Semih Yılmaz- Haber İzlenim
Rahmet soluklu kutlu zaman dilimlerinde yaşıyoruz. Haram aylardan biri olan Recep ayı içindeyiz, aynı zamanda Rahmet Peygamberi’nin doğduğu kutlu doğumu da idrak ediyoruz. Haram aylar denince eskiden bu aylarda kan dökmek, yol kesmek, eşkiyalık yapmak ve bunun gibi her türlü kötülük işlemekten insanlar çekinir, vazgeçer ve Allah’tan korkarlardı. Bu aylar huzurun soluklandığı, barışın hâkim olduğu ve her tarafta güven ve itminanın hüküm sürdüğü zaman dilimleriydi.İşte böyle bir huzur ortamında ağırladık “sevgi ve barış çocukları”nı. Aslında huzuru da sevgiyi de onlar getirip bıraktı nicedir boş kalmış avuçlarımıza. Opera House’u dolduran binlerce Avustralyalı sanki bir rüya atmosferinde onları seyrederken bir an tüm dertlerini unuttular, içleri huzurla doldu. Bu sevgi çocukları ve onları yetiştiren öğretmenleriyle bir hafta boyunca vakit geçiren ender talihlilerden biri de bendim. Avustralya’ya ayak basışlarından hüzünlü gidişlerine kadar çoğuyla beraber oldum. Neredeyse ülkeleri savaşın eşiğinde bulunmasına rağmen Rus Ranel ile Ukraynalı Arsen’in aynı masada yemek yerken şakalaşmalarını, gülüşmelerini izlemek, birbirlerine şarkı söyleyip eğlenmelerini izlemek ayrı bir zevkti. Hele bir gece yarısı Arsenle döner yerken ondan Türkçe “Bu döner çok güzel!” sözlerini duymaksa benim için büyük mutluluktu. Sizler sesi kadar ismi de güzel Azeri Lale ile Avustralyalı Melda’nın ayrılış daha doğrusu bir türlü ayrılamayış sahnesini görmediniz. Görseydiniz inanın siz de benim gibi gözyaşlarınızı tutamazdınız. Onların birkaç günde kazandıkları dostluk belki de bu çocukların gerçek misyonlarını bizlere anlatıyordu. Peki ya bu şölenin asıl kahramanları öğretmenler! Hiçbiriniz onları ne sahne de ne de ortalıkta gördünüz. Esas görünmeyen kahramanlar onlardı. Artık kendini Tanzanyalı hisseden Ercan Hoca’nın jetlagle birlikte çektiği tüm mide rahatsızlıklarına rağmen ne siz ne de öğrencileri onun acıdan kıvranışlarını göremedi. İlaçlarla ayakta durmaya çalışırken kimseye acısını belli etmedi. Tüm bunların yanında belki de beni en etkileyen sahne ise birkaç sıra önümde programı izleyen 70’li yaşlarını çoktan aşmış bir ninenin – belli ki Arnavuttu- Arnavutça şarkı söyleyen kızı izlerken coşkuyla el sallayıp sonra da gözyaşlarını tutamamasıydı. Gurbette memleketten bir ses duymak demek böyle bir şeydi. İşte bize memleket sesini duyuran bir diğer kutlu soluk da gazeteniz Zaman. 1000 sayıyı geride bırakıp umutla yarınlara uzanan gazetemiz de inanın bende o Arnavut Teyze gibi hisler bırakıyor. Gurbette Türkçe’nin büyülü tınısını bize unutturmayan, nerede bir haksızlık, zulüm ve adaletsizlik varsa zalimin gücüne kuvvetine bakmayıp hakkı ve adaleti savunan bu gazete inanıyorum ki daha uzun yıllar hizmetine devam edecektir. Varsın haramiler Haram ayları tanımasın, varsın alçaklık ve ahlaksızlıklarını örtbas etmek için mazlumun malına mülküne çöksün, ne gam! Yarının dünyasını inşa edecek, kalpleri sevgiyle dolu, evrensel barışı ikame edecek yeni bir nesil artık gelmek üzere! Sevgi çocuklarının sözleriyle bitirelim: Hakuna Matata (Hiç Üzülme!)