde 49 oy alabiliyorsa, aslında ülkemizdeki demokrasi kültürünün ve dinamik sivil toplum tecrübesinin sayesindedir. Ümidimiz hala sabittir. Samimi düşüncem, bir « yol kazası » geçirdiğimiz yönünde. Türkiye ne Suriye, ne de Libya olacak. Türkiye, nihai istimaketi olan demokrasiden geri dönmeyecektir.
*Bu yazı 18 Mart 2016 tarihinde Fransız Le Monde gazetesinde yayınlanmıştır