İzmir Kestanepazarı İmam-Hatip Yurdu’nun muhterem hocalarından Hacı Ali Efendi, Arapça kelimeler üzerinde çok dururdu.
Mesela, istişâre, meşveret ve şûrâ kelimelerini izah ederken tâ köklerinden ele alır, “Şever, şiyâr, meşâr, balı peteğinden süzüp çıkarmak; işaret, bir topluluk içinden birisini seçip göstermek; şıra, meyveleri sıkıp içlerinden özünü süzüp çıkarmak demektir. İstişâre ve meşveret de, çeşitli görüş ve düşüncelerin harmanından doğruyu bulup çıkarmak için gayret etmek demektir. Şûrâ ise, meşveret ve istişâre için toplanma demektir.” derdi. Elbette 50 sene sonra merhum hocamızın sözlerini kelimesi kelimesine aktarmam mümkün değil… Ama o hocalarımızdan M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu husustaki ifadelerini motamot aktarmamız mümkündür:
“Kur’an-ı Kerim, herhangi bir te’vil ve yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde, açık ve net olarak, İSTİŞÂRE’yi Müslümanların zarurî vasfı olarak zikretmiş ve onun, hayatın bütün birimlerinde vazgeçilmez bir esas olarak uygulanmasını inananlara emretmiştir. Mesela, ŞÛRÂ Sûre-i Celilesi’nde, “Onlar öyle kimselerdir ki, Rabbi’lerinin çağrısına icabet eder ve namazı dosdoğru kılarlar; onların işleri kendi aralarında ŞÛRÂ iledir; kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infakta bulunurlar.” (Şûrâ Sûresi, 42/38) beyân-ı sübhânisinde, MEŞVERETİ namaz ve infakla birlikte zikretmek suretiyle onun, mü’min bir toplum için en hayatî bir vasıf ve ibâdet ölçüsünde bir muamele bulunduğunu hatırlatmıştır. Şûrâyla alâkalı beyânı ihtiva etmesi itibarıyla, bu sûreye ŞÛRÂ isminin verilmesi de gayet mânidardır! (…)
“Umumu ilgilendiren karar ve faaliyetlerde meselenin umuma mâl edilmesi adına MEŞVERET çok önemlidir. İnsanlar bir mevzuun içine kendi fikirlerini kattıklarında -bu, minnacık bir fikir de olsakendilerini o işin içinde görür ve o yük ağır da olsa ellerini o yükün altına sokarlar. Fakat bir mevzu işe ilgili alınan kararların içinde kendi fikir ve teklifleri yok ise kendi akıl ve düşünceleriyle o meseleye bir katkıda bulunmadılarsa işin içine girmez ve ellerini de taşın altına sokmazlar. O halde yapılması gereken, yapılacak işlerin ağır bir defineyi taşımak gibi düşünülmesini sağlamak ve pek çok omuzun işin altına girerek yükü hafifletmesi için fikir planında insanların meseleye iştiraklerini temin etmektir. Bu açıdan diyebiliriz ki, meşveret, aile içinde ihmâl edildiği takdirde aile çerçevesinde huzursuzluk ve arızalara sebebiyet verir; bir heyet ve topluluk içinde ihmal edilirse o heyet ve topluluk zarar görür; devlet plânında ihmâl edildiğinde ise devlet çapında çok ciddi huzursuzluk, ârıza ve problemlere yol açar. Evet, Hz. Sâdık ve Masduk (sas), mutlak mânâda ‘İstişare eden haybet yaşamaz, hüsrana düşmez.’ (Taberanî) buyurduğuna göre, demek ki en küçük daireden başlamak üzere hayatın bütün birimlerinde bu esasın uygulanması gerekmektedir. (…)
“Evet, meşverette katiyen dayatma olmamalıdır. İslâm’â göre en makbul insan, yarım saatlik bir meşveret içinde karşı tarafı dinlerken on defa ‘Siz bu konuda çok haklısınız. Söylediğiniz her sözün altına imzâmı atarım. Fakat bunların yanında benim de aklıma şöyle bir düşünce gelmişti. Buna ne buyurursunuz?’ diyen kimsedir. İşte meşveretin şerefini koruyan, şeref âbidesi insan budur. Yoksa karşı tarafı dinleme saygısını gösteremeyen ve sürekli kendi düşüncelerini doğru gören kimse esasında nefsini put hâline getirmiş, zavallıdır. Nefsi karşısında rükû ve secdeye varan böyle bir zavallı ise din ve hizmet adına konuştuğunu zannetse de hakikatte nefsi hesabına konuşuyor demektir. Dolayısıyla onun ortaya koyduğu düşünceler hep reaksiyona sebebiyet verecek, tepkiyle karşılanacaktır.”
Dâhî bile olsalar, ferdlerin infiradî düşünce ve dayatmaları yerine, sıradan bile olsalar çeşitli görüş ve anlayış sahiplerinin istişâre ve meşveretlerinden çıkan heyet kararlarına daha fazla ihtiyacımız var.