Biz, kadere ve takdir edilen hayır ile şerrin Allah’tan olduğuna; Kur’an-ı Kerim’de “Her şeyi en güzel şekilde yarattı.” (Secde Suresi-7) buyurulan hükme; dolayısıyla şerler de bile güzellikler bulunduğuna iman ediyoruz. Olayların ambalajları, şekil ve suretleri bizi yanıltmasın…
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, cihanı aydınlatacak bir ilim potansiyeline sahip bir şahsiyet iken, Cumhuriyet’in kuruluşuna, o günkü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) durumuna, ilk açılışı bembeyaz papatyalar gibi yüzde doksan sarıklı âlimlerle dolu o Meclis’in, yüzde olan tarafından ele geçirilişine şâhit olup siyaset yoluyla meselelerin halledilme imkânı olmadığını görüyor ve Van’a dönüyor. Oradan da birkaç talebesiyle Erek Dağı’na çekiliyor. Ama ona musallat olup, zorla oradan alıp Barla’ya sürüyorlar. Zâhiren, şer bir olay gibi görünüyor. Fakat, günümüze ve geleceği tenvir edecek şaheser eserler; Sözler, Mektubat ve Lem’alar orada telif ediliyor…
Ürünleriniz ne kadar güzel ve değerli olursa olsun, reklamı, ilânâtı ve pazarlaması yapılmadan nasıl satışa arz edilecek? Onun için Üstad Hazretleri oradan zorla alınıp talebeleriyle beraber, şaşaalı gazete haberleriyle Eskişehir’e hapse gönderiliyor. Zâhiren, şerli ve çirkin bir iş, zalimler eliyle gerçekleşiyor… Ama bundan daha güzel ilânat ve reklam mı olur? Bundan daha açık bir şekilde, dikkatler Risale-i Nurlar üzerine nasıl çekilebilir?
On bir ay sonra kaderin takdiri ve zâlimlerin eliyle Eskişehir’den Kastamonu’ya mecburî ikamet olarak sürgüne gönderiliyor. Çünkü ona ve onun güzide şaheserlerine bütün Karadeniz’imizin ihtiyacı var… Oralarda nice yiğit insanlarımızın yetişmesi gerekiyor… Başka türlü “İnebolu Kahramanları” nasıl Nurları tanıyacaktı? Oradan da yedi-sekiz sene sonra İç Anadolu ve Ege bölgesinin tanıması ve istifade etmesi için yeni bir reklâma ve ilânata ihtiyaç olduğundan, şaşaalı bir şekilde Denizli Mahkemesi’ne sevk edildi. Orada da Hızırî adımlar, oraları yeşertti. Hasan Feyzi Efendi gibi nâdîde insanlar yetişti…
Tekrar Ankara’ya yakın olmak gerekiyordu. Beraattan sonra mecburî istikamet Emirdağ sürgünü oldu… Demokrat Parti ilçe teşkilatını kuran Hamza Emek Ağabeyimizle, Meclis’le bilhassa Menderes ile iletişim sağlandı. Günümüzü de aydınlatan lâhika mektuplar yazılıp gönderildi. Bu arada İstanbul’da açılan “Gençlik Rehberi” davası, İstanbul ve Ankara’daki üniversitelerde talebelerin, ilim adamlarının dikkatlerini Risaleler üzerine çekti. Pek çoklarının Kur’an Hakikatları’nı tanımasına vesile oldu…
Aynı şekilde, M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de, İzmir’den İstanbul’a gitmesi, 12 Eylül 1980 darbesinde zâhiren Tuğgeneral Hayri Terzioğlu’nun zulüm ve marifetiyle olmuştur. O zaman da terör suçlaması ile üzerine gelinmiştir. Ama İstanbul sürgünü, fidanların sürgün vermesine, katlanılan sıkıntılar da hizmetlerin kat kat artmasına vesile olmuştur. Daha sonraları 28 Şubat baskıları hizmetin cihan çapında tanınmasının ilk adımları olmuştur. Yani bütün şer ambalajlarının içinden hayırlar ve güzellikler fışkırmıştır… Şimdi bu süreç de gerçekten, zorlu ve sıkıntılıdır. Ama biz bu şerli ve çirkin görüntülü ambalajdan nasıl hayırlı süprizlerin çıkacağını bilemeyiz. Bizler kuluz; Rabbimizin işine karışmayız; sadece kendi işimize bakarız. Bu iman ve Kur’an hizmetinden daha güzel bir iş varsa yapalım. Yoksa biz işimize bakalım; müşteriler bekliyor!..